Cuma, Ekim 30, 2009

Dün 29 Ekim kutlamalarını izlemek için hipodroma gittik, akşamsa meşaleli yürüyüşe katıldık. Ben gibi bir kocam olduğu için ne çok mutluyum, bebeklerimiz olursa, ellerinde bayraklarla onlar da katılacak kutlamalara omuzlarımızda :)
Yeşil Vadi'de sucuk keyfi dostlarla,
hafif yağmurlu bir hava,
sarı yapraklar,
üzerimizde ısıtmaya yetmeyen hırkalarla,
dercesine "hoşgeldin sonbahar".

Salı, Ekim 27, 2009

Bu gidişle haftaya Pazartesi ağzımda tek kalmış 20'lik dişim çekilecek. Yeter artık o da gitsin de, bitsin bu dişimin kulağıma vurması. Antibiyotiğe başladım...

Pazartesi, Ekim 26, 2009

Kim demiş bilmiyorum, orada burada gezinirken buldum...
"When I was 5 years old, my mom always told me that happiness was the key to life. When I went to school, they asked me what I wanted to be when I grew up. I wrote down "happy". They told me I didn’t understand the assignment and I told them they didn’t understand life."
Pazartesi, yeni bir hafta.
Sevinmeli mi başlangıca, üzülmeli mi sona?

Cuma, Ekim 23, 2009

Kocam bana kahvaltı hazırlıyor, tostlar yapıyor, çaylar demliyor. Bayılıyorum ona da, bana hazırladığı kahvaltılara da...

Çarşamba, Ekim 21, 2009

Haa bir de unutmadan Agatha Christie'ye sarmış durumdayım, onu da söyliyeyim. Okuduğum kitapları vardı, ama hepsini okumamıştım, (niye okumadıysam, hem polisiye roman sevip hem de bu hanımın kitaplarını bunca zaman okumamış olmak aptallık, neyse) kayınpederimde tüm romanları varmış, bu koleksiyonu keşfettim ve 3 tanesini yalayıp yuttum bile. "10 Küçük Zenci", "Doğu Ekspresinde Cinayet" ve "Filler de Hatırlar", geriye 40 tane falan kaldı :) Neyse bunlar beni bir süre idare eder. Bir de ince ince kitaplar ya, sürükleyici de, çekirdek gibi gidiyor :D Yaşasın Agathaaa!!!

Salı, Ekim 20, 2009

Madem kitap konusunu açtık, birkaç kitaptan daha bahsedeyim. "Sinestezya"yı okudum. Kitabın kapağı muhteşem, insanı çarpıyor zaten. Akıl hastalıklarıyla ilgili, akıcı ya da iddialı bir hikaye yok ortada. Ama karakterlerinin alzheimer, sinestezya gibi rahatsızlıkları var, kitap da onların günlüklerinden, neler yaşadıklarını, düşündüklerini anlamanıza yarıyor. Bu arada bence sinestezi inanılmaz bir hastalık, bunu bir hastalıktan ziyade yetenek olarak tanımlayanlara hak bile verebilirim...
Bu arada "zaman yolcusunun karısı" filmi girmiş bir de bu Cuma vizyona, görünce şaşırdım, çünkü filmin çekildiğinden haberim yoktu, kitabını okumaktayım, oldukça kalın bir kitap, umarım vizyondan kalkmadan kitabı bitirebilim. Okumayı bitirmeden gitmek istemiyorum çünkü...
Pan'ın Labirenti'ni izledim dün, oldukça beğendim. Sinemada oynarken gitmek istemiştim, olmamıştı bir türlü, televizyonda rastladım dün. Fantastik bir film, güzel bir hikaye...

Ondan önceki günse UP'a gittim, sinemaya, aylardır beklediğim animasyondu, ona da gidin, sempatik bir animasyon işte. Gerçi ben Pan'ın Labirenti'nde ağlamayı, Up'ta ise oldukça hüzünlenmeyi başardım.

Cuma, Ekim 16, 2009

sızı...
niyeyse.

Perşembe, Ekim 15, 2009

başım ağrıyooooooooooooooooooooooooooor!!!
Kaza yapıyordum sabah, dönülmez yerden dönen bir servisçinin yüzünden. Ve adam o kadar terbiyesizdi ki, utanmadan ışıkta yanıma geldi camımı açtırdı ve bana laf yetiştirdi, sonunda adama dedim ki "oradan dönemezsiniz", o da cevap verdi "istediğim yerden dönerim sana mı soracam". Bu mantık çerçevesinde verilmiş cevabın üzerine diyologu daha fazla sürdürmemeye karar verdim. Ve "keşke çarpsaydım da kim haklı görseydik." demek suretiyle ortamı terk ettim. Adam 8'de 8 suçlu çıkacaktı çünkü... Ha tabii tüm bu konuşmalar sinir içinde geçti, şu an sinirim mideme ve belime vurdu, aynı zamanda bütün boyun kaslarım gerilmiş durumda. Her sabah sinirlerim yıpranmış olarak geliyorum işe, millet yollara dökülmeden yola çıkmayı planlıyorum, gerekirse uykumdan feragat edeceğim ama kafaya koydum yapacağım bunu...

