Pazar, Eylül 30, 2007

Ne acı;

Ateşin sönüp,

Toprağa karışması.

"Biz"in, "ben"e dönüp,

"Sen"i bırakması.

Ne acı, artık acının acım,

Canının "canım" olmaması.
cuma fasıldaydım, cumartesi de bregoviç konserinde:) bugün de hem ailevi hem de arkadaş planlarım var. dvd mi istersiniz, tabu xl mi, yok yok... dop dolu bir haftasonu kısaca. hatta o kadar dolu ki su an da bölümdeyim :( iş de var yani bu dolu haftasonunda... "5te çıkacan, haftasonu çalışmıycan, özel şirketteki gibi eziyet yok" diye diye transfer etmişlerdi beni üniversiteye ama yalanmış. kader utansın... aslında fasılı anlatmak istiyorum, konseri de şöyle ballandıra ballandıra, ama vaktim az ve yüzeysel geçilemeyecek kadar özel etkinliklerdi benim için, o yüzden erteliyorum:)

Cuma, Eylül 28, 2007

Goran Bregoviç Ankara'daaa! Kaçırır mıyım, tabii ki hayır, aldım biletleri, konsere damlıycam Cumartesi. şimdiden keyifleniyorum, uzun zaman oldu hem güzel bi konsere gitmeyeli. tayfa da sağlam, kesin dans da ederiz, zıplarız omuz omuza, oh oh :D

Perşembe, Eylül 27, 2007

3 gün yazmayıp, bir günde 3 yazı da yazabilirim işte böyle, aslında dersime oturmam lazım da, işte kaçış oluyor bu da bana:) saat olmuş akşamın 10'u, ders olmuş yalan, vicdanımı rahatlatıyorum hiç değilse bilgisayar başında oturarak. yeni kitap aldım kendime, ona başladım. Grange'ın yeni kitabı - şeytan yemini. gerilim merilim filmlerinden hiç hoşlanmam, ama nasıl olduysa, gerilim kitaplarını sevdim. dan brown'un da grange'in tum kitaplari okudum. sıra bunda... 60. sayfada falanım, iyi gidiyor, bitirince tam yorumunu yaparım sanırım. bir tek Taş Meclisi'nde hayal kırıklığına ugratmıstı beni. biraz da Siyah Kan'ın sonunda. bakalım bundan ne çıkacak...
bi de göz doktoruna gittim dün, herhalde 1 yıldır göz doktoru hatırlatması duruyo takvimlerde, telefonlarda, sonunda başardım... dunya kadar teste girdim, bi ara da igne yaptı gözüme feci bi duyguydu, aslinda gözüm uyusuk oldugu icin cok bi acı hissetmedim, ama o ignenin gozunuze girdigini hissediyorsunuz, görüyorsunuz, ıyyk, bi düşünsenize. neyse cogu konuda saglam cıktı gözüm, sanırım rahatsızlıgımın tek sebebi varmış, o da "göz taşı"ymış, göz taşı da neyki derseniz "Safra kesesi ve böbrekte oluşan ‘taş’ hastalığı, göz kapaklarının içinde de oluşabiliyor. Üst ve alt göz kapaklarının içinde yerleşen, yanma ve batma gibi belirtilerle ortaya çıkan göz taşları kızarıklığa da yol açıyor. " işte öyle geçmiş olsun banaaa:)
saclarımı kestirdim dün, su fotograftaki gibi biseye benzedim. bi fotografa bi aynaya bakinca benziyo ve fotodaki pek de havali duruyo, lakin ben cok da biseye benzemedim gibi hissediyorum... neyse canım kökü bizde, benzese de benzemese de... ama en onemlisi "sen kestiginde daha güzeldi" gibi yorumlar aldim ya, daha gam yemem:) artik makaslari saklamasinlar benden:D kuaföre gitmeye son! (tüm mezuniyetlerim, bütün düğünler dernekler fln dahil 10 kere gitmişimdir ancak herhalde, ama olsun)

Pazartesi, Eylül 24, 2007

Bu ellerin sahiplerinden biri geldi uzaklardan, başka diyarlardan:) aylar geçmiş, çok sular akmış , zor günler atlatılmış bu fotoğrafın üstünden, bugün yüzlerde gülümseme yine... Ve Cuma yine bir masanın başında buluşma... O masadan biri eksik :( ama, olsun onun şerefine de kaldırılır ne de olsa. Önce şişeler açılır sonra ürekler. Kaybedilenler kadar kazanılanlar da yatırılır masaya. kuvvetlenen bağlar, yeni dostluklar...


