Salı, Temmuz 25, 2006

gercek gunluk olsa bu

dusundum de, burayi gercekten gunluk gibi kullansam, herkesten gizledigim duygu ve dusuncelerimi aktardigim yer olarak, nasi seyler olurdu acaba? kimsenin okudugunu bilmeseydim, dolabımda kilitli saklasaydım, oysa herkes okuyabilseydi... bi tahminde bulunalim:

"... bugun bi de annemle tartistik, cok geziyormusum, cok gec geliyormusum. 25 yasina geldim, hala eve kacta donecegimin kavgasini yapiyorum. millet benim yasimda kendi bebesine karisiyor..."

"... sirketteki tip yine bana laf soktu. geberticem ya ben bu bebeyi, elimde kalacak, hele bi yerleselim, biraz alisalim, yerimizi saglamlastiralim, benle ugrasmak neymis anlayacak..."

"... bugun kiskanclik krizine girdim, nasil kiskanclik krizine girersin, sacmaliyorsun diye bir de sinir krizine girdim... bu ask mevzusu beni bozuyor... kalbim aciyor..."

"... yine bi kiz arkadas buldu, unuttu bizi herif. dostumuz dedik bagrimiza bastik, bi Sey ugruna sallamiyo bizi. anca dertli zamaninda geri gelir yanimiza..."

"... alisamadim, cok uyuz bi yer burasi, alisacagimi umuyorum, ama ne zaman, oof of..."

"...bi cocuk gordum bugun toplantida, cok akilli birine benziyordu. neden olmasin diyorum:) ama once bi bakalim kiz arkadasi neyin var miymis..."

"...bu kiz iyi hos da, niye bu kadar dedikodu duskunu ya, sevmiyorum ben onun bunun hakkinda sohbet etmeyi, baska konu mu yok..."

hatta hepimiz birbirimizin gunluklerini okuyabilseydik ve bunu bilseydik... daha mi kolay olurdu acaba hayat? maske takmamiza gerek kalmazdi. dusundugumuz herseyi soylerdik, icimizde hic bir sey birikmezdi... ama bu sefer de cok boktan bi durum olabilirdi, kimse kimseyle gecinemez, sirketler kesin batar, isler yurumez, siniflar gecilmez, asklar ilk gununden biterdi...

Perşembe, Temmuz 20, 2006

hayal bu ya...

hayal bu ya, tatilde olsak. hem de upuzun.
denize, kuma, güneşe doyana, kapkara bi kız olana kadar sürecek olsa.
iş, güç, sıkıntı, dert, tasa olmasa akıllarda.

kusadasi'ndaki o yazlık evde geçse, hemen denizin kıyısında olan, köşedeki evde...
sabahları 7de kalksam, onu kaldırsam, yüzelim desem, tamam ama önce yürüyelim dese, kabul etsem.
yürüsek önce deniz kıyısında, kimsecikler olmasa,
ıslansa ayaklarımız soğuk suda, sonra yüzsek...
ürpererek, çekine çekine girsek suya, ama dakikalarca çıkmak bilmesek.

kucağına alsa beni, suya atsa.
kim daha çok takla atabiliyor diye yarışsak suda.
yetmese benim nefesim, o kazansa.
ben de öpsem onu denizin ortasında doyasıya...
koca denizde tek başımızayız ne de olsa.

acıksa karnımız, o beni kıyıya kadar taşısa...
sonra çıkıp alsak o buz gibi akan suda duşumuzu.
yürüsek fırına, ben ekmek alırken, o yandan gazete alsa.
giderken eve doğru, yolda yavru kediler bulsak...
tuttursam süt alalım onlara diye,
kıyamasa, geri dönsek markete.
hatta bıraksa beni kedilerin başında, ben sevsem o sırada,
o gidip sütü alsa.
sevip besledikten sonra kedileri gitsek evimize.

birileri uyanmış, çay demlenmiş olsa,
hala uykuda olan uykucular uyandırılsa,
ben domates, biber toplarken bahçeden,
birileri sofrayı kursa.
deniz tarafındaki terasta etsek kahvaltımızı, ne de olsa sabahları gölge orası.
yavaş yavaş denize geliyor olsa insanlar, biz görsek hepsini.
küçük çocukların heyecanına tanık olsak, ellerinde kovalar, kolluklar koştursalar.
babalar ellerinde koca şemsiyeler ve geri kalan tüm yükler.
annelerin elinde sandviçler, çocuklara seslenmekteler...

toplayıp sofrayı, üstüne bir de kahve keyfi yapsak,
püfür püfür deniz manzaralı...
deniz bizi bekler,
alsak havluları, kitapları,
ince kuma atsak adımımızı.
yüzsek, yayılsak, arkadaşlarla oyun oynasak.

öğle vakti, dönsek eve geri,
çabucak bir şeyler yiyip, soğuk çarşaflara atsak kendimizi.
kestirsek biraz, çok geride denizin sesini ve tatil gürültüsünü duyarak.
arada kıyıya yanaşan balıkçının sesi duyulsa,
bizim ev halkından biri duymuş olsa, koşsa kıyıya, akşam için balık alsa.
afferin lan, helal olsun sana desek uyanınca.

