Pazartesi, Ağustos 20, 2007

"Talihin pezevengi fırsattır, onunla düzüşmek istiyorsanız, önce fırsatı görmelisiniz."
Emre Yılmaz - Şeytanın Fısıldadıkları
7 yaşındaydım. Okumayı sökmüş, her gün, her dersten sayfalar dolusu verilen ödevleri yaparak hayatımı geçirmeye mahkum olmuştum. Kolejdeydim, okul bir bütün günümü alıyor, sabah 7’de kalkmak suretiyle gittiğim cezaevinden ancak 5’te çıkıyordum. Benim okuldan döndüğüm saatte yaşıtlarım anneleri tarafından çoktan eve sokulmuş oluyorlardı. Bir de evde kardeşim oluyordu ki, o gerek kalemimi çalarak, gerek defterimin bi sayfasına asılıp cart diye yırtarak, gerekse ödevlerimde bana yardımcı olan annemin yanımdan kalkmasına sebep olarak işimi zorlaştırıyordu. Ona karşı çıldırmamak elde değildi, zaten ben okuldayken o evdeydi ve gönlünce vakit geçiriyordu...

Bir kaç ay öncesine kadar sadece oyun oynamayı bilen aklım ve ellerimi başka ve anlamsız işlere kullanıyordum. Canı oldukça sıkılan ben kadar, onlar da bundan şikayetçilerdi. Ağlıyor, sızlanıyordum, saatlerce kalem tutmaya alışamayan orta parmağım nasır tutmuştu. Eller alıştığından çok kullanılıyor, bacaklarsa sıranın altında sallanmaktan başka yapacak bir şey bulamıyordu. Koşarak oynanan oyunlar tenefüslere sıkıştırılmıştı. Taşıdığım çanta yerden kalkmayacak kadar ağırdı, kollarım kopuyordu...

Bir süre sonra pes ettim. Ağlamanın, okula gitmekten dert yanmanın ve hatta anneme yaptığım tüm duygu sömürülerinin işe yaramadığını kavradığımda, 6 yılımı refah içinde tamamlamış, ancak artık hayatın dikenli yollarına atılmış olduğumu düşündüm. Bana sorsanız kaderin tokadını yemiş, feleğin çemberine girmiştim... Akıp gitmişti güzel günlerim, ilkokul, ortaokul, lise kaç yıl hepsini sorup öğrenmiştim ve öğrendiğim üç kuruşluk sayma bilgisiyle, durmadan önümde ne kadar uzun okul yılları olduğunu sayıp, yasa bürünüyordum.
Çileli hayatımı kabullenmiş olduğum, geri kalan ömrümü anlamsız bir zaman dilimi olarak nitelendirdiğim ara, günlerden bir gün omuzlarım düşük bir şekilde ödevimi yapmak zorunluluğu ve annemin emriyle kapatılmış televizyonun önünden kalkmış, içeriye yollanıyordum. Yolda oyun oynayıp eğlenen kardeşimle karşılaştım. Ve o gün, kardeşimin omzuna kolumu atarak, belki de 7 yaşında bir çocuğun yapabileceği en derin konuşmayı yaptım:

Canım kardeşim, haline bak, şu an ne kadar da mutlusun değil mi? Ama bilesin bu hep böyle devam etmeyecek. Daha sonra okul diye bir şey başlıyor, 7 yaşına geldiğinde sen de gideceksin. Önümüzdeki 4 yılının keyfini çıkart, çünkü okula başladığın günden sonra hayatın bir daha asla eskisi gibi olmayacak. Hep bu günlerini özleyeceksin, bak ben çok özlüyorum. Sen şimdi bol bol oyna. Hadi bakalım...

Kardeşim elindeki oyuncakla oynamaya devam ediyordu. Dediğim hiç bir şeyi anlamamış, hatta dinlememişti bile, bundan adım kadar emindim. Bir yere varılamayacağını da fark etmiştim. Tek düşündüğüm benim yaşıma geldiğinde, onun da benimle aynı şeyleri hissedeceği, ama başına gelmeden de anlayamayacağı oldu...

Salı, Ağustos 14, 2007



iyi bir film, iyi bir kitap: uzun zaman oldu ne kitap yorumu yaptim, ne film. ama iki kategori icinde guzel birer ornege rastlamanin verdigi sevincle yazayim dedim. Oncelikle kitap... Adi: Son Şeyler Ülkesinde. Paul Auster yazari. "Yanılsamalar Kitabı" ile sevip, "Köşeye Kıstırmak" ile buyuk bir hayal kirikligi yasamak suretiyle sogudugum Paul Auster'i okumaktan vazgecmistim aslinda. ta ki turgay bana "Son Şeyler Ülkesinde"yi okumamı önerene kadar. Kitabı okudum, açıkçası kara ütopya, ama gerçekten o kadar da imkansız gelmiyor anlatilanlar. arka kapaktan: son şeyler ülkesi, geniş yığınların evsiz barksız yaşadıkları, hırsızlığın suç sayılamayacak kadar yaygınlaştığı, kendi canına kıymak ya da başkalarınca öldürmek yoluyla ölümün tek kurtuluş yolu durumuna geldiği kent. Anna Blume, bu adsız kente ağabeyini armak için gelmiştir. Okumazini öneririm...


