Salı, Kasım 30, 2010

Ben: "Dünyanın en güzel kedisi bizim evde."
Annem: "Tabii, zaten dünyanın en yakışıklı erkeği de sizin evde."

:) Annem geçsin bakalım dalgasını, ama ben dünyanın en yakışıklı kocasına sahip olduğum gibi, en güzel kedisine de sahibim. Karılar kıskançlıktan çatlamasın diye, kocamın fotolarını koymuyorum ama kedişinkileri paylaşabilirim.
"Merak kediyi öldürür" bu kadar mı yerinde bir laftır arkadaş. Kedimiz o kadar meraklı ki, girmediği delik, araştırmadığı boşluk, tırmanmadığı raf, üzerine patisini vurmadığı leke kalmadı. Onu küvette, çamaşır makinasının içinde, kütüphanenin 2. rafında ya da çamaşır sepetinde araştırma yaparken görebilirsiniz.
Bazen de bir türlü göremezsiniz, çünkü bir duvarın dibine sinmiş, avını bekliyordur ve misal (size misal, bana yaşanmışlık) sizin bir düğüne gitmek için giydiğiniz elbisenizin altındaki incecik çoraplarınızı, bacağınıza atlamak suretiyle kaçırıverir.
Madem bahsetmeye başladım kendisinden, az daha anlatayım. Torbalarla oynamayı çok seviyor. İçine torbaları koyduğumuz ikea'nın bir zımbırtısı var, devamlı o şeker patilerini sokup oradan bir torba yürütüyor. Ben torbaları katlamak suretiyle minik toplar haline getirmiş olduğumdan, bir müddet top yapıp peşinden koşturuyor, sonra torba açıldıkça, koşmayı kesiyor; ardından torba kendisine saldırmışcasına ve şu hayattaki en büyük düşmanı oymuşcasına haşur huşur debelenip, torbayı öldürüyor.
Tırmalaması için aldığımız oyuncak / alet (adı her neyse) hariç her yeri tırmalayabiliyor. Ayrıca merakından ve hareketliliğinden mütevellit ortada biblomuz falan yok, ben şunu bir inceleyim dedi mi ya da ev içinde attığı deparlardan birinde önüne çıktı mı yanarız. En kötüsü de sersemin patileri falan kesilebilir. Neyse ki evimizde öyle minik aksesuarlarımız yok. Gayet sade olduğundan, fazla bir değişiklik yapmamıza gerek kalmadı.
Ha adımı? Hala yok :) Kızılderililer misali, kendini kanıtlamasını bekliyoruz. Şaka bir yana, biraz alerjik reaksiyonlar oluştu karı-koca bizde. Ne biz ona, ne o bize fazla alışmadan vermeli miyiz diye düşündük (ad koyma işini de o yüzden bu kadar salladık). Ama bir yere gittiği yok işte, veremiyoruz. Kocacım aksırıp tıksırmaya, ben de ellerimdeki kırmızı lekelerle gezmeye razıyım gibi görünüyor.

Pazar, Kasım 28, 2010

Bana, huysuzluklarımı seven biri lazımdı.
Şayet huysuzluğumu seven hiç kimse yoksa,
Bana hiç kimse lazımdı...

Cumartesi, Kasım 27, 2010

Aklım kalabalık,
İçim boş,
Ruhum daralmış,
Ben huysuz...

Perşembe, Kasım 25, 2010

Değerli okuyucular, öğrenci av sezonu açıldı, bir diğer deyişle jüri ayı geldi. Pazartesi günü Vildan Hanım dönemin ilk TİK'ine (Tez İzleme Komitesi) girecek örneğin. (Kendisine kolaylıklar diliyoruz :) )Önümüzdeki 1 ay boyunca ise doktora yeterlik sınavları olsun, TİK'ler ve tez bitirmeler olsun bölümümüz cıvıl cıvıl (!) olacak. Benimki 13 Aralık'ta, e şöyle 8'inde falan raporunu yollamak lazım gelir. Gerisini siz düşünün.

