Çarşamba, Aralık 31, 2008

ne güzel şey "o"nu bulmuş olmak. arayıp arayıp; olmadık kişileri "o" olmaya zorlayıp; her karşına çıkanı "o" mu diye sorgulayıp da hiç ummadık bir zamanda bulmak üstelik. bulduktan sonra da, devamını bir masaldan kopyalayıp yapıştırmak sanki sonuna... ve ne güzel onun masaldan öte bir prense benzemesi. ne harika kıpır kıpır etmesi içinin ve gülmesi onu düşündükçe gözlerinin...
geçen hafta alper canıgüz'ün bir diğer romanı olan "oğullar ve rencide ruhları" okudum. kitaptaki -alper kamu- karakterini arkadaşım hakan', hakan'ı da "life with louie" çizgi filminin louie'si olarak kafamda şemalaştırdığımı fark ettim...

Salı, Aralık 30, 2008

geçen hafta hızla kapanan asansörün kapısını kafamla durdurdum. kafam şişti, gözüm morardı. daha fazla söz gerek yok, kendimi çizdim, oradan bakın...

Pazartesi, Aralık 29, 2008

bu hafta içinde hem yeni yılı hem de nişanımı barındırıyor.
ehe ne güzel :)
bir de şu hediye derdi olmasa...

Pazar, Aralık 28, 2008

yıllardır olduğu gibi yine Kavaklıdere Rtc'nin 80'ler partisini kaçırmadım ve yine yıllardır olduğu gibi dans yarışmasına katıldım. Bu sene 5 kişilik bir ekibimiz vardı. Oldukça eğlenceli geçen, 1 erkeğe 4 kız olduğumuz için kimi durumlarda tam bir altın gününe dönen 3 provanın ardından, dün gece sahne aldık. 1. olduk :) kaç grup mu vardı yarışmada? tamam 1! ama olsun, demek ki üstüne aptal 80'ler kıyafetlerini giyip, okuma bayramlarındakine benzer bir dansla 500 kişinin önüne çıkabilecek medeni cesaret bir tek bizde varmış. hem belki de ona veriliyordur ödül :) ödül mü ne? o da her birimize bir converse. ayrıca bir aylık dil kursu ya da vişnelikte spor tesisi kullanımı vs. işte öyle... bu arada resimlerini gördüğünüz, afişle bileti de ben tasarladım :)





Perşembe, Aralık 25, 2008

bu aralar okumam gereken en önemli şey oymuş gibi, gece 2'ye kadar roman okudum. Sabah da 8.30'dan beri, yani neredeyse 1,5 saattir, en öncelikli işim yeni yıl süsü yapmakmış gibi ponponlardan çam ağacı yapmakla meşgulüm. birinin bana final haftalarına girdiğimizi, yığınla teslim etmem gereken rapor, proje olduğunu; fakültenin bir kısım işinin beni beklediğini, öğrencilere ait okunup, notlandırılacak bol miktarda ödev bulunduğunu; bir hafta sonra gerçekleşmesi planlanan nişanım için hala elbise diktirmek, ayakkabı almak, müzik ayarlamak gibi bir çok işim olduğunu hatırlatması gerek. ha ben onca işi bir kenara bırakıp, akşam da bu hafta sonu gerçekleşecek olan 80'ler partisindeki dans yarışmasına hazırlanmakla geçireceğim o ayrı...

Çarşamba, Aralık 24, 2008


evimiz olsa onunla, şu yağan karda çekip koltuğumuzu kurulsak camın yanına. yeni gelmiş olsak sokaktan, kartopu oynamaktan. hatta garajın üstüne kardanadam yapmış, birimizin boynundaki atkıyı da ona bırakmış olsak. sıcak çikolata olsa elimizde, ayaklarımızı kaloriferde ısıtsak ve pencereden bakıp, kardanadamın haline gülüyor olsak. üzerimizde kareli bir battaniye, dışarının beyazını bastırmayacak loş bir ışık, belki de mumlar...

Salı, Aralık 23, 2008

gıcık, gıcık, gık, cık, gıc gıc, cıcık, gıcık, cık cık gıkcıcık...

Pazartesi, Aralık 22, 2008

Hafta sonu çalışma gerekliliğini umursamamak.
İş başı yapmak.
İşi başından aşkın olmak.