öğleden sonra yine insek denize.
arkadaşlarlayız ya sohbet muhabbet geçirsek saatleri güle eğlene.
arada biri üşenmeyip büfeye gitse, doldurup torbaya soğuk içecekleri bize getirse.
akşam üstü alsak voleybol topumuzu elimize,
başlasak kumların içinde koşturup debelenmeye,
sefil olana, her yanımız ter yüzünden kum kaplanana kadar oynasak.
sonra iskeleye gidip buz gibi suya atlasak.

ikişer üçer gitsek eve, duş sırası olmasa,
en hamaratlarından bi iki kızımız başlamış olsa salataya,
hafif hafif çıtırdasa mangal.
gün batımına yetişse sofra.
dilek tutsak güneş batarken.
öyle yapardık küçükken.

bazı akşamlar meşhur pideciye gitsek.
çok özlemişim, yine tahinli pide yesek.
bazılarındaysa kuşadası'na insek.
tüm arkadaşlar bir aradayken, çıkan kahkahalarla adayı inletsek.
yesek, içsek, güzel yerler keşfetsek.
geri kalan günlerde nerelere geleceğimizi belirlesek.

hayal bu ya...

Çarşamba, Temmuz 19, 2006

deli kedi

bu sabah yine 6:30'da kalkmış, çakıl'ı gezdirmek üzere parka gitmiştim. parkın girisinde 2 tane kedi duruyordu. ikisi de cakıl'ı gorunce irkildiler. tabii çakıl'ın zinciri elimde... biri çakıl'ın mesafesinden ve koşamayacağından emin olur olmaz, çalıların arasına süzüldü ve bulduğu ilk fırsatta da fırladı gitti. Peki öteki? o yemyeşil koca gözlü, tekir naptı dersiniz? once hiç bir yere kımıldamadı. Bu arada yolmuzun üzerinde olduğu ve ben çakıl'ın kediye bir şey yapmasından korktugum için, hişşt, pişşt, hoşşt tarzında kelimelerle kedinin gitmesini sağlamaya çalışıyorum. neyse pek sallamadı kedi. sadece bir kaç adım yana kayıp, hafifçe çalılara yanaştı. fırsattan istifade geçtik biz de. aaa bi döndüm deli kedi meraklı gözlerle bizi takip ediyo, bir kaç adım arkamızdan geliyo. Çakıl dönüyo buna bakıyor ters ters, ama tınlamıyor. sonunda iyice rahatsız olup durdu çakıl ve gır gır gır hırlamaya başladı. bunun üzerine bizim kedi korkmak söyle dursun, üzerimize doğru hamle de bulundu. ehhheehehhe:D ve çakıl korkup, kaçmaya başladı. puhuahhhua:D deli kedi işte... benim de bazı günler deli kedi olasım geliyor, hatta oluyorum. boyumdan büyük işlere kalkıyorum. olmayacak adama kafa tutuyorum. ama bak deli kedi korkuttu bizim o yine nerden baksan 25 kiloluk, kırması da olsa kangalı... deli kedinin, deli kedilerin şerefine... kedi diil aslansınız siz!

Salı, Temmuz 18, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:9

Teşekkür ederek kapattı Arzu telefonu. Karar vermişti İzmir’e gidiyordu.
- Yaptırdım rezervasyonumu. diyerek salona girdi.
Oysa duymadı Ece, Arzu’nun o koca yeşil koltuğunda uyukluyordu. Evinde zor oturuyor, devamlı sokağa çıkmak istiyordu. Karmakarışıktı kafası, evden çıkınca durulacağını zannediyordu. Çoğu zaman, böyle bir yere varamadığını fark edip, bir tane sakinleştirici yutuyordu. İlaçlardan bir tek Arzu haberdardı ve bu durum onu korkutmaya başlamıştı. Yaklaşık 1 ay olmuştu Yavuz hayatına gireli ve ona karşı beslediği güzel duygulara rağmen, genel olarak hayatı hiç de iyi gitmiyordu. Saatlerce havadan sudan konuşuyordu bazen, sanki hiçbir şey yokmuş gibi aklında, sonra birden bire asılıyordu yüzü, “Yavuz” diyordu. Bu tek kelimenin ardından ya gün boyu susuyor ya da bir ilaç yutup uykuya dalıyordu. Uyumak kaçıştır hayattan. Düşünmezsin ya uyurken, bir şey yapman gerekmez ya, telefonlara çıkman, insanlara dert anlatman... Uyu uyuyabildiğin kadar. Uyu, çünkü uyandığında farklı bir dünya bulmayacaksın bıraktığından…

