Çarşamba, Kasım 29, 2006

Boşluk:



Bizzat:
Yeni bir yazi dizisine baslamaya karar verdim. Bizzat “ben”i anlatcam. Biraz zorlayacak beni ama olsun, gerçekten kıymetli olacak. Uzerinde yazmayi dusundugum konulari asagiya yaziyorum, sunun hakkinda da konusmalisin tarzinda bi oneriniz varsa bekliyorum. Sonra da basliycam bi ucundan yazmaya, umarim tamamlayabilirim…
*Tanrı:
*Hayat:
*Mutluluk:
*Aile:
*Aşk:
*İş:
*İnsanlar:
*Hayvanlar:
*Zevklerim:

*Para:
*Siyaset:

Ali Abi:
sabahın 9'u, kahve almaya gitmişim mutfaga.
-hocam siz aslen matematikci miydiniz?
-evet ali abi
-peki sayisal lotoyu cozebilir misiniz?
-ali abi o cözulcek bişi diil.
-cozulmez di mi, hıı

Salı, Kasım 28, 2006

Ali Abi:
Cok fazla su ictigimi goren Ali abinin yorumu:
-sizin baursaklar da iyi calisiyo anlasilan, pöprek de bööle (elleriyle yüzen böbrek taklidi yaparak) su icinde yüzüodur heralde.

Pazartesi, Kasım 27, 2006


Mavi Gece:
Ehe bunu ben tasarladim, nasi olmus:) neyse diecegim o ki, 1 aralik cuma, manhattan'dayim beklerim. mavi giyinmeyi unutmayin:)

Cuma, Kasım 24, 2006

Tiyatro-Oskar:
Tiyatroya gittim gecen aksam, "eyvah yine karisti", diger adiyla "oskar". sabri özmener oynuyodu, aslinda severim kendisini. konu olarak da oscar filminin konusuna sahip, ortada para, mucevher ve ic camasiri dolu 3 cantanin karismasi, ayrica karisan kizlar var. aslinda icerigi de iyi, ama yine de tavsiye etmiyorum. biraz fazla bagira cagira, yapmacik oynuyolardi kisaca. duyduguma gore "dönmedolap" iyiymis, sinasi de oynuyomus. bakalim bir de onu deneyecegim...

Çarşamba, Kasım 22, 2006

gitmedigim filme övgü: DEJAVU
insanin bi filmi izlemeden yaptigi yoruma ne kadar guvenilir bilmiyorum ama, yapicam yine de. dejavu diye bi film geliyo yakinda. 22'sinde girdi amerika'da gosterime. fragmanini izledim, hosuma gitti. dejavu olayi basli basina guzel bi konu bence. dejavu yasadigimi dusundugum de olur arada. neyse ilgililer buyursun http://dejavu.movies.go.com/ bu arada fragmanindan birkac cumle aktarayim:

It's a phenomenon known as dejavu.

You arrived at a place you've never been, but it feels familiar.
You look into the face of a stranger, and you feel like you've known her, all your life.
Dejavu is believed by many to be a trick of the mind, but the truth is far more extra ordinary.

If you think it's just a feeling, go back and look again...
Babil:
Geçen hafta Babel'e gittim, sinemaya. Hakikaten guzel bi filmdi, kacmaz diyorum. ben bu yonetmen amcayi (Alejandro González Iñárritu) "paramparca asklar ve kopekler-amores perros" filminden tutmustum zaten. burda da iyice bayildim. bunun ustune bi kosu "21 Gram" filmini de izledim, geriye kaldi "11 Eylul", onu izlersem tam olacak.

Babil'e donersek, filmde caresizlik duygusunu taa icimde hissettim diyebilirim. bi ara "yeter ulen!" diye kalkip bagirmak geldi icimden. inanilmaz etkileyici sahneler vardi, aslinda bahsetmek isterim ama izlemeyenler icin filmin zevkini öldürmek istemiyorum. bu sebeple sadece özeti vermek yerinde olur gibi geliyor:

Faslı iki cocuk babalarinin tufegiyle oynarken bir deneme yapmak icin yoldan gecen bir otobuse ates ederler. iki cocugun bu bilincsiz davranisi, 3 ayri kitada, birbirinden uzak bambaska hayatlar suren farkli insanlari, hic beklenmedik bir sekilde bir araya getirecektir. otobuste yolculuk eden amerikali bir cift, sagir bir japon genc kiz ve babasi, meksikali bir dadı ve faslı cocukların hayatları, bu beklenmedik kaza sonucu oldukca degisir. (http://www.beyazperde.com/film/3234)

anlayacaginiz bir nevi kelebek etkisi ya da farkli hayatlarin kesisimi... Maeve Bincy'nin kitaplarini okuyanlar bilir, hani herkes kendi hayatinda suruklenirken bi noktada bi sekilde kesisirler. Paramparca Asklar ve Kopekler ve 21 gram da ayni sekildeydi, sanirim Bincy gibi Iñárritu'nun da tarzi bu.

Biraz da yonetmene kulak verelim, Babil icin neler demis:
“Yüreğimi ve aklımı işgal eden düşünce ve duyguları ifade ederek kendimi arındırma ihtiyacından ‘Babil’ doğdu Yakın ve uzak ülkeleri derinden etkileyen, sonuçta bireysel trajedilere yol açan acı verici paradoksları anlatmak istedim”

“Babil” ‘Nereden geliyorum?’ sorusunun değil, ‘Nereye gidiyorum?’ sorusunun cevabını arayan bir film. Babil’i çekmeye başlarken insanlar arasındaki farklılıkları konu alan bir film yapma düşüncesinden yola çıkmıştık. Bizleri ayıran fiziksel sınırları ve dil engellerini anlatacaktık. Ancak süreç ilerledikçe bizleri birleştiren sevgi ve acı gibi kavramlar üzerine bir film yamakta olduğumuzun farkına vardım. Bir Japon ile bir Fas’lıyı mutlu eden şeyler farklı farklı olabiliyordu, ama sonuçta tüm insanların yaşadığı çaresizlik duygusu aynıydı. (iste bu caresizligi oyle guzel vermiski, perde karsisinda kivraniyosunuz resmen, oyuncularla beraber) Bence ‘Babil’in çekimlerinin en güzel yanı, farklılıkların yanısıra ortak duyguların da altını çizen bir öze sahi olmasıydı”


gidiniz görünüz dostlar, hatta yetinmeyip diger filmlerini de izleyiniz...

Salı, Kasım 21, 2006

Arkadaslarim Arasi Evlilik Vakasi:
Dun yalan yazi yayinladigimi bildirir, tum okuyucularimdan özür dilerim:) ya hep boyle oluyo bana, hangi arkadasimi unutsam, bana onu hatirlatcak biseyle karsilasiyorum pesi sira. dun sadece 1 arkadasimin evlendigini soylemistim ya, yalan! benim 1-2 yaslarimdan beri tanistigim bi arkadasim vardi, o evlendi 2 yil evvel. sanirim onu evlilik meselesinde göz ardi etmemin sebebi, kendisinin evlilik icin yaratilmis bir havasi olmasi. hani kiz 15 yasinda da evlense, yadirgamazdim herhalde. neyse bu arada ne oldu da arkadasin aklina geldi derseniz, annem dun, bosanacaklarini soyledi:( nedir kardesim, bu bosanma sıklıgı, boyle "al-at" konseptinde evlilikler gorunce korkuyorum valla. mezara kadar surmeli kardesim evlilik dedigin, yoksa niye evleniyosun alla allaa. babannemle buyukbabam gibi olmak istiyorum ben, 85 yasimda, elimdeki torbalari almak icin kırıs kırıs ellerime uzanan 90'lik kocamin yanagina bi opucuk kondurmak istiyorum. annanemle dedem gibi olmak istiyorum, ondan evvel ölürsem, fotografimin onunde bir kırmızı gül ve "seni çok özlüyorum" yazan bir kücük not bulmak istiyorum. annemle babam gibi olmak istiyorum, her allahın gunu opusup koklasmak, kucaklasip sakalasmak...