Cuma, Aralık 19, 2008

nasılki pazartesi iş başı yaptığımızı kavrayamadıysam, bugün de haftasonu tatilinin geldiğini anlayamıyorum. daha ne istiyorsun, haftanın nasıl geçtiğini anlamamış, kendini pat diye cuma da bulmuşsun diyenler, pazartesiye yetiştirmem gereken işler için, haftasonu çalışmam gerektiğini öğrendiklerinde, sözlerini geri alacaklardır diye tahmin ediyorum. kısaca üf diyorum...

Perşembe, Aralık 18, 2008

hıçkırığı geçirmek için yeni bir yöntem öğrendim çetin'den; dilinin altına bir parça kesme şeker koymak ve erimesini beklemek. ya ahmet'in iddia ettiği gibi zaten hıçkırığımın sonuna gelmiştim ya da gerçekten işe yarıyor...
yeni yıl yaklaştı ya, bende de etrafı ışıklandırma ya da video ve fotolarını gördüğünüz üzere, kendi uyduracağım yeni yıla has el işleri yapma, yeni yıl kutlaması için bir e-kart tasarlama hatta animasyon hazırlama gibi istekler doğmaya başladı. hatta yalan olmasın epeydir dürtüklüyor, ama hep erteliyorum. sanki artık ertelemesem iyi olacak, ne de olsa böyle garip zımbırtılar bana acaip mutluluk veriyor. yeni yıl da bahanesi oluyor...

Çarşamba, Aralık 17, 2008

11 günlük yokluklarının ardından evdeler bizimkiler, özlemişim, endişelenmişim, gerilmişim, bekliyormuşum. sanki yokken onlar dünya duruyor, zaman akmıyor ne garip...

Salı, Aralık 16, 2008

-huysuz berk- bize kaldı... amerika'ya gidecekti çalışmaya. iş güç ayarlandı, ev bark ayarlandı. berk'in modu da fazlasıyla tamamdı; ama vize çıkmadı. işinde oldukça iyi olduğundan verdiklerini tahmin ettiğim bi dünya parayı, neden verdiklerini anlayamayan gerzek bir amerikali çelme taktı. huysuz muysus; olsun. dostluğu bize, beyni de ülkeme kaldı fena mı? yalnız o üzüldü diye üzüldüm, gidemiyor diye değil, var mı!
Sezgin Kaymaz ve İlhami Algör'den sonra bir yeni dönem Türk yazarını daha keşfettim. Alper Canıgüz. Okuduğum ilk kitabı da "Gizli Ajans". Gayet hoşuma gitti. Şimdi diğer ikisinin peşindeyim... “Borges ile Kemalettin Tuğcu’nun aynı kişi olduğunu öğrendiğimde, hayatta bundan daha korkunç bir gerçekle karşılaşmayacağımı düşünmüştüm. Heyhat, ne kadar da yanılmışım.” şeklinde başlayan kitabın arka kapağın şunlar yazılı:

“Patronunuz Şeytan Bey’dir ve sizden de çok hoşlandığını söyleyebilirim.”Neydi bu şimdi? şaka mı? “Öyle mi?” dedim bu manyakça oyuna bir tur ayak uydurmaya karar vererek. “Nereden biliyorsunuz?”“Kendisi söyledi.”Elimden geldiğince aptal gibi görünmemeye çalışarak gülümsedim. “Ben kaçırmışım o kısmını.”“Sizin hatanız değil. Telepatik olarak iletti düşüncelerini.”“Evet anlıyorum,” diye kestirip attım, yeni işimi daha başlamadan bırakmak zorunda kalmamak için. “Öyleyse kendisine teşekkürlerimi de iletin.”“Ona kendiniz de teşekkür edebilirsiniz,” dedi Tunçay Bey bıyık altından gülerek. “Şeytan Bey görüşmenin başından beri burada, aramızda bulunuyor.” Bardağına iki buz attıktan sonra pipetini uzun uzun emdi ve boş bakışlarıma yanıt olarak, o kocaman işaret parmağıyla, masanın üzerinde psikopatça beni kesmekte olan kara kediyi işaret etti.

son zamanlarda gittiğim en güzel tiyatro!!
Biraz rötarlı da olsa tavsiye ediyorum. Tahmin ediyorum hala oynuyordur. Bu sezon gittiğim bir diğer oyun olan "Suçlu Yürekler"de oldukça sıkılmıştım. Oyunculuk ve dekor çok fena olmasa da konusu ve ağırlığı beni baymıştı. Bu oyun ise oldukça hareketli, kostümler, dekorlar gayet güzel. Oyunculuk deseniz diyecek laf yok. Bu adam da buraya olmadı, bu dediği de tutmadı diyeceğiniz kimse rol almıyor. Üstelik danslı, curcuna sahnesi fazlasıyla keyifli :) Gidiniz derim efenim...