- Ece kalk artık, saat kaç oldu!
- Rahat bırak beni Arzu!
- Hayır, kalk diyorum, bir şeyler yemen lazım.
- Aç değilim!
- Kalk dedim! Arzu ittirdi koltukta Ece’yi, en azından 3 saattir uyuyordu, akşam olmuştu ve sabah Arzu’nun zorla yedirdiği bir parça peynir ekmekle duruyordu. Kimi yemeğe vurur sıkıntılı zamanlarda kendini, kimi yememeye…

Kalktı Ece. Arzu onun bu halini görüp hem acıdı, hem kızdı, hem üzüldü… Ve Ece’yle çok ciddi bir konuşma yapmaya karar verdi. Aslında kendi hayatı ve ruhsal durumu Ece’ninkinden fenaydı, Ece ona “sen kendine bak” dese söyleyecek lafı yoktu. Ama yine de vazgeçmedi kararından. Arayıp Selen’i de çağırdı. 3’ü sabaha kadar konuştular, onlarca konu tartıştılar, Ece’nin durumunu deşebildikleri kadar deştiler, sonra da toplamaya çalıştılar. Harcanan 10 saatin sonunda Ece’nin bir karara varmasını sağladılar.

Ece nişanlısından ayrılacaktı. Yavuz’u sevebiliyorsa onunla evlenemezdi. Ayrıca yarım bir kalbi hak etmeyecek kadar da değerli biriydi nişanlısı. Bunu ona açıklamak da ayrı bir dertti ama hiç değilse kararsızlıktan, sadece duygusal da olsa aldatmaktan ve kendi kendini yemekten daha iyiydi. Yavuz’a ne diyecekti onu da bilmiyordu. En azından bir süre onunla da görüşmeyip, kafa dinlemeye karar verdi. Tatile çıkacaktı, bu şehirden uzaklaşacak Yavuz’la ne yapacağına da orada karar verecekti.

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

coffee frappachino

ne seviyorum biliyo musun, starbucks'a ugramayi, kendime bi coffee frappachino almayı, uzerine upuzun bir kamış saplayıp, kahvemle basbasa arabama kurulmayı, saglı sollu camları acip sonuna kadar, bi de guzelinden cd takmayı, sonra ruzgar saclarimi savururken, mumkunse gunesin battigi siralarda ve trafiksiz bi yola kendimi vurmayi. bagira bagira sarki soylemeyi, hüpürdeterek kahvemi içmeyi...

Cumartesi, Temmuz 15, 2006

belki de çok sevmemeli insan...

Sevmemelisin belki de pek fazla, bu kadar “senden” olmamalı hiç kimse, çok fazla değer vermeye başlayınca diğerlerine, kendini unutuyorsun ne de olsa… Canın olunca onlar senin, gidişlerinde kopuyor canından bir parça. Hatta gideceklerini bilmek, düşünmek bile üzmeye yetiyor insanı…

Katıldığın bir aile yemeğinde ağlamaya başlıyorsun, tuvalete kaçıp… Gözyaşlarını görmesinler diye çaktırmadan uzaklaşıp... Seni 25 yıldır ilgiyle takip eden insanlara bakıyorsun, bebekliğini anlatıyorlar, sonra ortaokul balosundaki elbiseni, üniversitede kepinle çekilen resmini… Sonraları işinin derdine düşmüş oluyorlar ve sevdiğinin, kalbinin, olacak bebeklerinin…

Bir bakıyorsun küçükken çekindiğin o dağ gibi heybetli adama, kalamamış masada, şimdi içerde yatıyor odada. Bir diğeri inat etmiş, direnmiş ama o da uyukluyor koltukta. Kapı çalıyor, açıyorsun, o 3-5 basamakla nefes nefese kalmış, sana hala “minik prensesim” diye hitap eden kadını görüyorsun. Gençliğini hatırlıyorsun, nasıl da koşardı senin peşinden... Alev topu yutmuş gibi oluyorsun. Kolunu dürtüyor o sırada biri, tanımamış geleni, kim olduğunu soruyor, anlatıyorsun, ama biliyorsun 2 dakika içinde aynı sorunun yineleneceğini, hiçbir şey diyemiyorsun, boğazın acıyor, yutkunuyorsun. Sonra dönüp beyaz saçlı, o nur yüzlü kadına bakıyorsun, küçük küçük alıyor lokmaları, pek fazla bir şey yiyemiyor, acıyor olmalı canı, ama yerinde aklı, bir yandan ne tatlı hikayeler anlatıyor, ne çok biriktirmiş anıları. Birden korkuyorsun ne kadar çok anı, o kadar yıl... Her geçen yıl, bir adım öteye gitmektir ve ayrılma vakti yaklaşmış belki de ölüm az ötede beklemektedir. Sıkışıyor kalbin…