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Faithless'ten Insomnia'yı dinliyorum, ya bi sarki bu kadar mi guzel olur! cok seviyorum ben bu sarkiyi ya! buraya hakkinda yeni bi yazi ekliycek kadar cok seviyorum. kulakligim kulagimda normalde pek yuksek sesle dinlemeyi sevmesem de, bu sarkida sesi kısamiyorum. once ufaktan kıpırdamaya basliyor icim, sonra yukseliyor, yukseliyor ve fıskırıyor sanki:) tabii bu noktada ben de yerimde duramiyor, oynayip duruyorum, sanirsiniz bir pazartesi sabahı universitede degil, bir cumartesi gecesi techno partideyim:D Faithless'ı seviyorum, Insomnia'yı daha cok seviyorum... bu yaziyi 2 dakika bile boyle muzige dayanamayan, hatta bu sarkilari "durmadan aynı dımtısı tekrarlıyor" seklinde yorumlayan sevgili dostum Asli'ya ithaf ediyorum...
Yakın Arkadas Nisani:
Cumartesi yakin bi arkadasim nisanlandi. lisede beraber soru cozdugumuz, ayni voleybol takiminda top pesinde kostugumuz, bizden 1 yas buyuk olmasina ragmen genelde ablaligina soyundugumuz, yerden bitme, seker kiz. simdiye kadar sadece 1 arkadasim evlendi ama onunla tanistigimda buyuktu zaten, yani birlikte buyuduk diyemiyorum ve zaten 4 yas buyuk benden, dolayisiyla onun evlenmesini bu kadar yadirgamamistim. Cumartesiyse bi tuhaf oldum, nerdeyse agliycaktim, -aman da benim kucugum buyumus de nisanlaniyomus da- filan diye. tabii bunun yani sira, -kizim millet erkek arkadas yapti, uzun zaman cikti, onun O olduguna karar verdi ve bunu cumle aleme duyurdu, sen napiyon- diye bi kisim dusunce de gecti:) bu yazimi, sezen aksunun cok anlamli bir eserinin bir kisim sozlerine yer vererek bitiriyorum:D

Tanrım tek başına koyma kullarını
Yalnızlığa ancak sen dayanırsın
Güzel çirkin deme sen kayır yine
Bir munasip koca her birimize
Hasretini çekmislere
Tazeyken dul kalmışlara
Alı gülü solmuşlara
Ver ver ver ver
Gökte uçan kuşlara
Kurumuş kocamışlara
Boynu bükük kalmışlara
Ver ver ver ver
Hey tanrım bana üç tane
Üç de yetmez beş tane
Bes de yetmez yedi tane
Ver ver ver ver
Ver allahım ver

Salı, Kasım 14, 2006

Ali Abi:
burda calisan, temizlik, getir götür ve cay-kahve meseleleriyle ilgilenen bi ali abimiz var, kendisi alem bi insan. bu bloga girmeyi coktan hak etti aslinda da, ben erteledim onla ilgili anilarimi yazmayi biraz. neyse bugunki diyologumuza yer vererek basliyorum cin alinin maceralarina.

iki yandan topladım bugun saclarimi, uzadi ya toplaniyo artik. sabah sabah geldi, soyle bi bakti bana ali abi, bisiler mırıldandı agzinda, anlamadim efendim dedim. bu bi iki kere tekrarlandi, megerse, benim boyle vikinglere benzedigimi soyluyormus:) sonra yetinmedi, arkasi dönükken, tekrar söylemeye basladi biseyler, yine anlamadim once, sonunda onu da soylettim, "genelde ilkokul bebeleri toplar böyle saclarini, neyse canim iyi olmus, hani degisiklik olmus iste size de" dedi :D komik adam ya, daha anlatirim ali abi'den...
akşamdan kalma:
7:45te cikiyorum evden sabahlari ve bu sabah 7:35'de uyandim. telefonun alarmini ertelemeye calisirken kapatmisim anlasilan. bi gözümü actim, saate baktim ve firladim yataktan. gece ictigim rakilari unutup boyle bi firlamayi yapmamam gerektigini akil edemedigimden, sarsildim haliyle biraz. hani boyle zamanlarda basın normalden agirdir, gözler bulanik, dilin damagin kurumustur, hatta butun cildinde bi kuruma söz konusudur, kafan dumanlı, refleksler zayıf, sanki beyninin verdigi hareket emirleri 2.bi merci tarafindan onaylaniyordur, bu 2.merci de dosyalari genelde beklettiginden dusundugunu aninda gerceklestiremiyorsundur, oyle bi haldeyim. sirf rakı icip, karistirmadigimdan, mide saglam allahtan, bi de onla ugrasmaya gerek yok. ama agir hareket etmem de fayda var, lakin 10 dakkam mevcut cikmak icin, millet yollarda beni bekliyo, bekletememek lazim hele bi de sogukta. velhasil hazirlanip ciktim, basariyla bu aksamdan kalmaligi da atlattim. kremlendim bol bol, suya da yuklendim, saat 10 itibariyle gayet iyiyim.

