Çarşamba, Temmuz 25, 2007

salı 00:38 bölümdeyim, yine yeniden sabahlamaca... bu tez biter mi ya??

Çarşamba, Temmuz 18, 2007

Arkadasim Aybars bana bugun Borderline Personality Disorders - Sınırda kişilik bozukluğu teshisi koydu. ben de kabul ettim. okudum tutuyo, semptomlar benziyo ne diyim... bakiniz eksi sozlukte soz konusu rahatsizlik icin neler denmis...

"ha oldum ha olacam" dan ziyade bir turlu olamamakla kendini gosteren haleti ruhiye..kisinin kendini anotal müzik gibi hissetmesine yol acar. orkestrasyonda aksaklık vardır bi kuple, dunya ile senkron tutmaz bir turlu. sanki elde avucta ne varsa tukenmistir de her yer dar olmustur. "sıkıldım" desen olmaz, "insanlar cicekler bocekler" desen hic olmaz. belli belirsizdir ustelik bu haller, aile efradı dengesiz der, annane "ne oldu bu cocuga" bakısıyla suzer, arkadas ortamında huysuz olunur, bir yandan da en bi sahane dedikodu oznesidir borderline kisi. donem donem "eve kapatıcam kendimi" diye hezeyanlara duser akabinde "bana ne onlar kapatsın kendini" diye herkese uyuz olur..nihayetinde kendisi ile yasamayı ogrenmesi gereken kisilerdir iste, ruh huzuruna anca boyle varırlar.

herseyi sinirda yasama rahatsizligidir. bir bilgenin sabrini tasirabilecek kadar saldirgan, bir kediyi sakinlestirebilecek kadar uysal, bir toplulugu gulmekten kirip gecirebilecek kadar pozitif, yanindakileri intihara surukleyebilecek kadar negatif, butun gece dansedebilecek kadar enerjik, butun gun uyuyabilecek kadar yorgun, bir haftalik isi yarim gunde bitirecek kadar hizli, yarim gunluk isi bir haftaya yayabilecek kadar yavas, bir gelincik kadar narin, bir cam agaci kadar guclu...

gayet de guzel anlatmis ikisi de iste... biri taniyi koymus, oteki anlatmis, bana da kafayı bozmak kalmııış...
Turgay'la piknik yaptik gecende. Ne zamandir yazicam yazamadim, bunalimdayim galiba, yazi yazmak bile gelmiyo icimden... Neyse piknige donelim. Turgay geldi, öglen bendensin dedi bi gun. borekler corekler getirmis evden. sonra atladi bisikletine markete gitti, domates, salatalik, meyve aldi bize. sonra bizim arka bahcedeki piknik masasina kurulduk, agaclarin altina. yemek yedik, ardindan benim battaniyeyi serdik yere, uzandik çimlere, bulutlar üstümüzde keyif yaptik...

ertesi gun de benzer bir piknigi burdaki asistan arkadaslarla yaptik, ilk aktivitemizdi, bugunlerde bir ikincisini planliyoruz becerebilirsek gelecez yine bir araya...

Salı, Temmuz 17, 2007

"Ne olmuştu da "Seninle dünyanın her yerine gelirim" diyen Müzeyyen, durduğu yerden çekip gitmelere başlamıştı. Nerelere gidiyordu? Gelirken getirdiği bakışlar ne dalgaydı?" demiştir ya İlhami, eksiktir aslında sözleri. Müzeyyen sadece bakış değil, söz de getirir çekip gitmelerinden. Gözler daha kolay belli eder kendini, ağız daha zor, belki ondandır İlhami'nin sadece bakışlardan bahsedip sözleri bilmeyişi. Belki de Müzeyyen tek ağır bir cümle söylemiştir ona, birbirine bağlayıp tek çırpıda patlatmıştır cümleleri top misali, fırsat bırakmamıştır, önceden biriktirdiğini anlamasına. Yaralanmamış ölmüştür direk bizimki. Oysa çoğu zaman top gibi değildir, kurusıkıdır daha ziyade, öldürmez öyle kolay kolay, biriktirilen sözler… Yüklenir çantaya, taşınır oradan oraya cümleler. Bir cümle çantası olmuştur ya artık, edinilen her şeyi olduğu gibi çantayı da zordur bırakması. Omuzda gezdirilir, gerektikçe içine yenileri eklenir. Her eklenenle ağırlaşır çanta, yük olmaya başlar zamanla cümleler, iste o zaman kafası kızan Müzeyyen çıkarıp atar birer ikişer cümleleri ortaya… yersizdir çoğu zaman, hak edilmemiştir… yeri orası, zamanı o dakika değildir. anlamaz ilhami, anlamaz çoğu erkek gibi ve takmaz da, nereden çıkmıştır o cümle bir anda… canı sıkkın der, bir şeye kızmıştır der, saçmalama der geçer gider. Ok misali fırlatılan cümleleri bırakır saplandığı yerde, evin her köşesi ok dolsa, oklar kulağının yanından vızıl vızıl kaysa, sorun görmez ona saplanmadıkça. Oysa bilmez kulağının yanından kayan oklar misali, müzeyyen de avuçlarından kaymaktadır. Biraz daha zaman geçtiğinde elleri bos kalacaktır…

Perşembe, Temmuz 12, 2007

Bugün doktora mülakatına girdim, kafam karıştı, burası mı yerim gerçekten, emin olamadım...