Bunlar bir yana, diğer tarafta kendinden küçükleri görüyorsun, sadece yaş değil ki mesele onlar için de endişelenecek şeyler buluyorsun. Bu çocuk okumadı, ne yiyip ne içecek, nasıl geçinecek diyorsun. Bu kız çok saf, hep sırtına saplanacak hançerler, çok acıyacak canı diye düşünüyorsun. Yanlış birine sevdalanmış ötekini görüp, gerçeği görmesi için öğüt vermek istiyorsun. Ben olmasam, annesi olmasa, abisi olmasa ne olacak bunların hali diye kara düşüncelere dalıyorsun. Çok şey söylemek istiyorsun, hiç birini dile dökemiyorsun…

Tanıdığı herkesle beraber yok olmalı insanlar diyorum bazen. Sonra kısa kalacak ya da çok uzayacak hayatlara kıyamıyorum. Daha iyisini bulamadığım için var olan düzene saygı duyuyorum…

Arkadaşın olsa da fark etmiyor durum, ne zaman bulacak sevecek birini ya da babasının hastalığı düzelecek mi? Atabilecek mi kafasından o şerefsizi, sürünmekten kurtulabilecek mi? Borçlarını ödeyebilecek mi?... soruları kurcalıyor kafanı. Uzaklara gidecek belki bir gün diyorsun, başka şehirde, başka birileriyle içecek akşam üstü çayını. Elbet unutmayacak seni, ama gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor ister istemez. Bozulacak kan kardeşliğiniz, yutar olacaksınız lokmaları birbirinizsiz. O ağlamaya alıştığın omuz olmayacak, sana akıl verip uyaramayacak…

Sevgilinden ayrıldığında da... Parmaklarının arasında dolanan parmakların boşluğunu hissedeceksin. Durmaksızın neler yaptığınızı, geçirdiğiniz vakitleri hayal edeceksin. Hiçbir işe yaramayacak. Kalbin ağrıyacak, bildiğin ağrıyacak, göğsünde bir ağırlık hissedeceksin. Kimi zaman anlamsızlaşacak bakışların, kimi zaman kıp kırmızı olacak ağlamaktan gözlerin. Göz pınarlarından gözyaşı eksik olmayacak. Hayalete döneceksin. Onsuz bir hiç olduğunu düşünüp, başını yastıklara gömeceksin…

Belki de çok sevmemeli insan,

Yoksa kurtulamıyor acıdan...

Cuma, Temmuz 14, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:8

Arzu aramıştı Selen’i, iş çıkışı çaya çağırmıştı. Gitti Selen, Arzu sanki gün geçtikçe kötülüyordu. Selen ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin direniyordu Arzu, acı çekmesine rağmen ondan vazgeçmek istemiyordu. Bu akşamın konusunu da, çay davetinin nedenini de ilk 2 dakikada anlamıştı Selen. Bizimki aramıştı bugün Arzu’yu, bir seminer için hafta sonu İzmir’e gideceğini, karısının çocuklarla evde kalması gerektiğini, isterse Arzu’nun gelebileceğini söylemişti. Arzu’nun yüreği hoplamıştı tabi yerinden bu teklif karşısında, ama yine de tamam diyememişti Selen’le konuşmadan. Selen’in kızacağını, “Arzu gitme, daha kötü olursun, bu iş böyle yürümez, gel vazgeç bu sevdadan.” diyeceğini adı gibi biliyordu. Ama nafile, yüreğe söz geçmiyordu. En azından Arzu’nun sözü geçmiyordu yüreğine. Selen’e kalsa çoktan bitirmişti böyle bir ilişkiyi.

Daha mantıklıydı Selen Arzu’ya göre, hatta sadece Arzu’ya değil tanıdığı bütün kadınlara göre daha mantıklıydı. Taş kalpli ya da kalpsiz bile denebilirdi. Basite indirgemişti Selen hayatı, hayattaki tek amacın mutlu olmak olduğunu düşünüyor, ona göre hareket ediyordu. Üzmesine izin vermek istemiyordu kendisini kimsenin.

Selen’inki doğru muydu ayrı mesele. Onun yaptığı da, üzülme ihtimalini düşünerek riske girmemekti. Kimseye fazla değer vermemek, hepsinin gün olup gideceğini düşünerek, en baştan itibaren duygularını bu duruma uygun olarak geliştirmekti. Birini fazla sevmez, varlığına fazla alışmazsan, yokluğuna da üzülmezsin çok fazla. Gerçi aklı karışıktı Selen’in bu konuda çünkü Pınar hep şöyle derdi ona, “Henüz senin karşına doğru kişi çıkmadı. Çıktığında böyle düşünmeyeceksin, tüm benliğinle seveceksin onu zaten. Elinde olmayacak bazı şeyler…” Bir yandan inanmak istiyordu bu düşünceye Selen, bir yandan da reddediyordu. Hem kaptırmak istiyordu kendini bir sevdaya, hem iplerin hep kendinde olmasını istiyordu. Hem sevmek istiyordu delice, hem üzülmek istemiyordu. Ne yazık ki bunların ikisi yan yana hiç gelmiyordu. Aşk acı demekti aynı zamanda…

