Cumartesi, Aralık 14, 2013

Okuyunuz Okutunuz

Oğullar ve Rencide Ruhlar'ı okuyup Alper Kamu ile tanışın sonra Cehennem Çiçeği'ni kendiliğinizden alıp okursunuz. Alper Canıgüz, favori yaşayan Türk yazarlarımdan. Öyle çok da yok ha, yanlış anlaşılmasın, 3 tane falanlar zaten. Boyun fıtığımın tek keyifli yanıydı, duraksamadan bu kitabı okuyabilmiş olmak...

Cuma, Kasım 29, 2013

Tüm insanlı ilişkilere kendimi kapatasım,
Kalın kabuğuma çekilip,
Bir gülücüğümü esirgeyesim,
Tavşan olup dünyaya küsesim var...

Çarşamba, Kasım 27, 2013

Boyun Fıttırması

Ailenin fıtık özgeçmişinde yerimi perçinledim. Fıtığıma fıtık ekledim. Önceki yıllardaki merdivenden düşmem ya da araba kazamdan kaynaklanıyor gibi görünüyor, tetikleyicisi ise sinirlenmiş ve üzülmüş olmak anlaşılan. Sinirlenmek iyi gelmiyor sinirlere bir kez daha anladım. Ne zaman sinirlensem bel fıtığım azardı, artık boynuma da vuracak. Boynumdaki 5 ve 6. omuru fıttırtmışım.
Ayın 18'inde ağrım başladı, benim yok arkadaş bu tutulma, çarpılma falan değil demem Perşembe'yi buldu. Cuma günü ise yataktan kalkmayı beceremedim. Kocacığım da 10 gündür fuardaydı, annemi aradım, beni alın doktora götürün diye. 10 gün raporluyum, yatıyorum. Bir tek tuvalete kalkmaya iznim var. Bilgisayarda bir şey yapmak zor, ancak tv seyredebiliyorum. Çok sıkıcı. Zaten istesem de kalkmak epey zor, kafamı kocacım kaldırıyor, bir bardak suyu taşıyamıyorum, yemeğimi kendim yiyemiyorum, acıdan gözümden yaş geliyor.

Güncelleme: 2'si Pazartesi işe dönüyorum, ama doktora kalsa 1 ay yatmalıydım. Kalkmama izin verdi ama kontrollü gidip gel dedi. Boyun egzersizi ve bol yüzme verdi ödev olarak. Bir de passifloralı şeker aldım ben, her ihtimale karşı toplantı öncesi yemelik...

Perşembe, Kasım 14, 2013

Guacamole

Guacamole yaptım. Amerika'dan özlediğim lezzetlerden biri...

Şurada tafini yazmışlar. Gerçi ben tarife gerek duymadım yaparken :) Tarif sizler için...
http://mutfaksirlari.com/guacamole-avokado-sos.html

Malzemeler:
  • 3 adet olgun avokado
  • 1 adet orta boy domates
  • 1 adet küçük boy soğan (varsa kırmızı soğan)
  • 1 adet jalapeno biberi ya da köy biberi
  • 1 diş sarımsak
  • 3 yemek kaşığı limon suyu (varsa lime-yeşil limon)
  • 1 çay kaşığı tuz
  • Karabiber (damak tadınıza göre)
  • 2 yemek kaşığı ince kıyılmış kişniş ya da maydanoz
  • 2 yemek kaşığı zeytinyağı
Yapılışı:
  1. Avokadoyu bıçakta iki parçaya bölün. Çekirdeğini çıkartıp içini kabuğa zarar vermeden bıçak yardımıyla doğrayın ve bir kaşık ile derin bir kaseye alın.
  2. Soğanı ince ince yemeklik kıyın. Sarımsağı ezin ve soğanla birlikte kaseye aktarın.
  3. Domatesin çekirdeklerini çıkartmadan küçük küçük doğrayın. Biberin çekirdeklerini çıkarın ve aynı şekilde küçük küçük kıyın.
  4. Doğradığınız tüm malzemeyi kaseye alın.
  5. Tuz, karabiber, limon suyu, kıyılmış maydanoz (varsa kişniş) ve zeytinyağını kaseye aktarıp iyice karıştırarak servis yapın.

Pazar, Ekim 20, 2013

Chios

Bayramda Sakız Adası'na gittik ailecek (büyük ailecek - babanne, amca, yenge, anne, baba, kardeş, eş). Daha önce 4-5 tane Yunan adasına gitmiştim, ama Kos ya da Sakız gibi burnumuzun dibinde olanlara, feribotla 40 dakikada geçilenlere değil. Sanırsın Türkiye, adanın yerlisi Türklerle içli dışlı, demleme çaydan Türk kahvesi ikramına kadar her şey var. Çoğu Türkçe konuşuyor, bol bol şakalaşıyor. Sakız güzel, ama tahmin edeceğiniz gibi kaçırılmaz bir yer değil. Çeşme'den feribotla geçtik, gidip gelmesi gayet rahat. Orada da araba kiralayıp gezdik. Kısa bir değişiklik yapayım derseniz gidebilirsiniz :)

Çarşamba, Ekim 09, 2013

Konser bitmesin

Konser sezonunu açtık, en son Olimpos'ta keşfettiğim grubu yazmıştım, Luxus! Bu ara bol bol dinliyorum.
Onu geçelim, esas gelelim Ankara konserlerine! Pink Martini, Goran Bregovic, Anjelika Akbar ve geçen Pazartesi de HÜ Senfoni Orkestrası konseri olmak üzere hızlı bir konser takibi işine girdik. Hepsi ayrı cins, hepsi ayrı güzel.
Pink Martini konserine daha önce 2 ya da 3 kez gitmiştim. Ancak solist olarak Storm Large'ı hiç sahnede izlememiştim, oldukça beğendim, hiç böyle bir sahne hakimiyeti görmemiştim desem yeri. Doğal, güzel ve seksi biri bana göre...
Bregovic sağ olsun Türkiye'ye hep aynı ekiple geliyor, iyi de ediyor, Düğün ve Cenaze favori albümlerimizden zaten. Her yıl aynısı olsun, her yıl gidelim.
Akbar'ın özellikle Su isimli bir albümünü döndüre döndüre dinlerdim, ancak hiç canlı performansını izlememiştim, o da oldu, fena da olmadı. Tabii diğer canlı, capcanlı ve kalabalık konserlerden sonra biraz sessiz, biraz fazla dingin geldi...