Cumartesi, Eylül 22, 2007


Zaman çok şeyin ilacı ya, ilacı aşk acısının da. Omuzları dikleşir insanın, buğusu azalır gözlerinin geçen zamanla. Uykuyla daha iyi anlaşılır olur, küslük biter, geceler “gözyaşı”, geceler “yalnızlık" olmaktan vazgeçer… Bitip tükenmek bilmeyen umut, yerini hüzne bırakır yavaş yavaş. Hele de elinden gelen her şeyi, fedakarlıkların hepsini yapmış, boşlayarak dökülen gözyaşlarını, açmışsan kalbinin tüm kapılarını, bu da yarana bir bant yapıştırır. Daha az takılır aklına dikenler ve daha da az aklına gelir güller, güzel günler. Dışarıdaki dünyayı yeniden keşfe başlarsın, 13’lük bir genç kız misali ve hissedersin, dünya da seni beklemektedir sanki. Güzelliğinden, aklından, neşenden bahseden erkekler sarar etrafını, kim bilir belki de sen yoktun, onlar hep oradalardı. Muhtemelen dışarısı gözükmeyen camdan bir fanusa kapatmıştın kendini AŞKından ve şimdi AŞKIN onu kırıp seni dışarı salan. Yaşadığın, yeniden doğuştur bir nevi. Onca zamandır görüp adını bile aklında tutma zahmeti göstermediğin adamın gözlerini yeni görebilirsin, bir başka, bir güzel, bir yeşil gelir bu sefer. Demir alma vakti yaklaşmıştır belli ki. Terk etmeli limanı artık, rüzgara açmalı yelkenleri…

Çarşamba, Eylül 19, 2007

Arşivden, 04 Ocak 2007

Dünyanı aydınlatan Güneş'in battığında ya da sadece Ay'dan ibaret çıktığında; yere göğe sığdıramadığın, sevmeye doyamadığın insanın, seninle aynı geleceği planlamadığının farkına vardığında, farklı hayaller peşinde olduğunuzu, aynı hisleri paylaşmadığınızı kavradığında, tek cümleyle seni harikalar diyarından çekip çıkardığında, kendini kaptırdığın rüyadan sarsarak kaldırdığında, nefesin kesilir bir an ve gülümsemen donuverir dudaklarında. Göğsünün tam ortasına bir ağrı saplanır. Koca bir çatırtı gelir sol üst köşeden, yıkılmasa da çatlar duvarlar. Elinde olmadan sızlar burnun, yaşlar doluverir göz pınarlarına, sözcük bulamazsın sarf edecek. Kalbin sersemler ama inkar eder kırıldığını, aklınsa anlamıştır olan biteni, mantıklı bir çözüm bulma peşindedir, "Bırak gitsin" diye, bastırıverir lafı. Haklıdır aslında biraz, geçen zamana acırsın; gitmesine izin verdiklerine, seni onca sevenlere, kaybettiğin, reddettiğin sevgilere... Yaşadıkların, yaşamayı planladıkların da vazgeçilmez gelir birden... Ne yapacağını bilemez, iki arada bir derede kala kalırsın... Kalbin inat eder, koca karılar gibi, "yok canım nerden çıkartıyorsun, boşver o sözleri" derken, aklın o 2-3 dakikalık konuşmanın yadsınmayacak kadar dolu olduğunu, içinde ne çok şey barındırdığını kavrayalı çok olmuştur. Çok mantıklı bir adamsan ya da aslında o kadar çok sevmiyorsan, usulca sıyrılırsın bu maceradan, "gökten 3 elma düştü biri bana, biri ona, biri de yeni sevdiğime" diyerek... Yok içindeki o koca karı, bastırmayı başarırsa bilge adamı, kırık bir evde devam edersin yaşamaya, kesintili bir uykuda görürsün rüyayı. Elinde kalan sadece büyüsü bozulmuş bi harikalar diyarı...

