Perşembe, Şubat 25, 2010

Gece ya da hafta sonunda çalışmıyor olmak ne zamandan beri vicdan azabına sebep oluyor acaba bende? Mesailer neyime yetmiyor, niye yetmiyor? Bana verilen maaş sadece o saat aralığı için değil mi de, geri kalanlarda çalışmamak sinirimi bozuyor? Tam olarak ne ödülü kazanacağım bu fazla mesailerim sonunda? Beni kimler takdir edecek? Ne kadar alkış toplayacağım acaba?

Yaptığım her iş düzgün olmak zorunda mı? Ne olur bir öğrencinin de isteğini önemsemesem, çabalamasam onun işi için, ne olur dekanlıktan gelen bir görevi de harbi yapmak yerine "hallediversem", ne olur millet tam metnini bile yollamaya tenezzül etmezken ben makale kıvamında yazmasam bildirilerimi? Yıpratmasam bu kadar kendimi, biraz umursamaz, biraz vurdumduymaz olabilsem...

Sahipsiz kalmış her işi sahiplenmesem, tanıdığım tanımadığım, sevdiğim sevmediğim herkesi, herşeyi koruyup, kollama huyumdan vazgeçsem. Ama olmuyor işte, sütüm bozuk! Ben, benin anasını da bilirim babasını da, hatta aynı ebeveynin bir diğer bebesini de.

Pazartesi, Şubat 22, 2010

Haa bu arada unutmadan not düşeyim günlüğüme. Gün olur tarihini hatırlamak isterim. Bölüm başkanımız (P.) geçen hafta, 1 yıllığına görevlendirilerek gitti, yerine bir başka hoca (A.) geçti. Hayırlısı...
"Sempatik" diye bir film türü yok mu? Bana öyle birşey lazım.

Şöyle ailecek izlenebilecek, kan şiddet içermeyen, gerilmeyeceğim, korkmayacağım, gülemesem bile en azından gülümseyebileceğim ya da heyecanla izleyebileceğim filmler. Komedi olur, romantik-komedi olur, macera olur, polisiye olur. İşte kısaca türü: sempatik.


Geçenlerde Hangover diye bir film izledim, kesinlikle bu türe giriyordu, bana öyle film lazım. Bilenler tavsiye etsin, saatlerimi sevmeyeceğim filmleri izlemekle tüketiyorum :(
80'ler gecesinde dans edip,
yine converse kazandım.
3. conversim oldu bu,
80'lerden kazandığım :)

Cuma, Şubat 19, 2010

Bir BÖTE (Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi) Bölümünün en çok Flash bilen adamının bir BÖTE'ci olmaması çok ironik değil mi? 1 aylık Flash eğitimi vermek de bana kaldı iyi mi... 

Perşembe, Şubat 18, 2010

İçmek lazım,
dostlarla.
Dağıtmak,
zıplamak.
Sarılmak,
öpüşmek sonra...
Belki iyi gelir,
yaralı ruhuma.
Bence hoş bir fikir :)
Herşeyden nefret moduuuuuuuuuuuuuuuu!!!
Hani bir reklam var, hazır çorba reklamı, Knorr olabilir sanırım. "Burak Erzurum'dan gelir, Zeynep Üsküdar'dan gelir" vs. vs. gibi bir şey. Evin oğlu askerden dönüyor, anası olacak kadın hazır çorba yapıyor. Bayıla bayıla içiyorlar sofrada. Bu Türk örf ve adetlerine yakışır mı, analığa yaraşır mı? Ayıp değil mi? Çocuk askerden gelmiş, bir çorba yapılmamış... Bu reklam hiç olacak iş değil, reklamın gizli mesajı da hiç verilecek mesaj değil. Aşk olsun... 

Çarşamba, Şubat 17, 2010

2 gündür Öğretmenlik Uygulaması dersi için (öğrencilerin staja okullara gittiği ders) okul okul geziyorum. Haftalardır yaptığım hazırlığı saymıyorum bile. Tüm öğrencilerin isteği olsun diye de hırpalanıyorum, ama yine de sanki kimseyi memnun edemiyorum. Beni çok zorlu bir dönem bekliyor. Neyse ki Fatma da bu derste benimle beraber, o da olmasa sıyırırdım zannımca...

Pazartesi, Şubat 15, 2010

Ehe.
Bi evi su basmadığı kalmıştı,
o da oldu :)
Zincire yeni bir halka... (*)


*http://kendicapimda.blogspot.com/2010/02/baz-aileler-magazalar-zinciri-kurar.html
of :(
of ki ne of.
huzur birazcık huzur...

Cumartesi, Şubat 13, 2010

Allah sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirir, sonra da buldururmuş. Telin üzerine iplik dolanıp, sonra kıvrılmış mor küpelerim var. Dün onları kaybettiğimi sandım, cebime koymuştum bölümden çıkarken, eve geldiğimde yoktu, arabada düşürdüm umuduyla arabayı kontrol ettim sabah, bulamadım :( Şimdiyse bölüme bir geldim ki odamda yerde duruyor, nasıl becerdiysem odadan çıkmadan düşürmüşüm, pek mutluyum...

Perşembe, Şubat 11, 2010

Bazı aileler mağazalar zinciri kurar. Biz ancak felaketler zinciri yapabildik. Vee aile felaketler zincirimize bir yenisi eklendi, amcam ayağını kırmış, henüz babamın kırığı iyileşmemişti halbuki, bir kırığımız vardı, neyse... Tüm bunları çok büyük kazaların atlatılması, belki hayatlarımızın bağışlanması için ödediğimiz küçük bedeller gibi görürsem katlanması kolaylaşıyor... 