Cuma, Ekim 04, 2013

Tam anlamıyla "Sahilde Kafka"

Yeni bir seri kitap siparişim geldi. 4 yeni kitap okuma listeme girdi, onlardan duyduğum heyecan, bana ne zamandır günlüğe kitaplarımı not düşmediğimi hatırlattı. Ucundan başlayalım:

Bu yaza Sahilde Kafka ile başlangıç yaptım, Haruki Murakami'nin okuduğum ilk kitabıydı. Bilgehan yazarın övgüsünü duyup hediye almış sağ olsun. Yazarla tanıştığım için mutluyum. Oldukça enteresan biri. Kitapta çok fazla metafor var, biraz karışık geliyor ve tam anlamıyla da bir yere bağlanmıyor gibi bir his veriyor, okurken acaba anlayabiliyor muyum diye kendimden şüphe etmedim değil. Daha sonra okuduğum bir röportajında, Sahilde Kafka'nın anlaşılması için en az 2-3 kez okunması gerek dediğini öğrendim yazarın. Yine de keyif aldım ve etkilendim diyebilirim. Altını çizdiklerim:

"Kedi bir an ne yapması gerektiğini kestiremedi. Sonra sanki bir şeylerden vazgeçmiş gibi konuştu.
 -Hmm... Sen konuşabiliyorsun demek.
- Evet. dedi yaşlı adam."

"Normal olmamak ile farklı olmak arasındaki ayrımı henüz tam olarak anlayamıyordum."

"Üstün nitelikli tamamlanmamışlık insanın bilincini tahrik eder, konsantrasyon yeteneğini artırır."

"Başına buyruk tezler, içi boş laflar, dağınık ideolojiler, kalıplaşmış sistemler. Beni gerçekten korkutan, böyle şeyler işte."

Çarşamba, Eylül 25, 2013

Doyamadım tatillere - Alışamadım bölüme

Doyamadım tatillere... Tatile kafam gelmese daha iyi olacak ama kader utansın ayrılamıyoruz. O yüzden yetmiyor tatil, yeterince dinlenmek mümkün olmuyor. Battıkça batan bir ülkede, pis bir dünyada yaşamak, safi zarar bir türe ait olmak, akıllara ziyan...

Bu yaz gezdim aslında, sezonu Prag-Viyana turu ile açtık. Hatta tura Münih bile sıkıştırdık. Turgay'ın eşliği ile keyifli bir gezi oldu. Prag'da trenle Pilsen şehrine - Pilsen biralarının doğduğu yere geçtik, bira fabrikası gezdik. Fıçılarda yapılan biraları gördük. Ben Viyana'ya bayıldım. Avrupa'daki favori şehrim ilan ettim kendisini.

Sonrasında annemlerle 1 hafta Antalya / Xanadu yaptık, sincap kovaladığımız bir tatil :) Birkaç hafta peşinden bir Antalya daha patlattık, bu sefer Adrasan. Ama bu sefer bomba ve alışılmadık bir grupla. Vildan, Gonca, Gökhan, Pınar, Fatma ve Turgay'la bir yeniden buluşma denebilir. Geçen hafta ise Bodrum.

Bu hafta ise Ankara! Acı gerçekler! Kayıt haftası! Bölüm hatta üniversite Kızılay'da bir sebze meyve pazarı gibi. Seçmeli ders kapmaya çalışan öğrenciler, yeni düşmüş, kampüste kaybolan çömezler. Dönemin başından devamsızlık pazarlığı yapan çakallar. İşin kötüsü geçen dönemden beri danışmanlığım da var artık.

Acımasızca soğuyan hava, yoğunlaşan trafik, dolaptan çıkan montlar, asılmış suratlar. Ne diyelim hoş geldin sonbahar...

Perşembe, Eylül 12, 2013

Luxus - Bir Kadeh Daha Ver



Antalya'da bir Olimpos gecesinde Eski Yeni'de Luxus'un keşfi... 
Ada Sahilleri de favori parçalarımdan.

Not: Dostlarla (Turgay'ından Gökhan'ına, Gonca'sından Vildan'ına, Pınar'ından Fatma'sına tam 12 kişilik bir ekiple) Adrasan'da tatile gidildi. Deniz Otel'de kalındı. Çok eğlenildi. Bunlar da not düşüle, güzel günlerde yazıla...)

Çarşamba, Eylül 11, 2013

Yeminlen çok bunaldım artık!

Tam bir parça toparlar gibi oluyorum ruhumu, yeniden başlıyorlar daraltmaya.
Duyarsızlaşmak zorunda hissediyorum, yoksa nefes alamıyorum.
Duymamış gibi ise hiç yapamıyorum, yine kesiliyor nefesim.
Özetle ben her koşulda boğuluyor, devamlı ağlıyorum...

Not: 22 yaşında biri daha öldü gezi olaylarında...

Salı, Ağustos 27, 2013

Gündem değiştirmece

Siz gündemi değiştireceğiz, biz de takip edeceğiz diye yorulduk arkadaş! Bir nefes alalım. Az rahat durun, insan öldürmeyin, ağaç kesmeyin, bir yeri yakmayın, bir şeyi yasaklamayın, baskı yapmayın, nefretle konuşmayın, ayrıştırmaya çalışmayın, hak yemeyin. Bir durun yahu! Kötü bir haber almadığımız bir günü bile iyi bir gün sayıyoruz artık! Yeter!

Cuma, Ağustos 23, 2013

Üzülmek bana kolay, hayat bana zor

Bu kadar zor mu üzülmek? Kahretsin! Bana niye bu kadar kolay peki?!?

Nasıl oluyor da birilerinin üzüntüsü, ölenlerin dinine bağlı kalabiliyor? Benim Mısır'da ölenlere üzülmek için onların müslüman olduğunu bilmeme gerek yok, Amerika'da bir öğrenci sınıf arkadaşlarını vurup katliam yaptığında ne kadar üzüldüysem, buna da o kadar üzülüyorum, Avrupa'da bomba patladığında ya da Asya'da deprem olduğunda... Her birine ayrı ayrı, onların annelerini düşünüyorum, çocuklarını, aşklarını, geride bıraktıklarını... Acaba hangi dindendi, hangi dili konuşuyor, dünyanın neresinde yaşıyor ona göre üzüleyim diyemiyorum! Yapabilseymişim keşke, o kadar dar bir pencereden bakabilseymişim, üzülecek daha az şeyim olurdu.