gelelim geceye, dostlarla bulustum, babamin tabiriyle askerlik arkadaslarimla. ozlemisim. acaip bi yere gittik, masalarda izgaralar var, her masanin kendisine ait, bir nevi ocakbasi. koy domatesleri, kofteler yaniyo abicim, su eti cevirsene, hakanım biraz tuz atsana, murat kekigi verir misin, doldur rakıları, ya kenan bi 35lik daha mi istesek, olur valla abicim iceris, ee o zaman şoyle birer de kanat soyleyelim, of of biber cok aciymis, yandim... tarzinda konusmalar var masada. ee fasil ekibi (darbuka, keman, kanun, klarnetten olusan cingenemtrak bi ekip) bizim boyle icip eglendigimizi gorur de yanimiza gelmemezlik eder mi... usustuler basimiza, aplam sen ne istiyosun, sizin icin ne calayim, diye diye epeyce bi sarki soyledik, bu arada adam bana urfali misin diye sordu, nasi sarkilar tercih ettiysem artik, ya da urfali bi tipim mi var acaba:) en son antep de yapmistik bu ekiple raki muhabbetini, gecen kisti, epey gecmis ustunden, neyse daha nice geceler diliyorum boyle keyifli...

Pazartesi, Kasım 13, 2006

aklima esenler:
canım sıkıldı, oda cok sıcak bunaldım, disarda yagmur yeni bitti, gunes cikti ardindan, disari cikmak geldi icimden, biseyler tıkmak istiyorum agzima, al cüzdani firla disariya...büfeye gittim, kitkat aldim, yenisi cikti bitteri , aklimdaydi ne zamandir denedim fena degil, bir de ayıcıklı jelibon yanina. bu kadar disarda durmak az geldi, asagidan dolanarak gideyim bölüme...ayaginda botlar var, rahat rahat girebilirsin camurlu sulara, bu bakimdan iyi de, bu botlarda cok agir be kardesim, hic sevmiyorum bot isini, hep lastik pabuc giymeliyim. yaz kis samoa isterem, samoa isterem. abi inanamiyorum adidas'in artik samoa cikartmadigina, baska bi tane daha bilmiyorum onun kadar guzel gorunen ve rahat bi modelini adidasin. aptal adidas, hatta ADİdas, ögg...bu arada bu laf attigin botlar da kendinin degil ya neyse, annen yeni botlarini sana bagisladi, bakti senin cikip alacagin yok kendine. ya zengin olsam yapacagim ilk sey ne biliyo musunuz? kendime alisveris icin bi adam tutmak, boyle benim zevkimi, bedenimi bilen bi adam. o yapsin alisverisi benim yerime. hatta dolabima bakip, "hımm buna bu sezon bot almak lazim, bir de kot alayim, bir beyaz bluz, sunun uzerine giyecek bir sey bulamiyordur, yesil de bi gomlek alayim" filan dese... hadi cok zengin oliim ben... aslina bunun prgorami yapilabilir. bi kereye mahsus tüm dolabindakilerin bilgilerini girersin. iste boyle cins cins, renk renk, tarz tarz. o sana kiyafetleri gruplar, cesitli kombinasyonlar olusturur, renk ve model uyumunu göz önüne alarak. sonra her yil modaya göre güncellenir. yeni kiyafet aldikca girersin bilgisini. azaldikca silersin. uyari verir gerekince, "hic koyu renk corabiniz kalmadi" diye. sonra butun magazalari tarar, koyu renk coraplarini gösterir sana fiyatlariyla, pıt pıt 2 tusla secersin istedigini. kredi kartindan cekilir eve de kargoyla gelir. yess! bana gore yuzyilin bulusu bu:) bana bakin fikrimi calip da yapan olursa telif hakki isterim ona gore... hatta gelin satayim da yapin hemen. cok para da istemicem, programi bana bedava verin nerdeyse yeter...
Dolaplarimi duzenledim gecenlerde, şiir dosyalarımın birinin icinde 13-14 yaşlarımda yazdığım şiirlerimi buldum, hatırlıyorum ortaokuldaydım hoşuma gitti, bi iki tanesini paylaşayım dedim...