Madem TİK'ten girdim, tezimle devam edeyim. Bilgisayarım yenilendiğinden beri bir türlü yükleyemedim Nvivo programına lanet okuyorum epeydir. 7-8 ve 9. sürümlerinin hepsini 3'er kez kur-kaldır yapmışımdır rahat. Sonunda başarıya ulaştım, umarım mutluluğum bozulmaz...

Çarşamba, Kasım 24, 2010

Daha önceki yazılarımdan birini* yazarken bir karar almıştım; o da gezdiğim gördüğüm yerleri yazmaktı. Yurtiçi olanları atlasam da, yurtdışı olanları aksatmadan yazmaya çalışıyorum. O sebeple acele bir yazıyla bu kurban bayramı seyahatindeki gittiğim ülkeleri söyleyeyim:
  • Hırvatistan / Dubrovnik
  • Bosna Hersek / Poçiteli, Mostar
  • Karadağ
Bamtur ile gittik ve kendisi benim gördüğüm en kötü turdu! 15 saat rötarlı kalkan bir uçakla başlayan serüvenimiz, otel rezervasyonumuz 1 gecelik yapıldığı için otelden atılma ihtimali ile karşılaşmamız, bunun için (zaten rötardan dolayı 1 tam gün gecikmiş olan) şehir turumuzun en az bir saat gecikmesi ve o esnada bavullarımızı önce toplayıp, sonra geri yerleştirmemizle devam etti. Türkiye'den herhangi bir yetkiliyi bir kere bile görmedik, nadiren gördüğümüz Türkçe bilen Hırvat rehberler vardı. Bir başka gün yine organizasyon bozukluğu nedeniyle, 1 saat kadar, yolda otobüsün içinde bir başka otobüs gelmesini ve araca sığmayıp, ayakta kalan müşterileri almasını bekledik. Bir tam günümüzü yemesi ve diğer karşı karşıya bıraktığı durumlar sonucu özür niteliğinde Karadağ turu için ekstra ücret almadı, bir de Bosna Hersek turunu 35 Euro'dan, 35 Euro'ya indirdi :) O nasıl oldu derseniz; efendim bu zaten 50 Euro'luk turmuş daaa, evraklara yanlış yazılmış daaa filan falan. Haa bu arada adalar turu falan görünüyordu programda ama meğer bu mevsimde yapılmazmış, bir de programda gideceğimiz şehirlerden birine yol çok uzakmış, oraya da zaten gidilemezmiş, tüm bunları oraya gidince öğrendik. Tabii Prag'a, Dubai'ye, Portekiz'e ve Roma'ya gitmek için Bamtur'a başvurmuş ama Bamtur'un Hırvatistan'a yolladığı bir sürü yolcu vardı grubumuzda, bir de Bamtur'un farklı ülke uçak bileti gösterdiği için Schengen vizesi için pasaportlarına red basılan daha sonra da pasaportları sözde kaybolan müşteriler vardı, onların durumu daha vahimdi. Neyseki biz Hırvatistan'a gitmeyi amaçlamıştık Hırvatistan'a geldik, pasaportları da Bamtur'a kaptırmamayı başardık.

Sonuç mu? Bu ülkeleri gezebilirsiniz, gezmek güzeldir :) En güzeli Hırvatistan ki daha önce de görmüştüm, 2.kez görmeme rağmen en çekicisi o geldi. Ama Bamtur'la gitmeyiniz.

*http://kendicapimda.blogspot.com/2008/10/bayramda-bi-dolu-gezdim-yazsam-mi.html

Çarşamba, Kasım 10, 2010

"Ben Ata'ma doymadım.
Doysun kara topraklar..."