Öff be! Ben iki gün susuz kalıp boynunu büken çiçeğe üzülüyorum.
Ben bazılarını gerçekten hiç anlamıyorum:(

Perşembe, Ağustos 22, 2013

5 Ağustos 2013 - Facebook Durumu

Boğazım düğüm düğüm, nefes alamıyorum desem yeri. Lanet olsun bu kararları verenlere, verdirenlere ve bunu reva görenlere! Bıktık haksızlıklara, hukuksuzluklara, saygısızlıklara şahit olmaktan!!! Delirmek işten değil. Yazıklar olsun...

Not: Ergenekon Davası kararları verildi.

Çarşamba, Ağustos 21, 2013

11 Temmuz 2013 - Facebook Durumu

O kadar çok düşünce var ki kafamda yazamaz oldum. Bir çocuk daha öldü! Yok hayır! Ölmedi öldürüldü! Hem de dövülerek! Birini ÖLÜMÜNE DÖVMEK ne demek yahu?! Benim aklım almıyor, vuracaksın elinde sopayla, satırla, çubukla; o kadar şiddetle vuracaksın ki kan fışkıracak üstüne, ama umursamayacaksın; o kadar hızlı vuracaksın ki kırılan kemiklerinin sesini duyacaksın. Öyle çok öyle çok vuracaksın ki, inlediğini, boğazından gelen kanlı hırıltısını duyamaz olacaksın, sonunda öldü zannedip bırakacaksın. Aklım almıyor :(

Bense dün yürürken, üzerine basılmasın diye sarmaşığı kenara ittim, ben bu sabah odadaki sineği camdan dışarı çıkarabilmek için dakikalarca uğraştım. Benim bu kafam birini öldürene kadar döveni, bir çocuk öldü diye sevineni, bu ölüme, bu eziyete ses çıkarmayanı nasıl alsın?

Empatiden bu kadar yoksun insanla benim aynı ülkeyi bırak, aynı gezegende ne işim var? Hiç mi birini sevmediniz, çocuğunuz, kardeşiniz, sevgiliniz, arkadaşınız olmadı mı bir tane bile? Onların ölene kadar dövülmesi fikri hiç mi gelmiyor aklınıza? Hiç mi acıtmıyor yahu yüreğinizi? Ben Ali'yi dövenlerin bile dövülerek öldürülmesini istemem. Ama ben hala vicdanı olup da sessiz kalan varsa, onun ses çıkarmasını isterim. Bunca nefret söyleminin, "evde zor tutuyoruz" kışkırtmalarının olmaması gerektiğini fark ederim. Of off...

Salı, Ağustos 20, 2013

4 Haziran 2013 - Facebook Durumu

AKP'li arkadaşlarım, bir kısmınızın haksız bulduğu bu eylem için, sizlerin sesinin bile neler yazdığını görüyor musunuz? ( Örneğin: 'Farkındayım, sokağa dökülenler arasında kötü niyetli kışkırtıcılar vardı ama “Yeter yahu!” noktasında tıkanmışlar daha fazlaydı ve onların duygularını ciddiye almak lâzım. Vaktiyle hükümete oy veren insanlarda bile bu asabiyetin izleri bâriz. Güler yüzlü, gönül onarıcı, şefîk bir siyaset dili çok mu zor? O gerginlik, muhalif-muvafık bütün topluma sirâyet ediyor.' (Alkan, A. T., 03.06.2013. http://www.zaman.com.tr/ahmet-turan-alkan/dedim-birakin-yurusunler_2096443.html ).

Ne olur biraz vicdanınızın sesine kulak verin, mantıklı düşünün. Başbakanın dinimizin ya da partisinin arkasına saklanmasına izin vermeyin. Başbakanın siz-biz kışkırtmalarına aldanmayın. Bir başbakan milletini nasıl ikiye ayırabilir ki? Biz halkız, siz de öyle. Sokaklardaki de halk. Üstelik bir partiyi temsilen orada değiller, bir partiye karşı bile orada değiller. Bu 'ben ne dersem o olur' tutumuna karşılar. Tek bir kişinin, değil kendine oy vermeyenlerin, kendi partisinin dahi görüşünü umursamadan hareket etmesine karşılar. İşte o yüzden, alanda her partiden, her kesimden insan var. Bir kişi söyledi diye doğru olmak zorunda olmadığını, kişilerin katıldığınız, katılmadığınız, beğendiğiniz, beğenmediğiniz görüşleri, davranışları olabileceğini unutmayınız.

Pazartesi, Ağustos 19, 2013

Yazamadığım günlerde neler oldu neler...

Yazamadığım günlerde Gezi eylemleri vardı, 6 kişi öldü, 14 kişi kör oldu, kim bilir kaçı komada, 1000'lercesi yaralı, fiziksel olarak yaralanmayanlar dahi sağlam sayılmaz, ruhları paramparça. Yazmayı yüreğim kaldırır mı bilmem ama unutmamak adına yazmak istiyorum. Çok konuşulacak bugünler ileride biliyorum.

Bu süreçte en yakın arkadaşlarımdan biri evlendi, ben mutluluğunu yaşayamadım, ailede 2 kanser çıktı neye ağlayacağımı şaşırdım, yine yazamadım. Viyana-Prag gezisi yaptım, Türkiye'ye zor geri döndüm, yine yazamadım. Antalya'ya gittim, doğum günüm, evlenme yıl dönümüm geçti adam gibi sevinemedim. Kapana kısıldım kapana. Not düşüyorum buraya, bunlar bilahare yazıla...

Çarşamba, Ağustos 07, 2013

Ben istiyor yazmak

Beynimin kafama,
Kalbimin gövdeme zor sığdığı günlerdeyim.
Her zaman olduğu gibi yazmaktan kesildim.
Oysa yazmayınca daha çok ağlıyorum,
Kelimelere dökünce bir nebze olsun az...
Ama çok düşünce, daha da çok duygu olunca bende,
Dar geliyor dil kurumunun kelimeleri,
Sözel becerilerim cümle kurmaya yetmiyor;
Yazamaz oluyorum...