Çarşamba, Şubat 10, 2010

sıkıştım köşeye
gerildim yay gibi
bunaldım çok

Salı, Şubat 09, 2010

Ha bu arada geçtiğimiz haftanın son 3 günü bir proje kapsamında ATO'da eğitim vermekle geçti, bugün öğlen de hocalarla beraber ziyarete gittik öğrencilerimizi. Ne de çabuk seviyorum öğrencileri, ne büyük bir kapasitem var hepsini sevmeye, şaşkınını, tembelini, aptalını, hatta saygısızını bile ve beni ne çok üzseler, yorsalar, sabrımı zorlasalar bile, doğrusu hayret ediyorum kendime... Bu öğlen gittiysem onca işimin arasında, gitme zorunluluğumdan değil, onları yeniden görebilmek niyetiyle...
Gonca gittiğinden beri Vildan bölümden hiç ayrılmamış anlaşılan ve meğer ben Gonca'nın yokluğunda iyice Vildan'a düşkün olmuşum. Bilmem o da ben yokken böyle hisseder mi ama, ben o yokken kimsesiz hissediyorum :(
Enerji seviyem sıfırın da altına iniyor...

Pazartesi, Şubat 08, 2010

  1. Kendi sümüklü hastalığım, kulağıma vurdu, antibiyotiğe devam :(
  2. Hafta sonu bir cenaze vardı, düğün yoktu...
  3. Kardeşim yine favori mekanlarından olan acil servisteydi, biz de endişeyle başında, hala da hastanede.
  4. Anneye ameliyat demişler, bu sefer kaçış yok.
  5. Tez uygulamam haftaya başlıyor, ortada ortam yok.
  6. Bööö

Pazartesi, Şubat 01, 2010


Geçen haftanın başını hastalanmamak için direnerek, Perşembe'sinden itibarenini ise yatak döşek geçirdim. Evde geçirdiğim 4 günde bir şeyler çalışma isteğiyle (mecburiyet, baskı, vs. kelimeleri daha uygun olabilir) yanıp tutuşmuş olsam da, kafam yastığa yapışma eğilimindeydi, o yüzden ya yatakta ya da tv karşısındaki  koltukta zamanımı geçirdim. Geçen günlerin ardından haliyle çoğu göze hitap eden yazılar biriktirdim aklımda:

Dizi: Fringe
Kocacımla dizi keyfinin üstüne yok. Flash Forward'ın tadı damağımızda kalınca kendimize yeni bir evlat edindik ve başladık aralıksız izlemeye. Enteresan bir dizi, anlaşılamayan olayları çözme amacıyla sınır bilimle (yok ışınlanma, efenime söyliyim genleri karıştırma, paralel evrenler vs.) uğraşan bir FBI birimi var, bir ajan, kafayı sıyırmış bir prof. ve onun çok şey bilen oğlu başrolde. Önce fazla sarmamıştı ama sonra sevdik ve tükenene kadar izledik. İlla ki açıklar oluyor, ya bu ajan kızımız niye FBI'da kimse yokmuş gibi her yere kendi kendine dalıyor falan gibi, adamı delirtebiliyor. ama bilim kurgu sevenler sevecektir zannımca.

Film: Gökteki Kale
Miyazaki'nin Spirited Away (Ruhların Kaçışı) isimli filmini izlemiştim zamanın birinde, bu nasıl bir hayal gücüdür dedirtip, hayran olmamı sağlamıştı. Hasta çorbası tasta modumda yatarken koltukta, TRT Çocuk'ta (akşam izleyebildiğim tek kanal olan CNBC-e, gündüz yok oluyor, bana da bir tek nickelodeon'la trt çocuk kalıyor) bir çizgi filmin başladığını gördüm, yarı baygın halde başladım izlemeye, ardından bir sardı ve tabii belli bir noktada bunun 20 dakikalık bir çizgi dizi olmadığını, koca bir anime film olduğunu, üstelik de benim Miyazaki'ye ait olduğunu çaktım. Tavsiye ederim. Kendime de diğer filmlerini tavsiye ederim, mutlaka en kısa zamanda izlemeliyim.

Film: Shoot Em up
Clive Owen ile Monica Bellucci oynuyor diyorum. Vurdulu kırdılı bir izlenim veriyor, tamam aşırı bir beklentiye girmezsiniz ama izlememezlik de etmezsiniz sanki. Biz de kandık. Çok anlamsız, Cüneyt Arkın'ın iki düzine adamı haşat ettiği ir filmi izlesek, daha iyiydi. İzlemeyiniz efendim.


Kitap: İnci Gibi Dişler
Of 550 sayfaymış kitap, bitmedi gitti. Kötü diyemem, hatta güzel bile diyebilirim. Dur dur doğru kelimeyi biliyorum, uzun! Gereksiz uzun, Çok daha kalın kitaplar okudum, 5 ciltlik kaç kitap bitirdim, ama bu uzun. gereksiz detaylar var. Sanki sayfa üzerinden alıyormuş yazar parayı :) Bizim alamancı gençlerin hikayesinin İngiltere'deki Jamaika'lı, Pakistan'lı versiyonu. Henüz 350. sayfadayım, bitince son kanaatimi yazarım.

Film: Yes Man
Jim Carrey adamım. Romantik komedinin güzel bir örneği, seviyorum böyle filmleri...