Korktuğu okunuyor gözlerinden,
Anlatıyor gözleriyle kortuğunu neden,
Susmayan tabancalardan,
Kurşunlardan namlulardan fırlayan.
O da istiyor savasın bitmesini,
O da istiyor diğerleri gibi.
Yine de tek yapabileceği beklemek savaşın bitimini,
Ya da ölüm vaktini...

Not: ne savaşı beni etkilemişti hatırlamıyorum, düşünmek lazım, 94-95 yıllarında ne vardı. hatta bunu okurken hatırladım, bir de savaş konulu hikaye yazmıştım o zamanlarda, Anne Frank tadında. bir kız çocuğunun savaş sırasındaki aşkını anlatıyordu. Aşkı ne cabuk kesfetmişsem, aynı yıllara ait bir de böyle, belli ki yaralı bir kalpten fırlamış bi şiir var:

Saçlarım alev rengi değil belki,
Gözlerim de renkli.
Seviyorum seni ölesiye,
Yetmez mi?

Cuma, Kasım 10, 2006

En uzun bayrak direğini dikmişler Hacettepe'ye, o kadar uzunki, üzerindeki bayrak 8x12 olup, 96m2’miş. Bilkent'ten bile görülüyor. Muhteşem dalgalanıyor. İnanın dalgalandığını her gördüğümde tüylerim diken diken oluyor. Bugünse yarıya indirilmiş o bayrak. Daha bir başka duruyor. 10 Kasım bugün, hüzün bayraktan bile okunuyor. O'nun ( "o"nun sadece Atatürk ve Allah için kesme işaretiyle ayrıldığını öğrendiğimde 7 yaşındaydım. O'nun ne kadar büyük olduğunu düşünmüştüm.) ölümünün 68. yılı...
Canımı verdiğimde ayağa kalkacağını bilsem, düşünmeden veririm gerçekten. Sirenler çaldığında tekrar beynime üşüştü yaptıkların. Herhangi bir insanoğlunun yapması imkansız gibi duran onlarca şeyi başarmışsın. Mucize olmalısın. Kaç yıl geçti doğumundan, değil ülkemize, yeryüzüne bile geldiğini sanmıyorum senin benzerin bir tane daha. Kurduklarını korumak bile bu kadar zorken, nasıl yaptın bunları akıl sır erdiremiyorum.
Seni saygı ve özlemle anıyorum Ata'm...
Bi fıkrayla bu yazimi noktalamak istiyorum,
Erdogan uluslararasi bir toplantiya katiliyor. Herkes ulkesinin basarilarini anlatiyor. Hepsi soyledikten sonra Amerika basbakani hepsini bastiracak olan, haberini patlatiyor. "ölüleri diriltebiliyoruz" diyor. Erdogan da altta kalmamak icin "biz de saniyede 100 km kosabiliyoruz." diyor. Erdogan Türkiye'ye geri döndügünde ise, topluyor danismanlarini söyledigi yalani anlatiyor. Amerika basbakani haftaya gelecek, ben ne yapacagim diye soruyor. Sonunda danismanlardan birinin aklina bir fikir geliyor. ve söylüyor:
- Basbakan geldi mi, Anitkabir'e goturur, madem ölüleri diriltebiliyorsunuz, Atatürk'ü diriltin dersiniz. Diriltemezse sorun yok, eger diriltmeyi başarırsa, yine sorun yok cünkü siz zaten saniyede 100 km hizla kosarsiniz.