Perşembe, Temmuz 13, 2006

is degisikligi

Degerli yazarımız artık ozel sirket yerine universitesitede çalışmalarına devam edecektir.
Blogunu boslamamaya calıssa da msn de eskisi gibi aktif bir hayat suremeyecektir.
Bu aralar "hayatin icinden" isimli yazi dizisine yogunlasmistir, begendiginizi umarak bir sure daha devam etmeyi planlamaktadır. Sevenlerine duyurulur:)

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:7

Ozan söylendi kendine kendine, “Bari Selen’le buluşayım”. Hiç duraksamadan çevirdi cebini ezberden ve bezgin bir ses tonuyla konuya girdi direk.
- Akşam buluşalım mı?
Selen Ozan’ın selamsız sabahsız telefonlarına alışkın olduğu için hiç garipsemeden cevapladı.
- Mesaiye kalmam gerekebilir.
- Olsun yine de buluşalım.
- Hmm, anladım yine iyi değilsin sen. Tamam ararım çıkınca, nerede buluşuruz?
- Bana gel, sürünmeyelim sokaklarda.
- Anlaştık.

Ozan’ın yine kız arkadaşıyla başı dertte olmalıydı, ne aile, ne iş bozmazdı onun asabını genelde. Varsa yoksa gönül meseleleri… Neredeyse 10 yıllık arkadaştılar Selen’le. Her şeylerini biliyorlardı birbirlerinin. Beraber gülüp eğlenirlerdi ve en çok da peşinden yas tutulan aşklar için ağlarken kullanırlardı omuzlarını birbirlerinin. Gizli saklı yoktu aralarında. Çoğu zaman birbirlerini sertçe eleştirirlerdi. Diğeri de çıkarmazdı sesini, aslında ikisi de birbirinden beterdi. Ozan 1 hafta evvel yeni başladığı ilişkisini, kıza nasıl da aşık olduğunu anlatırken, 2 gün önce “bu iş yürümez” demeye başlamıştı. Kızmıştı bu sefer Selen iyice:
- Yeter artık ne istediğine bir karar ver. Artık birinde karar kıl. O kız gitsin, bu kız gelsin. 2 hafta önce bu kızı nasıl elde edeceğine dair taktik veriyordum sana. Başladınız çıkmaya, sevineceğine sen de başladın söylenmeye.
- Yok yok “yalan dostum aşk diye bir şey yok!”
- Oof!

Ancak 10 gibi buluşabildiler. Selen Ozan’ın balkonundaki minderlere yayılmıştı. İçerden Ozan’ın sesini duydu.
- Bitti mi biran, getireyim mi yenisini?
- Getir bitti.
Ozan elinde 2 şişe bira çıktı balkona, Selen’e bir kazak uzattı.
- Üşümüşsündür belki.
- Aa süpersin… Hadi, gel otur da anlat bakalım, neler yapıyor senin kız?
- Yok yürümeyecek bu iş.
- Başlama yine. Nedenmiş? Naptı kız? Daha doğrusu sen naptın kıza?
- Hemen beni suçlamaktan vazgeç.
- Napim alışkanlık işte. dedi Selen gülümseyerek...

Salı, Temmuz 11, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:6

Tekrar çevirdi Selen Arzu’nun telefonunu, hala açmıyordu. Kapatıp başka bir numara tuşladı.
- Efendim Selen?
- Selam Ece, naber?
- İyidir, senden?
- Benden de iyilik, Arzu senle mi?
- Hayır evde olması lazım. 1 saat evvel konuştuk, çıkmayacaktı dışarı.
- Peki sağol, var mı senin hayatında bir gelişme? Yoksa kararsızlığın devam mı ediyor?
- Oof, uzun hikaye kızım. Benim dersim bitti, birazdan Arzu’ya gidicem. Çıkınca işten, sen de gelsene.
- Mesaiye kalıcam sanırım. Siz takılın, ben ararım gelebilecek olursam…

Kapattı Selen telefonu, bu sefer de Ece için üzüldü. İnsanın umutsuz aşka düşmesi kadar, kalbinin, sevdiğini sandığı adamdan çok, başka birinde atması da kötüydü. Hele de durum onunki gibi evlilik kararı almış biri için çok daha zordu. Sevgiliyken daha kolaydı karar vermek. Aklı nişanlısı için “onun gibisini bulamazsın, işte sana evlenilecek adam, daha ne olsun.” derken, kalbi “bırak her şeyi Yavuz’a koş” diyordu. Ne tuhaftı, insanın aşık olduğu ve evlenmek istediği insanın farklı olması. Yavuz’la evlenmek istemezdi Ece. Onunla aynı evi paylaşmak, onunla bir ömür yaşamak ya da onun çocuklarının babası olmasını istemiyordu. Sadece bir türlü vazgeçemediği tutku vardı Yavuz’la arasında. Eli eline değse bile ateş basıyordu. Soğuktan ürperen kollarını okşasın, ısıtmak bahanesiyle ya da bluzunun içine girmiş saçlarını nazikçe çekip çıkartsın diye dua ediyordu. İyi vakit geçiriyordu onunla, geziyor, gülüyor, eğleniyordu. Ama o kadardı işte, devamı gelmiyor ve bunlar evlenmeye yetmiyordu. Aslında Selen’e de sık sık olurdu bu, o sevgililerinden biriyle bile evlenmeyi düşünmemişti. Hatta neredeyse tüm ilişkilerinde erkek arkadaşları onunla evlilik hayalleri kurarken, tıpkı erkeklerin evlenme hayali kuran kızlardan kaçtığı gibi, Selen de onlardan kaçmıştı. Onlar gibi düşünmüyor olurdu evlenmeleri konusunda, onların daha fazla kendine bağlanmasına sebep olmamak için de ayrılırdı sevgililerinden.