Perşembe, Mayıs 09, 2013

Çayır çimen sezonu

Çayır çimen sezonu açıldı, biz de yeşil vadide mangallı bir piknikle geçen hafta sezona hızlı bir giriş yaptık. Yeşil vadiyi ilk kez o kadar kalabalık gördüm, bir daha da tatil günlerinde gelmeyeceğime and içtim :) İş çıkışı pikniklerine devam.
Gelelim yayılma sezonunun diğer tutulan etkinliğine: Seğmenler Parkı toplanmaları. Mangal yok haliyle ama battaniyesinden dergisine, kutu oyunundan köpeğine her şey var. Son gittiğimde orada da kalabalıktan hafif bir cinnet geçirdim. Sanırım bizim kaptığımız ağacın gölgesinden faydalanmak için olsa gerek, etrafımıza 3 farklı grup 1m aralık bırakarak yanaştı. Bu kadar dokunmatik insanım, ama şu yanaşmalar beni acaip rahatsız ediyor. Orada da bir daha parkın daha sessiz köşelerine oturma kararı aldım.

Perşembe, Mayıs 02, 2013

Tatil Özlemi

Bu sıcak hava ve yaz kokusu beni delirtiyor, tatil tatil diye ölüyorum. Kalabalık istemiyorum, huzur istiyorum, huzur. Daha doğrusu, yalnızca seçtiğim kalabalık etrafımda olsun istiyorum. Şezlonga uzanmak, koca bir romana kendimi kaptırıp, döne döne okumak istiyorum. Şemsiye değil, kocaman ağaç gölgeleri istiyorum. Arada serinlemek için denize dalmak istiyorum. Poff :(

Çarşamba, Nisan 24, 2013

Rocha Mocha

Rüyamda mı gördüm bilmem, bu sabah Amerika'daki mini hayatımı özleyerek uyandım. Özlem listesine Rocha Mocha'yı eklemiş miydim? Tabii bir de o bademli kahveyi içtiğim Lucy's Cafe'yi. Baktım eklememişim, şimdi güncelledim...

Perşembe, Nisan 18, 2013

Modern Dans: Arda Boyları

Ankara Devlet Opera ve Balesi Modern Dans Topluluğu'nun gösterisini izledim geçenlerde; Arda Boyları. Çabayı sevdim, ama gösteriyi değil. Kendi hikayelerimizden, türkülerimizden yola çıkarak tamamen bir Türk eseri ortaya koyma fikri çok güzel. Gerekli de. Yapmışlar ama maalesef olmamış. Ne müzik, ne koreografi ne de dekor. Hatta kostüm bile, bile diyorum çünkü genelde kostümde başarılı buluyorum, iyi sayılmazdı. İyi olarak niteleyebileceğim bir iki şey kaldı aklımda, Fatma Kadın'ın (Deniz Alp) dansı ki bunu koreografın değil dansçının başarısı olarak yorumluyorum. Diğeri de erkeklerin boğuşma sahnelerinden bazıları. İzlediğime pişman değilim, emek verilmiş sonuçta, ama keşke daha iyi olsaydı...


Çarşamba, Nisan 10, 2013

Sanatsever sanat sever

Şubat'ta döndüm ülkeme ve döner dönmez, Amerika'da aç kaldığım kültür sanat aktivitelerine daldım.
Aklımda kaldığı kadarıyla, kısa kısa notlar:

ODTÜ 14. Sanat Festivali kapsamındaki sergiden en beğendiğim üç eser solda. Sırf sergiyi gezmeye gidecek kadar iyi bir sergi olduğunu düşünmüyorum, ama o tarafa yolunuz düşerse, diğer aktivitelerden herhangi birine biletiniz varsa, sergide dolanmayı ihmal etmeyin.

Gezdiğim bir diğer sergi Haluk Evitan'ın. Güzeldi, sevmediğim yalnızca 2-3 eseri vardı. Özellikle bol renkli, soyutlara bayılıyorum. Nitekim bir resim bile aldık, en üstteki bizimki.

Sergileri bitirip tiyatrolara geçelim. Şimdiye kadar izlediğim en etkileyici eserlerden biriydi desem yalan olmaz: Yastık Adam. Gerildim mi gerildim, hatta ağladım. Komedi değil anlayacağınız. Zaten sahne bir sorgu odası. Karekterler iki polis, sorgu altında bir yazar ve onun engelli kardeşi. Çok düşündürücü bir eser. Tiyatronun saati, konunun üzerinde düşünüp, çözmeniz gereken zamandan çok daha kısa. Tiyatro içinde geçen her bir öykü, iç içe geçmiş bağlantılar, herkesin altta yatan hikayesinin benzerliği vs vs. Ayrıca özellikle Katuryan Katuryan'ı oynayan Murat Çidamlı ve Ariel'i oynayan Tolga Tekin'in performansı izlemeye değer. Unutmadan İrfan Şahinbaş sahnesi bu oyun için biçilmiş kaftan. Şansınız varsa orada izleyin derim.

Diğer bir tiyatroyu oyunculukları, dekorun sadeliğini, sahne geçişlerini beğensem de içerik itibariyle tavsiye edemeyeceğim. Oyunun adı: Sanat.

Dün ise İdil Biret konserindeydim. Fark ettim ki ellerin hızına gözlerim yetişemiyor. Çok etkileyiciydi. Eserler favorilerimden değildi ama artık söz konusu olan bir şov muhtemelen, insanların çalınan eserlerden ziyade bu performanstan zevk alacakları düşünülüyor sanırım. Nitekim benim için öyle de oldu.

Pazartesi, Nisan 08, 2013

Aşkölçer

Hassas bir aşkölçerim var kalbimde, 
Sevdiceğim beni bir birimcik az sevdiğinde;
Sanki ibresi, lanet bir bıçak da,
Sürtünerek geri gidiyor göğsümde.

Perşembe, Mart 21, 2013

"Yayılın çimenlerin üzerine"

"Yayılın çimenlerin üzerine, er ya da geç çimenler yayılacak üzerinize"

Bize vakit kaybeden insanlar lazımdı. Çimenlerin üzerinde vakit kaybedenler, ama vakit kaybettiklerini düşünmeyenler. Bize Prevert'e "Çooook" diye cevap verebilecekler lazımdı; sorduğunda "Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?; Kaç kez kuşlara yem attınız?, Kaç kez mektup aldınız bu yıl?,  Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?" diye. Bize yetişemeyenler, telaş içindekiler değil, etrafına huzur, neşe saçanlar lazımdı. Değersiz hayatlarımızı, anlamsız endişelerle çürütmemize izin vermeyecek, kendini kaybedip koşturmaya başladığında, dur diye kazağına asılıp tekrar çocukça hissetmeni sağlayacaklar, sana dondurma ısmarlayacaklar lazımdı.