Salı, Eylül 18, 2007

Bu gece diyorum, Manhattan diyorum... Manhattan diyince, dostum Gözde'yi anmadan edemiyorum. Bana Manhattan'i sevdiren insan:) Sensiz tadı pek olmasa da bu aksam ordayım. Epey de uzun zaman oldu aslında, üstelik son gittiğimde hayal kırıklığına da uğramıştım ama olsun diyorum, yine de diyorum, yeniden diyorum, nerden baksan bi hayat belirtisidir diyoor vee yola düşüyorum:) biliyorum iş var yarın, ve konser 12'de, biliyorum içerim de... napalim:) hemi de hazır bugün mezuniyet belgemi (=diplomami) almışken fena mı olur, ıslatmış oluruz :D

Pazar, Eylül 16, 2007

Elini son defa yanağıma koy istemiyorsan giderim giderim
Serin bir sonbahar akşamında söz ismini unutur silerim silerim

Tuttuğun kalem olsa yüreğinin elleri
Bir defa daha yazsa bebeğim bebeğim bebeğim

Eğer bir masal perisi girerse rüyalarına
Öldü dersin gül güzeli, tılsımını kaybetti

Uğruna döktüğüm gözyaşlarım için yağmurdan özür dilerim dilerim
Kuruttuğum kızıl gülleri alıp senin için senden geçerim geçerim


Leman Sam'ın en güzel şarkısının sonunda, serin bir sonbahar akşamındayım. ne yanağıma dokunan bir el istiyorum, ne bebeğim yazan. tılsımımı kaybettim, yağmurdan büyük bir özür diledim ve usulca geçtim senden...

Cuma, Eylül 14, 2007

Dayanamayıp acınası halime, kalktı içimdeki diri diri gömdüğüm aslan. Oysa, seni böylesine sevebilmek için kaldırmıştım onu ortadan. Hatırlatmak istercesine gücümü, üzülmeyi kesene kadar yüzüme vurdu üzüntümü. Kükreyip yuttu bir çırpıda saklandığım limanları, sığındığım adamı... Umursamadı bir an bile gözyaşlarımı.

Kızdı, tüm demir kapıları ardına kadar açmama, karşında bu kadar korumasız kalmama, gurur kelimesini çıkartmama aşk tanımından ve gözyaşlarımı hiç saklamama...

Acıma son vermek için, kaldırıp koca pençesini, söküp çıkarttı kalbimi. Üzüldüm, üzülme dedi, hakeden biri gelince veririm geri...

özlemez mi mavi çarşaf kokumu? bahçendeki yavru kediler yemek beklemez mi benden? sahipsiz kalmaz mı çizgi film cd'leri ben yokken? LOST yeni sezonunu izletir mi tek başına? üzerinde zıpladığım minderler sormaz mı beni? ya "çay saati" anlamını yitirmez mi? aşk notlarımı aramaz mı cüzdanının gözleri? duymak istemez mi duvarlar neşeli sesimi? geldikçe şehre dostların, yarım bulmaz mı seni? saat 5'i vurduğunda çalmak istemez mi telefonun? ellerin kimsesiz hissetmez mi kendilerini? çimenler, sandviçler hatırlayıp, üzülmez mi öğle yemeklerini? basketbol şortu en çok bana yakıştığını düşünmez mi? terlikler, aramaz mı içinde küçücük kalan ayakları? çıkmak istemez mi araban beraber bir tatile daha? Tunalı sormaz mı üzerinde gezinirken, nerde seninki diye? dondurmacı adam cevizli, kestaneli bir sipariş beklemez mi? hiç mi değişmez hayatın, biraz olsun anlamsız, bir parça olsun eksik bulmaz mı kendini?