Gelelim filme, film sadece film değil harika bir müzik festivali, soundtrackine zaten sahiptim, filmini izledim ayri hasta oldum. cok seviyorum boyle, bol muzikli ve aptal amerikalilarin kahramanliklarini anlatmak yerine baska seyler bahseden filmleri... hele hele, icinde bozuk ingilizce konusan tiplemeler varsa, bir fransiz, bir rus, fevkalade:) bunu da izleyiniz efem, tavsiye olunur. super samimi, tatli, icten bi film...



Çarşamba, Ağustos 08, 2007

carsamba, 21:28, yine yeniden bölümdeyim. sabaha kadar yolum var...
tatil biter, ben biterim, tez bitmez :(
yok az kaldı az, ya bitecek ya bitecek...
ya gecicem jüriden, ya kalıp atılcam zaten, Eylül'de bu tez bitecek anlıycagınız, iyi veya kötü...
Dogum gunum geride kaldi, blogu takip edenleriniz bilir 27 yas bunalimina girmistim. hatta biraz abartmak suretiyle, bu dogum gununde sevinecek bir yan bulamadigimdan bahsetmistim. ama oylesine guzel bir dogum gunu gecirdim ki, tum sacma salak sardirdigim dertlerimi unuttum gitti.

Nasıl mı gecti? dogum gunume girilen aksam tum aile bizde toplandı. teyzeler, kuzenler, dedeler... aile toplanmacası:) cok severim, hediyeler, öpücükler, sonsuz & kosulsuz sevgi dolu kocaman kucaklamalar...

ertesi gun yani dogum gunumde babamin deyimiyle "askerlik arkadaslarim" olan 3 erkek kankim, ogle yemeginde beni quick china'ya goturdu. pasta almıslar:) çin işi yemekler yedik, pasta kestik. her bir araya gelişimizde oldugu gibi gülüp eglendik. pastanın kalanını da bölüme getireyim diye paketlettiler.

Aksam ustu bolumdekilerle o pastayı yedik. dolustuk odalardan birine, caylarimizi doldurduk, kapiyi kapatip sohbete daldık. boylece bölüm içi partim de olmuş oldu.

Okuldan çıkışta, sevgilim geldi beni aldı ve yemege cıktık. sonra birer kahve ictik. Akşama ise yakın arkadaslarimla bir araya gelmek icin bi yere rezervasyon yaptirmistim. Oraya gecmek uzere yola düştük.

Ama o da ne, bizim esas oglanın isi cikmasın mı, bu arada da kankam Aslı, dolmustan indim size geldim diye aradı. naparsın, mekandan evvel eve gidersin tıpış tıpış, arkadasını almak ve sevgilini beklerken oyalanmak için. VEE eve bir girersinki sehir dısında bildiginden tut, nasıl olup haber aldıgını bir türlü tahmin edemediğin bir sürü arkadasın evdeler:D SÜPRİİİZ!!! diye bagiriyorlar... eheheee, işte o aksamım da oyle gecti.

Ah tabi bu arada, sehir hatta yurt dısından dogum gunumu kutlayan dostlar, hele hele nerden biliyorlar, hadi biliyorlar da nasıl unutmamıslar dedigim ogrencilerim vardı dogum gunumu kutlayan:) onlar da ayrı guzellik kattı gunume...

Yasadıgım her yılı anlamlı kılan, her günümü güzelleştiren ailem, dostlarım, arkadaslarım hepinize tesekkurler:D

IYI KI DOGDUM! MUTLU YILLAR BANAAA :D
Uzun zaman oldu yazmayalı, onlarca yazı konusu birikti aslında, ama biriken her işten kaçtığım gibi, bloga girmekten de kaçar oldum. Çünkü yazmayı düşündüğüm herşeyi yazmaya ne mecalim var ne vaktim, e yazmadan da geçmek istemiyorum. İki ucu boklu değnek hesabı, bloga hiç girmeyip, en azından bu konuda daha az vicdan azabı cekiyorum. cok sacma di mi... neyseki bir kac blog takipcim pesime düstü, "yazıların nerde" diyenler, "bos duracagina yazi yaz" diyenler ve hatta "bu kadar seyrek yazarsan okumaktan vazgeceriz" diye tehdit edenler bile oldu. boylece klavyeye geri döndüm. simdi hemen daha önceden yazmayi kafaya koydugum konulari hatırlamaya calisayim ve baslik baslik bir liste yapayim, sonra da basliyim yazmaya yavas yavas...
1) dogum gunum
2) ayagina isemek
3) tatil anılari
4) gri & tonlari
5) su sıkıntısı
6) dünyayı kurtaracak adam