Salı, Temmuz 10, 2007

turgay da meryem de tatilde, bölüm bom boş geliyor. hatta çok salakça olmasına rağmen, sanirim onlardan uzak olduğum için kendimi tatilde zannediyorum:) hehehe

Salı, Temmuz 03, 2007


Dogum gunum yaklasıyor, 27'e giriyorum. hani kucukken evlenmeyi planladıgım yaşa, butun aileyi icine toplayabilecegim ucgen ev hayallerimi gerceklestirmeye başlamam gereken yaşa, düşlediğim hayatı tamamen kurmuş olacağımı hayal ettiğim yaşa... 0-6, 7-12, 13-17, 18-26 diye gruplamıstım yaslarımı, bir basamak üste çıkıyorum anlayacağınız, 27-35'e giriyorum. bundan önceki başlangıçlar tamamen mutluluk doluydu, 7'de ilkokula başlamış büyümüş, abla olmuştuk, 13'de genç kız oluyorduk, 18'de barlara girebilecek, araba kullanabilecek, yetişkin kabul edilecektik, veli denen kelimeyi çıkartıyorduk sözlükten. oysa 27 başka bir şey, kutlayacak bir şey barındırmıyor pek içinde, "oo 30'lara dayandık, yolu yarıladık sayılır" diye sevinecek halimiz yok ya... sanırım çocuk degilim artık, belki genc bile değilimdir... saclarımın kısacık ve karman çorman görünmesi, sokakta ordan oraya zıplayabiliyor, koşturup kudurabiliyor olmam, sevmek için kedilerin peşinden gitmem, terliklerimi elime alıp yürüyebilmem, ağaçtan kiraz toplayabilmem, bir çocuğun neşesine sahip olmam değiştirmiyor yaşımı... çok fazla gösterge var cocuklugumun bittigine dair; yaz 3 ay değil, 15 gün artık. en yakın arkadaşımla iş çıkışı bi kahve içmeyi planlıyoruz, sohbet etmek için ogle tatillerinde bulusuyoruz. kıyafetler değişmiş ister istemez, dolaptaki gomlek yogunlugu artmış, alısveriste ayaklar tercih etmedigi halde şık ayakkabılar tercih edilmeye baslanmış. hesaplar baska birinin degil bizim onumuze bırakılır olmuş yemek sonrası... erkekler yakışıklı-çirkin diye değil, vakit kaybı-olası koca diye kategorize edilmeye başlamış. gözler yorgun, kenarları kırışık... eller de öyle... tadına bakılmış bir çok şeyin, bir dolu yer gezilmiş, bir sürü insan tanınmış, mutluluk da, hüzün de görülmüş, her cinsten çeşit çeşit anı kaydedilmiş hafızaya; çok fazla bilinmeyen kalmamış... zor şey 27'sine girmek, şehir değiştirmek gibi, hoşgörü ve bol not dolu liseden üniversiteye geçmek gibi, Antalya'dan Ankara'ya dönmek gibi zor bi şey...

Pazartesi, Temmuz 02, 2007

2 kitap aldım geçen gün, birini hani su cok sevdigim 3. sınıf ögrencilerinden tatlı Tuba tavsiye etmişti: "Felsefe'nin Tesellisi", yeni basladim okumaya, yorumlarimi bitirince yaparim. diger kitap ise felsefenin tesellisini almak uzere gittigimde, Dost'ta etrafı karıstırırken gözüme ilişenlerden biri "fakat müzeyyen bu derin bir tutku"- İlhami Algör. bunu okudum, superdi ya, adam tam benlik, psikopat gibi yazmış:) acaip yakın hissettim kendi tarzıma... arka kapaktan örnek vereyim:

Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Ağladıkça Sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine.

ve kitabin icinden hosuma giden bir kısım:
"Ne olmuştu da "Seninle dünyanın her yerine gelirim" diyen Müzeyyen, durduğu yerden çekip gitmelere başlamıştı. Nerelere gidiyordu? Gelirken getirdiği bakışlar ne dalgaydı?"

"durduğu yerden çekip gitmek" ne guzel bir ifade di mi ya? ya da yalniz beni mi açıkladı, benim mi hosuma gitti bilemedim...