* Foto kaynak: http://www.anamublog.com

Çarşamba, Mart 20, 2013

Sağlıksız

Bu ülkede akıl sağlığını, ruh sağlığını, hatta işte topluca sağlığını korumak iyice zorlaştı. Yataktan mutlu kalkmayı başarsan bile okuduğun, duyduğun ilk haberle darmadağın oluyorsun. Bir bir topladığın parçaların, bir bütün haline getirdiğin zihnin yeniden parçalanıveriyor. Ülkenden bir üst düzeye, dünyaya çıkınca zaten zordu, hep zordu. Ama minik ülkende, kısıp gözlerini biraz, idare ediyordun. Yok! Olmuyor artık, o da olmuyor. Bir canım var, vereyim de kurtulayım diyor insan...

Salı, Mart 19, 2013

Uykusuz ama huzurlu, yorgun ama lanet etmeden

Kafam çok dolu olduğunda yazmak mümkün olmuyor, nereden başlayacağımı, derdimi nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Bugünse sakin bir kafayla uyandım. Uykusuz ama huzurlu, yorgun ama lanet etmeden. Ne zamandır yakalayamadığım bir berraklık var zihnimde, görünmez bir güç kalkanı sanki çevremde. Birkaç gündür böyleyim. Az uyumakla mı ilgili diye düşünüyorum. Hızlı bir duş, kahvaltı için kendime sandviç hazırlama ve trafiğe kalmamak için evden fırlama, 8 gibi ise bölüm kapısından dalma. Şansıma arabada radyoda Beethoven'ın 5. senfonisine denk gelme, ardından Für Elise ile huzurun tavan yapması. Ne çok enerjim var, hem de, nasıl anlatsam, güzel enerji, pozitif enerji, neşeli enerji, iyi huylu enerji. Yani biri bana sataşsa da bir güzel sopalasam fazla enerjisi değil. İşte öyle. Hazır yakalamışken bu ruh halini yazmak lazım dedim...

Pazartesi, Mart 18, 2013

Cici Kulaklık

Huhuu yeni kulaklığım var. Emektar Philips kulaklığımın ardından, şöyle kulaklarımı içine alan bir kulaklık kullanmayalı 3-4 yıl oluyor. Hep ufacık tefecik, kulağa kaçanlarla idare ediyordum. Yeni bir kulaklık almanın zamanı gelmişti de geçiyordu. Kulaklığımı takarım keyfime bakarım...

Kulaklığımın şerefine bir şarkı önereyim: Adaf Avidan - One Day (Wankelmut Remix)

Perşembe, Mart 14, 2013

Girdap

Kurduğum alarmları niye kurduğumu unuttuğum,
Yazdığım hatırlatmaların kaynağını hatırlayamadığım,
Kendimi bir girdabın içinde;
Oradan oraya savrulur bulduğum günlerdeyiz...

*girdap: TDK'dan
1. isim, coğrafya Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek ve çukurlaşarak yaptığı çevrinti, ters akıntıların oluşturduğu dönme, eğrim, çevri, anafor 2. Tehlikeli yer veya durum
"Biz aksiyonu olmayan teorilerin girdaplarında boğulmuşuzdur." - A. İlhan

Çarşamba, Mart 13, 2013

İdari Görev

Not düşelim günlüğe, idare edeceğimiz ilk resmi görevi de aldık bölümde.

Salı, Mart 12, 2013

Snowboard macerası

Pazar günü Kartalkaya'daydık, D&C, G&Ö çiftleri ile beraber. Bizden 1 hafta önce snowboarda başlayan D&C'nin kısa eğitimiyle kendimizi eğime verdik. Gayet güzel gidiyordum, bol frenle hızlanmadan. Sonra dönüşleri çalışayım dedim. Sen misin onu diyen, kıçımı yerden kaldıramadım. Düş allah düş. Nitekim onca havalı fotoğraf dururken, kendimi en iyi temsil ettiğine inandığım oturan kadın fotosunu seçtim bu yazı için de. Tabii bu görüntüye göre epey şapkaya atkıya bürünmüş, ıslak ve bitap görünüyordum o ayrı. Şu ağrılarımız dinsin yine yapalım...

Pazar, Mart 03, 2013

Anlaşılamayan yaratık: Kadın

Kadın dediğin bir garip yaratık; çok konuştu, derdini anlatamadı.
Ne şairler yazdı onu, kimler araştırdı, bana mısın demedi karşı cinsi; onu hiç anlamadı.
Erkek dediğin bir başka garip yaratık; bunca anlatma çabasına, hiç mi hiç oralı olmadı.
Anlatamadı kadın kendini, bir türlü anlaşılamadı.
Anlamadı erkek, bir türlü anlayamadı...

Cuma, Şubat 22, 2013

Küskün

Küs yatınca küs kalkıyorum.
O zaman aralığındaki huzursuz eylemi uykudan bile saymıyorum.
Oysa ben demiştim* bir gece olsun, aram bozuk yatmayı hiç mi hiç istemiyorum.

*http://kendicapimda.blogspot.com/2008/03/bir-telefonu-olsun-ask-suratla-kapatmay.html

Salı, Şubat 19, 2013

Tahminlerim tuttu, tutmaz olaydı

Tam da tahmin ettiğim gibi oldu, suskunluğa büründüm yeniden. Ülkeme dönüşün peşinden.
Sebepleri üzerine kafa yorsam biraz ve şıkları versem, siz de seçseniz...
a) Gurbette yalnızlıktan düşmüştün bloguna, yalnızlıktan kurtulunca bıraktın
b) Ülkende o kadar yoğunsun ki fırsat bulup yazamıyorsun
c) Ülkende yazılacak şeyler, aslında "yazılmayacak" şeyler
d) Ülkende yaşadıkların seni umutsuzluğa sürüklüyor, yazacak gücü kendinde bulamıyorsun
e) Ülke değiştirmenle yazıların azalması arasında anlamlı bir ilişki yok

Çarşamba, Şubat 06, 2013

Her yerden ayrılık, her yerde ayrılık...

Her yerden ayrılık, her yerde ayrılık...

