Pazartesi, Ağustos 31, 2009

Bir haftadır konsantrasyonum, 0-1 aralığında seyrediyor, bu değer epsilon sayılacağından, haliyle elle tutulur bir iş yapamıyorum. Evlilik aşkı öldürür mü henüz bilmiyorum ama akademik hayatımı öldürdüğü kesin. Ancak bu hafta azimliyim, bir konferans varmış, Vildan sağolsun, gamlı baykuş gibi, nerede çalışma kasma gerektirecek bir şey var haber veriyor. İşte şimdi ben de, söz konusu bir çalışmamı İngilizce'ye çevirmek , makale formatına uydurmak için uğraşacağım ve bunun için pek az zamanım var...

Cuma, Ağustos 28, 2009

nolur anlamlı olmasa o kadar... uydursam, uyduruk olsa; boş konuşsam laf sanılsa. kurmasam cümleler. ya da kursam düzgün olmasa, devrilseler. tırtıklasam oradan buradan kelimeler. yan yana yazsam, ama onlar kendilerini cümle zannetseler. hatta kafiyeye meyletsem cümle sonralarında, oldu olacak kendilerini mısra, nesri de şiir zannetseler.

Perşembe, Ağustos 27, 2009


"And now, back to wasting my time!" hissi aynı benim de içimdeki...

Kırılan serçe parmağımın yarattığı en büyük sıkıntı ne tahmin edemezsiniz sanırım... Klavyenin kısa yollarını kullanırken canımın acıması. Ve bunun sonucu olarak; ctrl tuşuna embesilce yüzük parmağımla basmaya çalışmam.

Salı, Ağustos 25, 2009

Bugün kütüphane'ye gittim, 2 yeni kitap aldım. Bu vesileyle de epeydir kitaplarla ilgili yazılar yazmadığımı fark ettim. Bugün üşengeçliğimin ve bunca kitap birikiminin sonucu olarak, son zamanlarda okuduğumu hatırladığım kitaplardan kısa ve öz bir şekilde bahsedeceğim, beğenip de bir kenara not ettiğim parçaları varsa yazacağım:

KİMYA HATUN / Saide Kuds: Mevlana ve Şems ile ilgili bir kitap, sevdim, tavsiye ederim, tarihsel doğruluğunu bilmiyorum, bilen varsa yorum bekliyorum... Bu arada içinde şöyle bir laf geçiyordu, çok basit ama çok hoşuma gitmişti. Günler geçmek bilmiyordu, saatin zamanın ölçüsü olmadığını ilk kez o zaman anladım.

BAB-I ESRAR / Ahmet Ümit: Yine Mevlana'yla ilgili bir kitap. Ancak Ahmet Ümit'i her okuyuşumda, belki yüksek beklentimdendir ama, hayal kırıklığına uğruyorum. Yine uğradığımı söyleyebilirim, dili çok yavan geliyor. Ama yine de kütüphaneden aldığım kitaplardan biri; Beyoğlu Rapsodisi .

DÖNÜŞÜM / Franz Kafka: Enteresan bir konu, sabah uyandığında böcek olmuş olan Gregor Samsa... Çok yalın, ama çok derin. Kitabı biraz irdeledeğinizde, niye bu kadar meşhur olduğunu, sistemin bir insanı ne hale soktuğunu anlatmak istediğini anlayabiliyorsunuz.

ÖRÜMCEĞİN KİTABI / Nazlı Eray: Büyük ustalar haricindeki Türk yazarlardan da iyi işler çıkabileceğine dair keşfettiğim örneklerle beraber (Sezgin Kaymaz, Alper Canıgüz, İlhami Alagör) , Türk fantezi roman alanındaki Nazlı Eray'ı buldum, oldukça fazla kitabı var, okuduğum bu ilk kitabı umut vaad etmekle beraber, yine de iyi sayılmaz. Bir başka kitapla kendisine bir şans daha verebilirim belki. Not almışım bu kitaptan da: "Yaşamın dekoru değişince, bu duygu söner, yok olur gider." Yaşamın dekorunun değişmesi fikri orjinal geldi, ama yanlış hatılamıyorsam, aşağıda bahsettiğim Flaman Tablosu isimli kitapta da okudum bunu, anonim bir şey mi bilemedim...

KÜÇÜK YAZI SATICISI / Daniel Pennac: İşte adamım! Bu da serinin 3. kitabı. Uzun zamandır arıyorum, çok kitapçı gezdim bulamadım, kütüphanede de kayıptı, sonunda bulmuşlar, onu hemen aldım ve günlerce masamda beklettim, balayına kadar okumadım, sırf daha çok keyfini sürebileyim diye. Türünün adını ben koyuyorum sempatik - polisiye. Öncekilerden birinde yine yazmıştım (http://kendicapimda.blogspot.com/2008/08/daniel-pennac-silahl-peri-daniel-pennac.html) Bu arada kesinlikle daha çok romanının çevirisinin yapılmasını istiyorum...