Pazartesi, Kasım 08, 2010

Rüyamda Devlet Opera ve Bale Sahnesi'ndeymişim, bir dans okulunun çocuk grubunun gösterisi varmış. Ben sahne arkasında bir göz odayı birkaç kişiyle paylaşıyor, orada kalıyormuşum. Bu arada söz konusu gösteriyi izlemeyi çok istiyormuşum, ancak bölüm başkanım izin vermiyormuş. Bölüme yeni gelen bir hoca da bu durumu, gösteriyi izlemeye gelen rektöre şikayet ediyormuş. Haa tabii bu arada ben sahne arkasındaki odada yaşıyorum ya, çamaşırlarımı sahneden görünecek şekilde trabzanlara asmışım ve arada utanıp donumu, pijamamı falan toplamaya karar veriyorum. Sonuç mu? Gösteriyi izleyemiyorum, o sırada Kızılay meydanında gitmekte olan bir uno'yu durduruyor ve anneme yetişmek için çocuğun arabasını bir saatliğine kiralıyorum, neyseki çocuk Turgay'ın arkadaşı çıkıyor da seviniyorum :) Var mı yorumlayacak olan?

Pazar, Kasım 07, 2010

"Anlatacak birşeyleri olanlar, anlatmanın bir yolunu mutlaka bulurlar." buna benzer bir söz vardı, ama kimin sözü çıkaramadım. Kimbilir belki de benimdir :) Epeydir düşünüyorum. Henüz yazı yazmayı bilmezken, bol bol resim çizerdim. Okuma yazma işini söküp, 3-4 yıl okuyunca şiir yazmaya başladım. Nereden baksan bir 10 yıl yazmışımdır şiir. Sonrasında beni şiirin kesmediğini fark ettim, yavaş yavaş düz yazıya geçtim. (Gerçi kafiye sevdam, düz yazıda da peşimden gelir çoğu zaman.) Epeydir düz yazı da kesmiyor, biraz bunun da etkisi var yazılarımın azalmasında sanırım. Belki de en başa dönmeli, yola renklerle devam etmeliyim. Hem resimlerim üzerine yazı da yazabilirim...

Cuma, Kasım 05, 2010

Ekim ayını 5 yazıyla kapattığıma inanamıyorum, iyisi mi bir özür mahiyetinde Ekim'den aklımda kalanları not düşeyim.

Kronik kulak ağrım, günlerden bir gün beni yatakta zıplatmak suretiyle uyandırdı, tabii o derece acıyı hissedince bende bir doktora gitme isteği belirdi, farklı 2 doktora toplam 3 kez olmak üzere kulağımı gösterdim. Ancak kulak temizdi, tabii dişçinin yolunu tuttum, ama bundan önceki kulak ağrılarımdan mütevellit ağzımda çekilmemiş 20'lik kalmamış, şuçu onlara da atamadık. Ardından eklemlerle ilgilenen bir hekime göründüm ve kendisi ağrının çenemi fazla sıkmaktan olduğunu söyledi. İlaç ve sıcak havlu uygulamasının ardından ağrılarım biraz azaldı, ama kontrole gitmem gerek. (Ama belirtmeden geçemeyeceğim, ağrı demek az gelir, acıydı daha ziyade, kulağımı, çenemi geç, başımın o yanına, saçlarıma elimi sürünce canım acıyordu...)

Ekim'den bir başka haber, Bartın, İnkumu'na gittik 3 günlüğüne, kankim ve sevgilisiyle. Şahane bir tatildi, çok eğlendik. Amasra'yı falan da gezdik. Yolda bulduğumuz bot fabrikasından alışveriş yaptık, kocacıma iki tane aldık. Kaldığımızın tesisin önü deniz, arkası ormandı. Bu söylediğim gerçek, arada başka yapı yok :) Karadeniz'de yeşilin her tonunu gördük tabii. Harika bir garsonumuz vardı, kendisinin Nirvana'ya ulaşmış nir hali vardı. Tesisteki onca canavar çocuğu ve huysuz müşteriyi idare ediyor, üstelik bundan mutluluk duyuyordu. Örnek insan...