Çarşamba, Aralık 29, 2010

"Pilates kakamı getirdi!" Magazin dergisine röportaj veren, sansasyonel bir kişilik olsam bu cümleyi kesin kurardım, aşağıda okursunuz, yalan da sayılmaz nitekim. Ama ben sade bir blog yazarı olarak konuya başka noktadan gireceğim ve blogun başlığını "Mrs. Bean ve Pilates Topu" koyacağım...

Kasım ayının başında Joya spor merkezine yazıldık (Eğer benim yazılarım vesilesiyle Joya ile ilgilenir ve yazılmayı düşürseniz, adımı verin de benim üyeliğime 1 ay eklesinler e mi sevgili dostlar). Her spor merkezinde olduğu gibi burada da salon seansları var. Ben de daha önceden yapmakta olduğum Tai-Bo*'ya ve yine her bulduğum fırsatta yapmakta olduğum Latin Danslarına** gitmeye başladım. Ve fakat bugün seansların günlerini karıştırdım ve eh napalım diyerek, kaçırdığım Tae-bo'nun yerine Toplu Pilates dersine razı oldum. Daha evvel 1 kez pilates yapmıştım (ki top neyim yoktu), onda da benim hareketli yaşam tarzıma ve heyecanlı iç dünyama (:P) çok ters düşen uyuz bir şey olduğuna kanaat getirip bir daha gitmemeye karar vermiştim. Peki bu kararına rağmen niye derse girdin derseniz; hani toplu moplu diyor ya, belki daha eğlencelidir diye ummuştum derim.

Efendim, salona girdim baktım herkes çoktan topları almış, ben de gidip yan salondan kendime bir top seçtim, yeşil, turuncu, mavi renkleri mevcuttu. Ancak topların büyüklükleri birbirinden farklıydı. Mavi en büyük olandı. Dedim bu erkeklere göre herhalde. O sebeple maviyi eledim. Turuncu, portakal gibi iyisi mi onu alayım şeklinde düşünerek onu seçtim. Hea bu arada üzerinde 55 yazıyor. Geldim topun üzerine oturdum, bu sefer başladım, bu 55 kiloyu mu temsil ediyordu, şimdi bu top kıçımda patlamasın diye dertlenmeye :) Hayır seans başladı, toplar yan odada ve ben salonun kapıya neredeyse en uzak köşesindeyim. Dersi bölmemek adına turuncu topumu elime alıp, salonu boydan boya aşıp, geriye yeşil topla elimde dönmek istemediğimden, kaderime razı oldum. Hoca kendinizi topun üzerine bırakın dedikçe, topu patlatmak suretiyle spor merkezinin tarihine altın harflerle yazılmaktan korkuyorum. Topun üzerine oturmasız hareketler ise ayrı dert, işte bacağının arasında tutup kaldırıyorsun topu filan. Bense durmadan topu kaçırıyorum. Top fırlayıp gidiyor, ben yattığım yerden kalkıp bir koşu alıp geliyorum. Sanırsınız Mr. Bean pilates yapıyor. Gerçi benden kötü 1-2 kızcağız vardı, onlar bana moral kaynağı oldu. Biri topa takılmak suretiyle yere yapışıyordu, bir diğeri ise topu benim kaçırdığımdan çok daha sık ve çok daha uzaklara kaçırıyordu...

Gelelim bağırsak mevzusuna, bilmiyorum bilimsel bir gerçek mi ama, bence karnını durmadan topa yaslayıp, ittirip kaktırmak, bağırsaklarda bir hareketlenmeye sebep oluyor. Bundan mütevellit topun patlaması korkusu ve durmadan kaçması dertlerime ek olarak bi de tuvalete koşma isteği çıkmasın mı başıma, zaten hareketleri yapamıyorum, bir de yavaş yavaş sayıyor kız (Gerçi pilatesin raconu bu anlaşılan, yapacak bir şey yok. Uyuz diye nitelemiştim ya, işte bundan.), o 1'den 8'e gelene kadar ben 50'yi bulurum. Nitekim koca popolu teyzelerden biri azarladı, "ee, ama sen çok yavaş sayıyorsun!" diye.

Vs. vs. işte maceram zar zor bitti, sonra mı? Ders çıkışı derhal tuvalete gittim tabii :P

* http://kendicapimda.blogspot.com/2010/03/dun-tae-bo-yaptm.html
** http://kendicapimda.blogspot.com/2010/06/boynuz-kulag-gecer-hesab-benim-kardesim.html

Pazartesi, Aralık 27, 2010

Biraz daha az empatik olamaz mıyım? Dünyanın bütün problemleri bilfiil benim olmak zorunda mı? Çevremdeki her insanın derdini çözmeye uğraşmasam... Her yaralı, aç hayvan bana dert olmasa... Olmaaaz... Örnek veriyorum, bugün bölümden 2 kişi doktora yeterliğe giriyor; ama benim ellerim titriyor, bir huzursuzluk almış içimi gidiyor...

*Resim: Catherine Lazure

Perşembe, Aralık 23, 2010

Yeni yıl yaklaşırken ben de hazırlıklara başladım. Bu sene çam ağacımızı kuramadık, çünkü kedişimizin onun üzerinde tek bir süs bırakmayacağına dair şüphelerimiz var. Gerçi ben yine de ev için de bir takım şeyler düşünüyorum, bugün yarın yaparım. Gelelim iş yerine... Dijital çalışmalarımın haricinde (muhteşem yeni yıl e-kartları ve unutulmaz animasyonlar :P) el işi süslerim de oluyor biliyorsunuz. Yukarıdaki de bu seneki kreasyonum, ana malzemesi keçe...

Pazar, Aralık 19, 2010


Tek kesik almaya görsün kalbim,
Pıhtılaşmıyor kahrolası kanım,
Durmak bilmiyor gözyaşım...

Cuma, Aralık 17, 2010

Sınav kağıtlarını okuyorum, asabım bozuluyor :(
Tamam benim sorularım karikatürdekinden daha zor olabilir, ama yine daha iyi cevaplar bekliyordum...

Salı, Aralık 14, 2010

Ben hep yarım kadeh şaraptım, ne eksik bir damla, ne fazla;
Ben hep yarısı boş bardaktım, ne eksik bir parmak, ne fazla...

Perşembe, Aralık 09, 2010

Bazen en iyisi geri almaktır zamanı;
Bugün bizim için 1 Kasım sabahı...

Salı, Aralık 07, 2010

Korkum; "sonsuzluk"la tanımlı özlemimin, "an"lara sıkışması...

Cumartesi, Aralık 04, 2010

Farid Farjad: Resmen ruha ilaç...

Cuma, Aralık 03, 2010

Her derse hazırlanmak için inanılmaz bir çaba harcıyor,
Ders sırasında öğretebilmek adına 40 takla atıp,
Kan ter içinde kalıyorum.
Sırf daha iyi öğrenebilsinler, hem de eğlenebilsinler diye,
kendi günlerimi gecelerimi umarsızca harcıyorum.
Kaçış yok, öğretmenliği seviyor ve önemsiyorum...

Perşembe, Aralık 02, 2010

Hani "kafasında kırk tilki dolaşır, kırkının kuyruğu birbirine değmez" diye bir laf vardır. Benim kafamı .iken tilkilerin sayısı kırkı aşalı çok oluyor. Haliyle tilkiler dolaşma aktivitesini bir kenara bırakmış, kavgaya tutuşmuş durumda. Yoruldum :(