Çarşamba, Ekim 14, 2009

Bugün, şu dakika kati kararımı vermiş bulunmaktayım: ben sanatla uğraşmalıyım! İçimde beni dürten ama 20 yıldır geçiştirdiğim, ufak tefek işlerle oyaladığım hissi daha fazla bastırmamalıyım, hayattan aldığım keyfi bu kadar artırabilecek başka bir şey yokken, neden inat ediyorum, niçin direniyorum. Yok aslında mesele direnmek değil, direnmiyorum; ben sadece harekete geçmiyorum, hep bir geçiştirme içindeyim. Matematik okuyup, el sanatları kulübüne üye oluyorum, bilgisayarda master yaparken biraz kursa gidiyorum, arada desen dersine katılıyorum, doktoradayken seramik atölyesine gidip bir şeyler yapıyorum vs. vs. Yok ama bunlar yetmiyor. Ben bunu okumalıyım, yapmalıyım, hatta paramı bundan kazanmalıyım. Yok yok bu böyle gitmez, sıkıştığım köşeden kaçıp kurtulmalıyım...
Bu dönem yine "okul deneyimi" dersine giriyorum, çocukların okullara staja gittiği, her hafta bir etkinlik yapıp, rapor yazdığı ders. Kaçıncı kere oldu bu, 4 mü? Ama ben hala bu derse girmeyi seviyor muyum, sevmiyor muyum, bir türlü emin olamıyorum...

Salı, Ekim 13, 2009

Pazar günü Ahlatlıbel'e gittik, tüm ekibi toplayıp. Minderler, kilimler götürdük, çekirdekler ve cipsler de. Termoslara da çay doldurduk. Keyifle yayıldık çimlerde, Ekim'in ortasında yazdan kalma bir günde. Topumuz, frizbimiz de vardı. Sucuk ekmek yedik, buz gibi Efes içtik, bol sohbetle tüm günü geçirdik...

Pazartesi, Ekim 12, 2009

Cumartesi tiyatroya gittik, Deliler Boşandı, Aziz Nesin'in bir eseri. Aziz Nesin şahane adam zaten, oyunu da bir güzel günümüze uyarlamışlar ki... Hoşuma gitti, bir kaç kişi hariç oyunculuk iyiydi, dekor da falan da göze batan bir şey yoktu, ama müzikal kısmında söylemek yerine banttan yayınlıyorlar, o işi pek sevmedim, hatta bazı sözleri bu yüzden anlayamadım. Yine de tavsiye ederim. Ekin Tiyatrosu'nda.

Perşembe, Ekim 08, 2009

Uyuzum çok, sonbahar depresyonuna mı girdim naptım... Yanlış yerde miyim, yanlış işler, yanlış kişilerle mi uğraşıyorum? İşimi hiç mi sevmiyorum? Bir yazda mı yaşlandım, birden mi çöktüm? Sinirlenme hakkımı elimden mi aldı evlilik, gönlümce asabi olmazsam -hiç- mi oluyorum? Ana gibi yar olmaz da, ben onu mu istiyorum? Boğazımdaki düğüm gripal bir enfeksiyonun mu sonucu, yoksa psikolojim mi bozuldu? Köşeye mi sıkıştım, odalar mı daraldı? Kalbim büyüdü, göğüs kafesime mi sıkıştı? Gidesim var da, kalkasım mı yok? Kaçasım var da gidecek yerim mi yok? Yapasım var da, bahanem mi çok?

Salı, Ekim 06, 2009

Bir duyuru yapmak için bölümden kalkıp tee amfiye kadar gitmem gerekiyordu, acaba amfideki derse gidecek çocuklardan hiç birine rastlar mıyım, benim duyuruyu ona yaptırsam falan diye hayaller kuruyordum. Bu arada orada ders verecek hocayı da tanımıyorum ve hatta adını dahi bilmiyordum. Ama ne olsa beğenirsiniz, hoca sabah bölümü aramış, dersin amfideki hangi sınıfta olduğunu sormuş, sekreterimiz o sırada yokmuş, o da cep telefonu numarasını bırakmış, hizmetlimiz de bunu bana söyledi, böylece hocaya sınıfı bildirmek için arama işini üstüme aldım, o arada da istediğim duyuruyu yaptırdım :) Şansım mı yaver gitti, omzumdaki melek bir üfürdü dileğimi mi yerime getirdi bilmiyorum, ama sabah sabah neşelendiğim garanti...

Cuma, Ekim 02, 2009

Gonca gitti,
Berk gitti,
Ekim geldi,
yaz bitti.
Bekarlığımın
Sultanlığı elden gitti.
Ömrüm bilgisayar başında
Makalelerle boğuşurken geçti.
Bunca terk ediş,
Birden bana ağır geldi.

Perşembe, Ekim 01, 2009

Berk gidiyor. Bildiğin gidiyor... Dünyanın öbür ucuna, bilinmeyen bir zamana kadar gidiyor. Ve ben bunu ancak, dün gecenin bir vakti ona sarıldığımda hissediyorum, bunca konuşmaya, hazırlığa rağmen o zamana kadar inanmıyorum da sanki, son anda dank ediyor. Bir şey düğümleniveriyor boğazımda, daha uzun sarılmak istiyorum, sıkıca göğsüme bastırmak ve gitme sevdasından vazgeçene kadar bırakmamak... Ne de olsa şimdiden ne çok özleyeceğimi tahmin edebiliyorum. Ama yeniden bir "daha mutlu olacaksa napalım" deyip, kenara çekiliyorum. Bunun bir "elveda" değil, yalnız veda olmasını umuyorum...