Perşembe, Kasım 09, 2006

örgü mücadelem

Örgü örüyorum ben, atkı atkı! hem de selanik cinsi (cins mi deniyo, model mi, çeşit mi, bilemedim ya neyse) örgü:) 1-2 hafta oldu baslayalı, mehter takımı edasinda 2 ileri 1 geri yapiyorum. örüyorum, bozuk olursa söküyorum, bu arada sökmeyi kolay bişey sanmayin, sökmek demek, geri örmek demek, yani diyelim 1 satır (buna satır denmedigi kesin, örgü de satır diye terim olur mu yahu, nerden geliyosun sen, öğretmen misin nesin?!) geri gitmeniz gerek, 1 geri örüyosunuz, sonra bi de düz örüyosunuz, yani 2 satır örüp, ancak basladiginiz noktaya dönüyosunuz. ilmek(iste örgüye ait bi terim, en azindan bişi biliyomusum, iyi iyi) kacti mi bittiniz, nitekim ben cok yapiyorum, boyle sisin ucundan gidiveriyo. gitti mi pıt pıt, 3 satir iniyo o. yakala yakalayabilirsen. bu ne demektir, 3 satir geri ör, sonra da 3 yukari, yani bi ilmek kacirdim mi basladigim noktaya geri donmek icin 6 satir örmem gerekiyo, zaman tuttum (matematikciyim ya, bayilirim herseyi hesaplamaya) bi satir 6-7 dakikada örülüyo. gecen gun yarım saat kadar bi bos vakit buldum öreyim biraz dedim. 2 satır=15 dak ördüm ve bi ilmek kacirdim, 3 satır indi, bu durumda örgüyü elime aldigim noktaya getirmek icin 3 geri + 3 ileri = 6 satır. 6*7 dk= 42 dak ihtiyacim oldu. 2 satir da baslangicta gittigim dusunulurse, ilmek kacan ana geri dönüsüm 1 saat demek oldu. e benim toplam yarım saatim vardi. hehehhe, hala bu kadar hesaptan bunalip okumaktan vazgecmediyseniz, sizin de anlayacaginiz gibi, örgüyü elime aldigim andakinden daha geride bırakmıs oldugumu anlarsiniz. atkiya bi bakiyosun kisalmis:D iste oyle...

Pazartesi, Kasım 06, 2006

Masanın Öbür Yanı:
Kaç kez o koca amfide sınava girmisimdir, ne diferansiyel denklemler, soyut matematikler, real analiz sinavlari vermisimdir. kopyalari siralara islemis kucuk kucuk, sınavdan önce gerekirse kullanmak icin kucuk kagitlar hazirlamis, kimin nereye oturacagini dakikalarca tartismis, her kaş göz isaretini kodlamis, hangi cebe hangi bolumun kopyasini koymanin daha iyi olacagini dusunmusumdur. o sinava hangi asistanin girecegini, yer degistirip degistirmeyecegini, hangi hocanin goz actirmadigini hesaplamisimdir. ogrenciydim ya kopya benim isimdi. bugunse gozetmenlik yapan benim, kopya cektirmemek oldu bu sefer isim. kopya ustasi oldugumdan, herkesin planini anlamak o kadar basitlesiyor ki, cok komik gercekten... yine de cok hırpalamadim cocuklari, uyardim sadece... ve devam etmelerine izin vermedim, dikildim tepelerine:) cok tuhaf bi durum gercekten masanin obur yaninda olmak, herhalde cocuklarima izin verirken de benzer duygular yasayacagim, onlar gitmek isteyecekler babamin deyimiyle "barlara, pavyonlara", ben olmaz diyecegim, buyudukce de azcik azcik verecegim... hehehe dunyanin kurali bu desenize:D

Cuma, Kasım 03, 2006

Ölü böcek mevsimi:
bu ne ya! penceremin önündeki taşta abartmiyorum 15 tane irili ufaklı böcek leşi mevcut. bi iki gün önce ölmekle ölmemek arasında kararsız kalmış bi tane ateş böceği su bardağımın kenarında cambazlık yapiyodu. bugun sabah geldim, cayimi koydum, maillerimi kontrol ediyordum, kanı donmak üzere olan uyuşuk sineğin teki tur attı burnumun dibinde. 2 dakka geçmedi, fincanı agzima götürdüğümde bizimkinin fazla dayanamadığını fark ettim, ölcek yer mi yok, bak git pencere önünde mezarliginiz var, benimkinin cephesini begenmiyosan oda arkadasim meryem'inkine git. meryem'in mezarligi daha populer ustelik, hem meryem de alisti artik, gecen gun bi tanesinin can cekismesini izliyodu ilgiyle. bakiyorum şimdi yeni bi yer bulmussunuz kendinize, klavye üstü! klavye böcek mezarligimizin, E ve S harfleri dolmuştur, geri kalan tuşların üstü hala boştur bekleriz kardeşim, buyrun, utanmayin...