Döndüm. Giderken üzüldüğüm yerden, üzülerek döndüm. Mutluyum evime kavuştuğum için, hüzünlüyüm bir diğerini bıraktığım için.
Bir de kafamı ve ruhumu toplayıp geldiğime inanıyordum ama yine sırtıma hançeri, kafama balyozu yedim un ufak oldum. Bakalım toplayabilecek miyim...

Pazar, Ocak 27, 2013

Niyet ettim bu Donut, olsun Antidepressant

Bugün doktora gitsem, bana antidepresanı dakika düşünmeden vereceğine o kadar eminim ki. Hiç vakit kaybetmeden, bir bardak suyla gözünün önündeyken yutturur hatta... Bu şartlarda ben ne mi yapıyorum? Durumu donut'la kurtarmaya çalışıyorum. Niyet ettim bu Donut, olsun Antidepressant :)

Cumartesi, Ocak 26, 2013

Özlem Listesi

Ülkeme geri dönmeden özleyeceklerimi belirlemeye başladım:
  1. Bir grup insan
  2. Yemyeşil doğa
  3. Yaşadığım mahalle
  4. Hobby Lobby mağazaları
  5. Bira çeşitliliği
  6. Meksika yemeği (Özellikle Guacamole ve Taco)
  7. Smoothie
  8. Pecan ve Pecanlı dondurma, tart vs.
  9. Donut
  10. Chocolate chip cookies (Yasemin'in ellerinden)
  11. Pepper Jack Cheese
  12. Sincaplar
  13. Lucy's Cafe ve Rocha Mocha*
*Mocha with Almond Roca Torani syrup-caramel, chocolate, and almond

Perşembe, Ocak 24, 2013

Son hafta!

Ne ara geçti 4 ay hiç bilmiyorum. Bir haftam kaldı burada, geri dönüyorum. Gerçi şu an hala gideceğime dair hislerden yoksunum. Sayısal olarak biliyorum ama kafam basmıyor henüz. Motivasyon kaynağım Zekai sağ olsun, gider ayak hız kazandım, her güne toplantılar, dersler, konuşmalar yerleşmeye başladı. Takvimim feci dolu, yapılacak işler listem A4 doldurur. Sanırım tam da bu yüzden algılayamadım gideceğimi...

Salı, Ocak 22, 2013

Blogdan mektup çıktı

Özlediğin kadar özlendiğini bilmek güzel :)
Geçen mektup çıktı postadan Onur ve Can'dan, döndüğümde beraber yapmak için planladıkları etkinliklerden bahseden. Turgay, Gökhan ve Alper'in gtalktan birlikte mesai daveti geldi. Sonra bir video buldum gelen kutusunda Pınar'dan, fotoğraflarımızdan oluşan, özlem dolu. Bugünse blogdan mektup çıktı. İş yerimi özlememin sebeplerinden birinin blogundan. Uzun mektuptan gönlümde taht kuran iki numune cümleyi not düşelim biz de blogumuza: "Sen varken ve sen yokken… Enerjimizi tamamlıyormuşsun aslında sen. Şimdi biraz eksik kalıyor." ve "İyi ki varsın, gerçekten daha iyi anlıyorum sen yokken… Etkin istatistiksel olarak anlamlı."

Cumartesi, Ocak 19, 2013

Görmemiş kar görmüş

Dün kar yağdı buraya kış boyunca ilk kez.
Üniversiteyi tatil ettiler, kar başladıktan bir süre sonra.
Bugün de ünivesitenin 10'da açılmasına karar verdiler.
Gülmek için fotoyu inceleyin :)
Üst taraf tatil ettikleri sırada üniversitenin hali.
Aşağıdaki de bugün; bulabildiğim en büyük kar yığının fotosu.
Dün çocuklar kardan adam yapma çabasına girmişti de, geriye kalanlar...

Çarşamba, Ocak 16, 2013

Süreğen Baş Ağrısı

Evet efendim kendime süreğen baş ağrısı teşhisi koydum. Süreğen lafını biraz önce keşfettim. TDK kronikle eşanlamlı olarak veriyor. Vesile ile müzmin kelimesinin de benzer bir anlama geldiğini öğrendim. "Müzmin bekar" tamlamasının nereden geldiği anlaşıldı. Süreğen'in karşılığı: Ne kadar süreceği belli olmaksızın sürüp giden, müzmin, kronik :) 

Gelelim baş ağrıma, sebep olarak iki tane olasılık olduğunu düşünüyorum, ikisi de kulak kaynaklı:
a) Dişim ağrıyor, kanal tedavisi gören, oyula oyula içinde sinir kalmamış dişim olduğunu tahmin ediyorum, ama hala nasıl hissettiğimi çözemiyorum. Diş ağrımın kulağıma vurduğunu düşünüyorum.
b) NY'dan döndüm döneli öksürüyorum. Bugünlerde epeyce azaldı, ama hastalığı bir şekilde kulağa doğru göndermiş olduğumdan şüpheleniyorum.

Konuyla ilgili önerileri almak istemiyorum, nitekim doktora gitmem gerektiğini savunacak bir kitle var gibime geliyor. Yanlış anlaşılmasın, sigortam falan da var, ama uyuzluk değil mi işte... Küçük bir tedavi uyguluyorum: yüksek sesle Duman dinleme :) Biliyorum çok yerinde gibi gelmiyor KULAĞA!

Pazartesi, Ocak 14, 2013

facetime

Facetime sayesinde Türkiye'deki sürpriz doğum günü partisine katıldım bugün. Ben de bir posta sürpriz diye bağırıp, zıpladım, azıcık hevesimi aldım. Facetime vb. olmasaydı nasıl geçerdi buradaki zamanım acaba, merak ediyorum. Yüz bin milyon milyar bin beş katı çok özlerdim kesin. Ve kesin daha çok ağlardım...