SUDOKU CİNAYETİ / Shelley Freydont: Sudoku severim, ismini görünce enterasan olabilir diye düşündüm, fena değildi, özellikle yaz günleri için böyle çıtır çerez kitaplar uygun geliyor, ama fazla bir özelliği yok, hani polisiye bir şeyler okuyayım derseniz, gidin Grange, Dan Brown falan okuyun, onların tamamını bitirdiyseniz benim gibi, o zaman sıra buna gelebilir... Bu arada Grange ya da Dan Brown'a denk olduğunu düşündüğünüz yazar varsa, yorumlar da o isimleri de bekliyorum...

FLAMAN TABLOSU / Arturo Perez Reverte: Yine bir cinayet romanı, fazlaca gerilim okumuşum üst üste, hep denk gelmiş hakikaten. Bunda da satranç var. Bir tabloda resmedilmiş oyunu, önce geri, sonra da cinayetleri çözmek için ileri oynuyorlar, kitabın içinde oyunun durumu falan resmediliyor, A*1, C*3'e falan diye oyunun pozisyonuna yönelik, gizli notlar çıkıyor, yani satranç bilmiyor ya da sevmiyorsanız boşverin derim. Onun haricinde idare eder.

KANLI TUTKU / Osman Aysu: Yine bir Türk yazar denemem. Osman Aysu pek meşhur polisiye-gerilim türünde, onlarca kitabı var. İlk kez okudum, öyle ahım şahım bir tarafı yoktu konusunun, okumasam da olurdu doğrusu. Ama işte tıpkı Nazlı Eray gibi Osman Bey'e de bir fırsat daha tanıyabilirim.

KOLONİ / Jean Christophe Grange: Adamın okumadığım kitabı kalmadı, haliyle raflarda denk gelir gelmez de aldım, ama Grange amca da performansını düşürüyor gibime geliyor. Son 2 romanını çok beğendiğim söylenemez. Şimdi Koloni'de şansımı deniyorum, hali hazırda okumaktayım o yüzden çok bir yorum yapamıyorum, ancak başrol bir Ermeni'ye ait ve Grange amca sözde ermeni soykırımını, kanlı canlı bir soykırım olarak kitaba yedirmek ve millete duyurmak gibi bir gaflete düştüyse, ayıplayacağım ve kendisini protesto edeceğim.
Elektriğimizi kesmişler, hem de haksız yere. Neyse sabah düştüm Maltepe'ye hallettim bu işi de. Bu arada yarın da sonunda banyo aynamız ve dolabımız geliyor inşallah, çok mesudum. Salon avizelerimiz de takıldı. Gün geçtikçe eve benziyor evimiz...

Pazartesi, Ağustos 24, 2009

kablosuz teknolojilerle ilgili bir sayfada dolanmakta, tezimde işime yarayacak bir gelişme var mı bakınmaktayım, oldukça akademik bir izlenim yaratan bu görüntünün altında, aklımda hangi tilkiler dolanıyor acaba? tatil dönüşü o ev nasıl toplanacak, eve gidince kaç posta çamaşır yıkamam gerekecek, akşama ne pişirsem iyi olacak? bırak "çocuk da yaparım kariyer de" demeyi, sade bir evi yürütemem ben sanki. ev hanımı olmak istiyorum sanırım yalnızca... hea ama Gonca, Turgay, Vildan falan da ev hanımı olsunlar, hatta bana komşu olsunlar. yoksa olmaz, sıkılırım. sabah çayımı kimle içer, öğlen yemeğimi kimle yer, yemek sonrası kahvesini kimle yudumlarım...
kırık parmagim agriyor çok. püf...
1 haftadır Çeşme'deydim, Grand Ontur Hotel'de. Fena değildi. Özellikle kocacığımı kollarıma alıp şu üstü tenteli, her yanı perdeli, yataklı localarda, tam denizin karşısında yattığım Cumartesi günü pek keyifliydi. Alaçatı'yı beğendim, kesinlikle Bodrum'dan daha güzel geldi geceleri gözüme... Çeşme'nin merkezi ise beklediğimden fos çıktı. Neyse kısaca yine yeniden iş başı. Tatil güzel şey, yaz da, bitmese ya...

Perşembe, Ağustos 13, 2009

o kadar çok şey var ki yapmam gereken, ben her zamankinin aksine bunlari alt alta yazıp - en azından bir arada bile göremeye dayanamayacağımdan olsa gerek - to do list mist yapmıyorum... üstelik tüm bunlar hayatı ayrı alanlarında olması gerektiğinden canım iyice sıkılıyor...

Çarşamba, Ağustos 12, 2009

Yaklaştıkça Gonca'nın ayrılış vakti,
iyice ortaya çıkıyor onu ne çok özleyeceğim hissi...

Salı, Ağustos 11, 2009

gerçek yaşama dönüş,
şiddetli bir reddediş,
kuvvetli bir direniş...