Pazartesi, Temmuz 10, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:5

Uzun uzun çaldırdı Selen Arzu’nun ev telefonunu, açmadığına şaşırdı, o mızmızlığını bırakıp evden çıkmış olabilir miydi? Pek ihtimal vermedi buna, duşta olduğunu düşündü, haklıydı da. Arzu bu aralar evde boş boş oturuyor, canı hiç bir şey yapmak istemiyordu, buzdolabıyla televizyonun önündeki koltuk arasında mekik dokuyor, sanki iyi gelecekmiş gibi durmaksızın ağzına bir şeyler tıkıyordu. Ancak yakın arkadaşlarının telefonlarını cevaplıyor, bir tek onlarla görüşüyordu. Selen sık sık arıyordu onu. Çünkü hem neler hissettiğini çok iyi biliyor, hem Arzu’yu çok iyi tanıyordu, onun bu beladan sıyrılmasının epey zaman alacağını düşünerek, üzülüyordu arkadaşı için. Birini sevmek hiç bu kadar kötü olamazdı. Diğerlerinde her zaman bir umut olurdu çünkü... Giyinir süslenirdin, onu göreceğin, onunla aynı ortama gireceğin için sevinirdin, edeceğiniz bir kaç cümle, beraber gideceğiniz bir film heyecan verirdi, hoşlanmıyorsa bile belki bir gün hoşlanırdı o da senden, belki bir gün gelirdi sana. Oysa evli birini sevmek bambaşka bir şeydi. Hiç bir zaman gelmeyeceğinden emin olurdun. Sana bunu tüm yalınlığıyla söylerlerdi. Bilirdin her zaman karısından, çocuklarından sonra geleceğini, seni ancak fırsat bulursa arayabileceğini ve senin asla onu arayamayacağını. Günlerce, haftalarca her telefona, onun aradığını umarak koşardın. Belki birinde ondan olurdu telefon, çok da sıcak olmayan bir sesle halini hatrını sorardı. İyi olup olmadığına bakar, aslında bunu tamamen seni biraz sakinleştirmek, olası bir çılgınlığını engellemek için yapardı. Bir delilik yapıp onu aramandan, kalkıp yanına gitmenden, birilerine ilişkinizden bahsetmenden korkardı aslında... Ve sen uzunca bir süre seni özlediği için aradığını zannederdin. Esas sevdiği kadının sen olduğunu ama çocukları için o evliliği sürdürmesi gerektiğini düşünürdün. Onu, çocuklarını düşünen bir adam olduğu için daha çok sever, bu durumu hoş görürdün. Bir süre sonra aramalar azaldığında ya da kulağına karısıyla nerede görüldükleri, nasıl el ele gezdikleri, ne kadar mutlu göründükleri çalındığında, hafif de olsa kalkardı gözündeki perde. Bir kuşku düşerdi içine, neden o hayatına devam ederken senin süründüğünü sorgulamaya başlardın. Akıllı bir erkekse, anlardı sesinin tonundan aklından neler geçtiğini ve seni kaybetmemek için hemen hoşuna gidecek adımlar atardı. Bir çiçek gelirdi evine isimsiz. Bir otel odasına davet alırdın belki. Odada yerdiniz yemeğinizi, ne de olsa insan içine çıkamazsınız siz. Sevişirdiniz, ama uyumazdı koynunda, karısına, gerçek yatağına dönerdi. Yalnız uyanırdın. Bir gün evvel gözüne çok güzel görünen loş oda, güneşin içeri dolması ve sandalyede asılı ceketin yok olmasıyla, tokat gibi gelirdi insana. Ama yine de yüreğin durulmuş olurdu biraz. Akşam duyduğun güzel sözlerini döndüre döndüre tekrarlardın, herşeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlar gülümserdin kendi kendine. Ne de olsa kısıtlı bir zaman olurdu hep, beraber geçirebileceğiniz, ancak tekrar tekrar düşünerek yayardın sen onu tüm zamana. Başka türlü tutamazdın devamlı hayatında...