Tiyatroya giderken, oyunun isminin tarafımdan "Küçük Osman" şeklinde hatırlanması ve benim oyunun kitapçığını işaret etmek suretiyle, konusu neymiş şeklindeki soruma sevgilimin "Nolcak Osman'ın gençliği" şeklinde yanıt vermesi işin geyik yanı olmakla beraber, cidden konuyu merak edenler için şu açıklama yerinde olacaktır: "Genç ve tecrübesiz bir hükümdar olan Genç Osman; toplum hayatında ve devlet işlerinin yürümesinde yenilikler yapmak istemektedir. Genç, dürüst, idealist bir o kadar da deneyimsizdir. Haremi ve çok eşliliği kaldıracağım deyip sonrasında kendisiyle çelişkiye düşer. Anadolu'yla birleşmek ve kalkındırmak gerektiğini bilir ancak yanlış zaman ve yöntem seçer. Halkı ve Ülkesi için kendisini yıkıma sürükleyecek tehlikeleri göze alır. Sonunda entrikacılar tahta göz dikenler kazanır ve Genç Osman devleti, insanları için hayatını feda eder." Oyunun adı da GENÇ OSMAN :) Çayyolu Tiyatrosunda sahneleniyor...

Pazartesi, Aralık 15, 2008

bayram, hafta sonları derken 9 gün tatil yaptık. geç kalkmaya, evde yayıla yayıla kahvaltı yapmaya, sabahları köpeğimle parkta gezecek vakit bulmaya, geceleri sevgilimi de alıp koynuma film izlemeye bu kadar alışmışken, şimdi işe dönmek oldu mu ya?? :(

Perşembe, Aralık 04, 2008

ağladım dün gece çok; eski komşumuz hayat hanım öldü diye... çocuktuk, bizi gördü mü balkonda, şeker çikolata atardı, balkona çıkar o da. tipitipler geldi aklıma, bir de mor jelatinli hobby çikolata. ağladım, benden çok heyecanlandığı düğünümü göremeden gitti diye. ağladım, ya başkaları da öyle gidiverirse diye. ağladım, kimbilir belki ben bile göremem o düğünü diye. ağladım, çok ağladım...

Çarşamba, Aralık 03, 2008

Düzeni sevmeyen, durmadan sorgulayan aykırı yanım, bugünlerde kulağıma evlilikle ilgili şeyler fısıldıyor. Beynimi iyi bilen şeytanım, sırtında kalbimi taşıyan meleğimi çekmiş karşısına, söylenip duruyor. Onlar kavga edince, burada -ben- karışıyor… Kendimi bir topluma, bir uzağına çekiştirip, içimdeki dengeyi zor kurarken, bir de kurallara sıkı sıkı bağlı aşkım ve ondan öte; kökleri toplumun üstünde örtülü toprağın dibinde olan annesi babası hayatıma dahil oluyor. Korkuyorum, içimdeki anarşisti bastıramayıp, aşkımı yoracağımdan, korkuyorum baskı altında tutup sonunda kendimi patlatacağımdan, bir de korkuyorum ben onları çok severken, o anneyle babanın beni sevmeyecek olmasından; sonra kızıyorum kendime “sen böylesin”, niye değiştirmeye çalışıyorsun, niye sevdirmeye uğraşıyorsun kendini diye. Girdaba giriyorum, kendimi kısır bir döngüde buluyorum. İçim sıkılıyor, bunalıyorum…
not: resmi ben çizdim

Pazartesi, Aralık 01, 2008

Bölümdeki yeni oda arkadaşım Ahmet'e, her geçen günle biraz daha ısınıyorum. İçi gülen gözleri, saf bir yanı ve sempatik bir kahkahası var :) Hatay'dan geldi ve doktorasını yapıp yine oraya dönecek. Bakalım...