Salı, Eylül 11, 2007


Yine tanıdık his çalıyor kapıyı,
Sıkı bir düğüm gelip dayanıyor boğaza,
Burnun direğini sızlatıyor,
Aşkın değil, ayrılığın oku saplanıyor göğse.

Ve bildik hikaye, bildik fon müziğiyle,
Usuldan çıkıyor sahneye.
Göz bebeklerine can acısı,
Sözlere cam kırıkları yerleşiyor.

Yorulduğun için kavga vermekten,
Namlu ondansa, kendine çevriliyor.
Aşkın tek kişilik kısmını vuruyor saat,
Ve kesiliyor ona yapılan yardım çağrıları.

Çırpınmanın çözüm,
El vermenin çare olmadığı anlaşılıp,
Teslim olunuyor bataklığa.
Ve yokoluş neredeyse huzurla karşılanıyor.

Hüzün, en çok verilen emekler için,
Hayaller için boşa kurulan.
Ama girilen çıkmaz sokaksa,
Geri gidilir başka yol yok bundan.

Pazartesi, Eylül 10, 2007

bazen, ameliyat masasında kalan, kalbidir insanın...

Salı, Eylül 04, 2007

geçtim ben, verdim tezi... dun hocalarimdan biri, jüriden sonra hala gergin oldugumu söyledigimde, cok uzun sürmez simdi bir bosluga düşeceksin, depresyona gireceksin dedi. o an cok anlamlı gelmemişti, ama şu an kendimi bi tuhaf hissediyorum, hayatın anlamı uçup gitti sanki, kalmadı çırpınacak bişey, düşünecek, korkacak, üzülecek, sinirlenecek, ugruna sabahlanacak... ne garip varlık insan yahu...

Pazar, Eylül 02, 2007

Dün döndüm tatilden ve yarın tez jürim var. Annemlerin yokluğundan istifade, bütün gün sürttüm, son gündüzümü çalışmadan geçirdiğim için zaten yeterince vicdan azabım vardı ve daha kötüsü biraz evvel, çalışmak üzere bilgisayarın başına oturunca fark ettim ki sunumum yanımda değil. Böyle bir aptallığı nasıl yapabildim bilemiyorum...

Zor dakikalar, zor saatler hatta zor günler geçirmekteyim. Gerginliğim doruklarda. Düşünsenize, yarın saat 11’de, son 3 yılını alamayacağı bir diplomaya harcamış ve onun ötesinde işsiz biri olabilirim. İşsiz kalma ihtimaline karşı son aylarda yaptığım planlar, geçerliğini yitirdi, belki de hep geçersizdi, ben farkında değildim. Herneyse, sonuç olarak, işsizlik seçeneği üzerinde bir çalışmam yok sayılabilir... Şayet tezimi verebilirsem, jüride beni ne kadar zorladıklarına bağlı olarak, doktora hakkındaki düşüncelerimi gözden geçirmeliyim. Eğer devam etmek ve akademik hayatta kalmak istiyorsam, Amerika’ya mamerikaya gitme işlerine girişmeliyim ki hiç bir şey gözümde bu kadar büyümüyor. Yok, kalmayı istemiyorsam, daha da başka bir çözüm yolu bulmalıyım, ki bu vermesi ve devamı en zor olan karar sanırım. Şu an için en azından 3 ihtimal görebiliyorum, kaldı ki bunlar sadece işle ilgili olanlar, bunlarla kombinasyon oluşturacak, aşk gibi, aile gibi, arkadaşlar gibi bir sürü öğe var. Aklımın bulanıklığından, böylesi belirsizliklerden nefret ediyorum...

Bunların yanı sıra, en yakın dostum başka bir şehre taşınıyor, bir başkasının işi başından aşkın, kollarında olmadan huzur bulamayacağıma, ondan ayrı dakikaların anlamsız olduğuna inandığım adam, benle aynı evi paylaşmayı bile önemsemiyor, iş yerindeki canım oda arkadaşım yurt dışına gitmek üzere evini topluyor, onun güler yüzünün yerine kiminki gelir allah bilir, turgay desen yarın benim geçti/kaldı biramı bile paylaşamayacak kadar uzak bir şehirde. Yalnızlığın dibine vurdum...