Cuma, Temmuz 07, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:4

Selen önce annesini aradı, daha dün gece Arzu’da kalmıştı, 2 gün üst üste eve gitmemesine kesin kızardı ailesi ama Pınar’ın sıkkın canından bahsettiğinde biraz söylenerek de olsa izin vereceklerinden emindi. Sonra Aykut’u aradı, durumu anlattığında her zamanki gibi anlayışla karşıladı Aykut, ertelediler programlarını. Sıra Bahar’a gelmişti, bir telefon görüşmesiyle onu da halletti ve Pınar’ı arayıp herşeyin yolunda olduğunu, akşam da pizza ısmarlayabileceklerini, yemek için uğraşmamasını söyledi.

Selen yoldan Bahar’ı aldı, ne şanslılardı ki bugün hiç birinin mesaiye kalmasına gerek kalmamış hepsi ofislerini 6’da terk edebilmişlerdi. Pizzaların başına oturduklarında, her zaman olduğu gibi lise anılarıyla başladılar sohbete. Her konuyla ilgili bir anıları vardı sanki. Hiç durmadan liseden bahsedebilirlerdi aslında ama bugün bir araya Pınar’ın derdini dinlemek için toplanmışlardı.
- Pekala bırakın anıları, Pınar’ın konusuna geçelim ama ondan evvel seni bir yoklayalım Bahar Hanım. dedi bıyık altından gülümser bir tavırla Selen.
- Yok bir şey ben de, işte bildiğiniz gibi. İyi gidiyor...
- Eminsin di mi? Bize söylemek istediğin bir durum var mı? Üzmüyor değil mi seni? Umarım saçmalamasına izin vermiyorsundur eskiler gibi. diye atıldı Pınar.
- Yok yook, gerçekten çok iyi davranıyor bana. Hiç öyle aşırı kıskançlığı yok. Zindan etmek şöyle dursun bana dünyayı, acaip iyi vakit geçirmemi sağlıyor.
Bahar’ın bu sözlerine rağmen, tüm şüpheleri kaybolmamış olsa da kızların, içlerine su serpildi bir miktar. Her zaman korkarlardı Bahar’ın birileri tarafından ezileceğinden. Öyle iyi niyetli biriydi ki eşine rastlanmazdı dünyada. Bu yüzden hep kollarlardı onu, bazen fark ederdi Bahar, bazen ruhu bile duymazdı.

Perşembe, Temmuz 06, 2006

arkasi yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:3

Daha telefonun melodisini duyar duymaz sıcak bir gülümseme yayıldı Selen’in yüzüne. Değiştirmişti Aykut’un melodisini, telefon uzağındayken bile tanımak için. Telefonu kapıp şirketin merdivenlerine koştu, dışarı çıkmak üzere.
- Efendim hayatım?
- Selam bebek. Nasılsın?
- İyiyim. Senden naber?
- Benden de iyilik. Ama bugün Selen’imi görebilirsem daha da iyi olacağım. Akşam evde sinema keyfi ve yemek öneriyorum.
- Hmm. Ne güzel bir teklif. Ne yemek yapacaksın bakalım bu sefer bana?
- Makarna ve köfteye ne dersin?
- Harika derim...
- O zaman bekliyorum iş çıkışı. Öptüm seni...
- Anlaştık, öptüm ben de...

Telefonu kapattı Selen ve kapatır kapatmaz tekrar çalmaya başladı. Arayan en yakın arkadaşı Pınar’dı. Neşeli bir sesle açtı telefonu, ama Pınar’dan aynı neşeli sesi duyamadı. Allak bullak olmuştu Pınar, nefes bile almadan hoşlandığı çocuğun şirketten bir kızla gizli gizli ilişki yaşadığını tahmin ettiğini anlatıyordu. Baran’ın kendisinden hoşlanmamasını bir kenara bırakmış, nasıl olurda onun gibi bir kızla beraber olabileceğini soruyordu durmadan. Ondan hoşlanabiliyorsa zaten kendisine uygun olmadığını söylüyordu, ama çoğu zaman olduğu gibi dilin ucunda kalıyordu bu mantıklı düşünce, beyinden kalbe gelmiyordu. Kalp inat ediyor, kimi severse sevsin, benim sevdiğim odur diyordu. Akşam ne yapacağını sordu Pınar Selen’e.
- Bize gel Selen, evde oturalım akşam, hatta bizde kal. Bahar’ı da ararız. Nolur, canım çok sıkkın...

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:2

Sofradaydılar, Arzu krep yapmıştı bu sabah, çaylarını yudumlarken Ece
- Neyse senle benim durumum vahim, ama hiç değilse Selen mutlu gibi dedi.
Arzu hızlıca kaldırdı başını krepten, ağzı doluydu başını salladı ve zorla lokmasını yutarak
- Evet, evet dedi. Onu hiç böyle görmemiştim. İlk defa bir ilişkisine azıcık da olsa ciddi yaklaşıyor. O vurdumduymaz tavrı yok. Şimdiye kadar tüm ilişkilerine bitecek gözüyle başlamıştı. Kimbilir bu sürer gider.
- Ben Selen'in nerdeyse tüm erkek arkadaşlarını gördüm, ama hiç aşık olduğunu görmedim sanırım. Sevdi, her birini çok sevdi ama hiç sen ya da ben gibi olmadı.
- Sen bilmezsin, ben şahit oldum bir kere. Delirdi biri için, öldü bitti, gururu mururu bıraktı bir kenara. Şimdiye kadar bir tek onunla evlilik hayalleri kurdu, ki bilirsin Selen'i, hayatının geri kalanını tek bir insanla geçirme fikri her zaman rahatsız etmiştir onu. Yaşadılar o şerefsizle bir şeyler ama çıkmadılar. Daha doğrusu Selen istedi ama olmadı işte. Yıllarca sürdü, saçma sapan, hastalıklı, ne olduğu belirsiz ilişkileri...