Çarşamba, Kasım 01, 2006

30 yaz gördün daha, 30 kış sadece...

30 yaz gördün daha, 30 kış sadece, 5’ini hatırlamıyorsundur bile… 2 ay önceydi, damatlığın içinde, alkışlar arasında, ömrü boyunca seninle birlikte olacağına inanan sevgilinle el ele salona giriyordun. Annenin gözlerindeki yaşlar çok farklıydı şimdikinden, seviniyordu bir yandan o zaman. Oysa şimdi toprağın altında bedenin… Üstelik aldığın kurşunlarla delinmiş, kanamış, canın kim bilir ne çok acımış...
Dün karşılaşmış arkadaşlardan biri seninle otobüste, Pazar birlikte yemek yeriz demişsiniz… Önümüzdeki hafta neler yapacağını anlatmışsın. Oysa önünde değil artık o hafta. Sen “gelecek yıl”ın, “ertesi gün”ün, “bu yaz”ın anlamını kaybettiği bir yerlerdesin muhtemelen. Hala küçük bir çocuğa aitmiş gibi görünen kara gözlerinle şaşkın şaşkın bakıyorsun belki de etrafına, kim bilir.
Fotoğrafımıza bakıyorum ben de burada, hani senin gece geç yatmana rağmen sabah üşenmeyip, onca yolu geldiğin, çimenlerde yayıldığımız, denize girdiğimiz o gün çekilmiş fotoğraf. Adımla hitap etmiştin bana o gün, şaşırmıştım. Keyfimi yerine getirmek için ne çok uğraşmıştın. Hararetle bir şeyler anlatıyorsun belli ki. En az 10 kişiyiz fotoğrafta, ben buradayım hala, Murat da, Hakan da… Sen yoksun oysa. Yüzemeyeceksin bizimle bir daha.
Fasıl gecesi de hala aklımda, tokuştururken rakı kadehlerini, kim bilir neyin şerefine içiyorduk. Neden “hayat”ımızın şerefine içmek gelmez ki hiçbir zaman aklımıza. Yaşamazsak ne anlamı kalır ki sahip olduğumuz şeylerin… Ne tuhaf en değerli şeyimizin, bu kadar ucuz olması, bu kadar kolay kaybedilmesi.
Nerden bilebilirdin, giderken o yolda, adamın silahını çıkarıp seni vuracağını, sen eve dönerken alacaklarını düşünüyordun belki ya da haftaya kadar yetiştirmen gereken işleri, telefon faturanı, kuru temizlemeden alınacak ceketi, buluşmak üzere söz verdiğin, bir türlü buluşamadığınız arkadaşını, eşine çiçek almayı, babana uğramayı, henüz adresini değiştirmediğin için annenlere giden mektuplarını almayı…
Kalanlara ne demeli Koray, onlar ne yapsın? Gözpınarları kuruyana kadar ağlasalar, gözyaşlarının tamamı aksa dindirir mi acılarını? Sevecek başka insanlar bulsalar, doldurur mu yerini? Seninle birlikte abin de gitmiş, hangi kalp böylesi iki koca acıya dayanabilir ki? Torunlarını sevmeyi bekleyen ailen, bunu nasıl kaldırsın? Sanmıyorum anneciğin sakinleştiriciler olmadan ayakta kalsın…
Bu arada aramak gelmiyor kimseyi içimden, kime ne diyeyim, “başınız sağ olsun”ların biraz olsun olur mu faydası, tanımıyorum bile kimseyi, gruba posta atsam ne olacak? Bakabilecek misin maillerine? Ne kadar çok başsağlığı dileyen var görebilecek misin? Kaçı görev icabı yazmış ya da telefona sarılmış sayabilecek misin? Arayanların kaçı seni tanıyor? Kaçı tanımadan bile gerçekten üzülebiliyor? Ve seni tanıyan kaç üzgün ne telefonuna ne posta kutusuna saldırıp, seni kendince bir yazıyla uğurluyor...