Pazar, Ocak 13, 2013

Popüler Yayınlar

Popüler Yayınlar uygulamasını eklediğimde bloguma, bu kadar değişik şeyler fark edeceğimi bilmiyordum. Genel olarak en çok tıklanan iki yayınımın ¨Krem Karamel¨ tiyatro oyunu ve bölüm koridoruyla ilgili olanlar olması epey tuhaf geliyor örneğin. Tüm liste değişiyor, onlar sabit kalıyor. Her ikisine de görsellerden ulaşılıyor diye tahmin ediyorum. Birinde tiyatronun afişi var, diğerinde de benim çektiğim koridor fotoğrafı. 
Çoğu zaman birilerinin tıklaya tıklaya listeye soktuğu yazılar da hoşuma gidiyor, ben de girip okuyorum, nostalji yaşıyorum. Hele hele bugünlerde blogumda dolaşmanın benim için büyük bir keyif olduğu düşünülürse.
Nadirense üzüyor, nicedir kedimizle ilgili olan yazı bir görünüp kayboluyor mesela, tekrar tekrar aklıma geliyor :(

Cumartesi, Ocak 12, 2013

Bir bahar şenliği olmalıydı hayat!

Bir bahar şenliği olmalıydı hayat. Yemeli, içmeli, öpüşmeliydik; tıpkı yaptığımız gibi şenliklerde. Sarılmalı, gülüşmeli, yuvarlanmalıydık çimenlerde. Top oynamalı, koşturmalı, acıyana kadar ayaklarımız ya da kalbimizin sesi duyulana kadar dışardan, zıplamalıydık. Müziğe ayak uydurup, sabahlara kadar yorulmadan ve çekinmeden dans etmeliydik. Bağıra bağıra söylemeli şarkıları, arada purolarımızdan bir fırt çekmeliydik. Battaniyelerimiz yerlerde, biz üstünde, tepişmeliydik. Fotoğraflar çekmeliydik, tüm dişlerimizi gösterdiğimiz, en büyük gülümsemelerimizle. Sarılmalıydık, her zamanki gibi insan ayırt etmeden kucaklaşmalı, kol kola dolanmalıydık. Bitmemeliydi şenlik, o sevdiğimiz grup hiç inmemeliydi sahneden.

Kaybetmemeliydik masumiyetimizi, herkesi kendimiz gibi güzel sanmalıydık ve dünyayı iyi bir yer, yaşamı ise anlamlı. Kötüler masallardaki karakterlerle sınırlı kalmalıydı. Numaraları, yalanları, oyunları tatmamalıydık. Almamalıydık dünyanın yükünü omuzlarımıza. Dünya yük olmamalıydı.

Kahretsin! Hiç öğrenmemeliydik "yenik düşüyor her şey zamana, biz büyüdük ve kirlendi dünya" ne demek. Bir bahar şenliği olarak başlamalı ve bitmeliydi hayat...

Perşembe, Ocak 10, 2013

Üçü bir arada - Kitap

Amerika'ya bavulumda 3 romanla geldim. Birini geliş birini gidiş yolunda, diğerini arada, imdat kolunu çekmem gerektiğini hissettiğimde burada okurum diye düşündüm. Okuma hızımı düşünürsek kitapların yetmeyeceği aşikardı ama bizim de bir kitap taşıma potansiyelimiz var. Üstelik de yer kıtlığından dolayı kitaplarımı kütüphaneme geri götüremeyeceğim düşünülürse daha fazlasını taşımak da istemedim. Gelelim kitaplara:

Sisle Gelen Yolcu: Grange'ın son romanı. Çeviri kalitesinden niyeyse emin olamadım. Fransızcam yok ama 'Le Passager'in 'Sisle Gelen Yolcu' olduğuna inanacak kadar da saf değilim. Üstelik de 'yolcu' kelimesi tüm kitaba bir gönderme yaparken, sisle gelen yolcu yalnızca bir adama, ilk sahnelere gönderme yapmaktadır. Ne demek istediğim başına 'sisle gelen' eklendiği anda, 'yolcu' kelimesi de anlamını kaybetmektedir. Yanlış çevirinin bu kadarı.

Çeviriyi bir kenara bırakıp içeriğe yönelirsek ise, Dan Brown'da başıma gelenler geliyor artık Grange'da da başıma. Her ikisinin de tüm kitaplarını okudum. Yazarı tanıdım, bildiğin her taşın altından ne çıkacağını biliyorum. Maalesef Grange'dan soğudum, biraz fazla zorlama gelmeye başladı hikayeler, hiçbirinde Leyleklerin Uçuşu ya da Kızıl Nehirler'deki tadı yakalayamıyorum :( Ha okunmaz mı, okunur, gayet de sürükleyici bir şekilde okunur, nitekim 3 günde falan bitti 650-700 sayfalık kitap. 

---SPOILER GELİYOOOR--- 
Niye zorlama gelmeye başladı: Gereksiz detaylar çoktu. Baş kadın karakterimizin babasının işkenceci olmasına gerek yoktu örneğin, işkence sahnelerinin detaylarına, işkence dolu rüyalarını dinlememize hiç gerek yoktu, annesinin delirmiş olmasına da gerek yoktu çünkü konuyla ilgisi yoktu. Babası pis işlere karışmış, hafif işkolik, biraz takıntılı bir portre çizse yeterdi. Haa ama Grange beyimiz tıpkı daha önce Türkiye'ye bok attığı gibi, yine bir takım yermeler peşinde olabilir, söz konusu anlatımları konuyla ilgisiz olduğunu adı gibi bildiği halde yapmış olabilir, onları bilemem. Tüm bunların yanında adamın kitabı yazmadan evvel sıkı bir araştırma süreci geçirdiğine eminim. Bu da klasik bir Grange taktiği, ne dediğini iyi biliyor, konusunu derinlemesine inceliyor. Bu roman psikoloji ve sanat ağırlıklı olmuş. Nitekim ana erkek karakterimiz psikolog ve aynı zamanda ressam. Genel olarak bağlantıları iyi kurmuş. Ancak yine bana zorlama hissi veren bir diğer kısım, sonu. Sanki aman öyle bir dümen yapayım ki kimse sonunu tahmin edemesin diyor. Edemiyorsun da nitekim, ama şaşırtıcı olmaktan ziyade saçmalık hissi veriyor. Eleştiriyi de bir kenara bırakırsam, hoşuma giden iki kısmı paylaşayım...

'İş kalp yarası çekenler için son can simidiydi'

'... XX. yüzyıl kuşağı, Nietzsche'nin Tan Kızıllığı adlı kitabındaki vecizesini, bir beylik söz olarak yıpranana kadar yinelemişti: 'Beni öldürmeyen her şey beni daha güçlü kılar'. Bu bir aptallıktı. En azından herkesin kullandığı çağdaş anlamı içinde. Her gün yaşanan acı insanı dayanıklı hale getirmezdi. Yıpratırdı. Kırılganlaştırırdı. Zayıflatırdı. Freire bunun bedelini ödemişti. İnsan ruhu, dayanıklılığının sınanmasıyla tabaklanan bir deri değildi. Duyarlı, nazik, içli bir zardı.'