Salı, Temmuz 04, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:1

Sabahın 7siydi, telefonunun alarmı çalmaya başladıgı an actı gozlerini. Hiç mızmızlanmadan kalktı yataktan. Bir an başı döndü, gece ne kadar içtiklerini düşündü. Başucundaki yarı dolu bira şişesine takıldı gözü, birasını yarım bıraktıgına göre, içmiş olduğunu anladı epey. Çantasından diş fırçasını bulmuş, tuvaletin yolunu tutmuşken, masanın üzerindeki boş bira, şarap, votka şişelerine, puro paketlerine ve koltuklarda sızmış iki arkadaşına gözü takıldı, gülümsedi. Genelde olduğu gibi hiç de akşamdan kalma bir hali yoktu. Herkes uyurken hazırlandı işe gitmek üzere, siyah takımını giydi, topuklu ayakkabılarını... Kurumuş dudaklarına sürdü rujunu. Sonra eşyalarını toparladı, çıkmasına yakın evin sahibi uyandı. İşte o gerçekten akşamdan kalmaydı, hep açık duran kızıl kıvırcık saçlarını toplamıştı bu sefer, patlak gözlerle kahvaltılık bir şeyler hazırladı arkadaşına. Onun atıştırmasını izledi. Hep severdi onun yemek yemesini izlemeyi. Ve sonra kapıya kadar geçirdi. Ardından geri döndü, koltuk yerine yatağına gitti bu sefer...

"Neden içtim bu kadar?" diye düşündü pikenin altına girerken, midesindeki herşeyi geceden çıkarmış olmasına rağmen iyi değildi. İçmeyi teklif eden kendisiydi aslında, çoğu insan gibi alkolün yaralı yüreğine iyi geleceğini düşünmüştü. Oysa bir yere varamamıştı, kalbinin yanı sıra midesi de ağrıyordu artık. Çok duygusal, çok kırılgandı, evli bir erkekle bir şeyler yaşamak asla ona göre değildi. Selen uyarmıştı aslında onu, ben yaptım ama sen yapma, sen kaldıramazsın böyle bir ilişkiyi demişti. Arzu seviyordu aslına bakarsan Selen'in bu yönünü, ne kadar da rahat biriydi o. İlişkileri başlar biter, kimler gelir kimler geçer Selen'i pek etkilemezdi. Mutlu olmak gerek derdi hep, acımasız dünyanın gerçekten gözyaşlarını döktüreceği zamanlar olacaktır, o zamana kadar gülüp eğlenmene bak. Bunları düşünürken neden demin Selen'e reçel de çıkarmadım diye düşündü, yeni reçel almıştı halbuki. Bu sırada içerden Ece'nin sesini duydu...

Bir yandan öteki yana döndü Ece, eğri büğrü yattığı koltukta. Bir şeyler mırıldandı, belliki rüya görüyordu. Onun ki kadar karışık aklı ve kalbi olan biri için rüya yerine kabus demek daha doğru olabilirdi. Evlenmeli miydi Altan'la? Evlilik sürecine gireli çok zaman geçmişti, hatta o kadar çok ki, ondan soğuyup başka birini sevecek kadar... Bir bilseydi Altan, Ece’nin o çocukla neler yaşadığını, kesin elinde kalırdı Ece. Evlenmekten vaz mı geçerdi acaba? Ece bir yandan bir daha asla Altan kadar kendine değer veren birini bulamayacağını düşünürken, diğer yandan kalbinin Yavuz’da atmasını engelleyemiyordu. Selen, doğrudur demişti, belki de kimse çıkmaz karşına seni onun kadar seven, ama sen onunla mutlu değilsen yapacak bir şey yok, önemli olan senin kimi daha fazla sevdiğin. Ablası gibi görüyordu Selen’i. Arzu ise Selen’den büyük olmasına rağmen daha ziyade arkadaşı gibiydi. Tuhaf bir çekincesi vardı Selen’den. Arzu’ya saygıdan çok sevgi, Selen’e ise sevgiden çok saygı besliyordu galiba. Arzu'nun sesini duydu, rüya zannetti, bir kaç kez tekrarlanınca kahvaltının hazır olduğunu anladı.

arkasi yarın...

Cumartesi, Temmuz 01, 2006

Sevgilerde / Behçet Necatigil

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz,
Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.