---SPOILER BİTTİ---

Diğer kitap da Sigma Protokolü. Pınar'dan ödünç aldığım ama sonra Amerika yolunda okumayı kafaya koyup, Amerika'da bırakmama izin verip vermeyeceğimi sorduğum, onunsa kitabını gezen bir kitap yapacağım için sevinerek izin verdiği kitap. Nitekim yeni sahibini buldu bile :) 
Yazarı Robert Ludlum. Bu kitap sayesinde kendisini keşfetmiş bulunuyorum. 30'a yakın romanı varmış, maalesef ölmüş. Bu arada filmlerini pek sevdiğim Bourne serisinin de kendisinin romanlarından uyarlandığını bu vesileyle fark ettim. Tavsiye ederim...

3. romanım da yine sevdiğim bir yazar olan Ursula K. Le Guin'ne ait. Çoook uzun zamandır okumayı istediğim Mülksüzler'i aldım sonunda, işte dönüş yoluna ayırdığım kitap bu.

Çarşamba, Ocak 09, 2013

Rötarlı yeni yıl kartları

Kasım'ın ortasında yapıp*, postalamamak için kendimi zor tuttuğum yeni yıl kartlarını Aralık'ın ortasında yollamıştım. Keşke daha önce yollasaymışım, henüz varmaya başladı. Şimdilik 4 zarf ulaştı, 20 tane falan olması lazım, uçup ulaşması gereken epeyce var... Kendi posta kutumda el yapımı, el yazılı ve onca yol teperek gelmiş bir kart bulsam, inanılmaz hoşuma giderdi. Kikhikik :D O yüzden olsa gerek çok hoşuma gidiyor kart yolladıklarımı düşünmek, heyecanlanıyorum falan. Biraz tuhafım galiba ama, kart yollamak da en az almak kadar güzel geliyor bana.

*http://kendicapimda.blogspot.com/2012/11/erken-yeni-yl-coskusu.html

Pazartesi, Ocak 07, 2013

Hobbit

Geçenler de Hobbit'i izledim, IMAX'de. Argo ve Skyfall'dan sonra 3. sinemam oldu Amerika macerasında. IMAX'de en son ne izlemiştim, U2 konseri olabilir mi? Neyse tam hatırlayamadım ama IMAX'i sırf 3D'den daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. IMAX'in de etkisiyle filmden epey keyif aldım, hele Argo ve Skyfall'dan sonra ilaç gibi geldi. Tabii Yüzüklerin Efendisi'nin favori kitabım olduğu, Hobbit'i de okuduğum düşünülürse, yalın olarak senaryonun dışında sevmeme etken sebepler var. Komik kısmı söylüyorum film boyu, ne kadar ağırdan alıyorlar, nasıl yetiştirecekler yahu diye düşünüp durdum. Filmin sonu geldiğinde hikaye bitmeyince hafif bir aydınlanma yaşadım ve çıkışta öğrendim ki Hobbit'i 3 bölmüşler...

Cuma, Ocak 04, 2013

Aynı Acı

Biliyordum, henüz yola bile çıkmadan hissediyordum. O şehre gidip, ailemle buluşup, bir haftanın sonunda geri döndüğümde, başıma gelecekleri biliyordum. Sadece yalnız değil yapayalnız kalacağımı. Sadece tek değil, tek başıma olacağımı. Biliyordum, sil baştan çökecekti hüzün. Yalnızlık kendini vurgulayacak, hasret yeniden damarlarımda dolaşmaya başlayacaktı. Sigarayı bıraktıktan 3 ay sonra 1 tane daha yakmak ve yeniden bırakmak gibi. Aynı sancılı süreç. Aynı acı*. Göğsüme koca bir balyoz yemiş gibi, boksörün biri karnıma yumruk atmış gibi. Nefesim kesilene kadar biri boğazımı sıkmış gibi... 

* http://www.kendicapimda.blogspot.com/2012/10/gogsume-koca-bir-balyoz-yemis-gibi.html

Çarşamba, Ocak 02, 2013

At Boku Doktoru

Fırat duygularıma tercüman olmuş. Eninde sonunda olacağım budur...

Öhöö! Buyrun ciğerlerim!

Hastalık pek boktan bir şey. Hani bilmeyen varsa, not düşeyim dedim bloga. Hastalık beni sadece maddi değil manevi olarak da epey yıpratıyor, sinirli oluyorum. Halsiz, bitkin, mecalsiz, takatsiz (var mı başka eşanlamlı?) ve bunların yanı sıra bir de asabi oluyorum. Öksürüyorum, 4-5 gün oldu sanırım, bol bol öksürüyorum. Pöf!

Salı, Ocak 01, 2013

2012 Bilançosu

Daha güzel yıllar görmüştüm aslında, ama şikayet mi etmeli şükür mü bilemedim. Biraz sağlıkla başımız beladaydı bu yıl, gerisi dert değil de, sağlık olmazsa olmaz işte napalım. Nur topu gibi iyileşmeyecek sadece yavaşlatılabilecek bir hastalığı oldu ailemizin mesela, biri apandisit biri varis olmak üzere 2 ameliyat, biri çatlamış belki de kırılmış kuyruk sokumuyla sonlanmış olmak üzere bendenizde 3 düşme, teyzede kuzende kırıklar vs. 

Bir başka can sıkıcı yan ise artık ülkenin canına okunmuş olması, maalesef güzel bir haber alamadık bu yıl, iyi bir şey göremedik, hep tutuklama, hep suçlama, hep haksızlık, hep geriye gidiş :( 13'de düzelse keşke, bu seneki berbatlık sayesinde 12 farkındalık yılı olmuş olsa da hiç değilse bir işe yarasa.

Dünya dengelerine girmeden, daha fazla iç karartmadan en kötü yılımız böyle olsun diyeyim madem de başka ne yaptığıma bakayım...

2011'e girişte Bolu'dakinin tadı damağımızda kalınca bu yıla da benzer bir organizasyonla başlamıştık. Kızılcahamam'da Emre'nin önderliğinde sıcacık, ufacık bir mekanda dostlarla girdiğimiz 2012, benzer şekilde bol Ankara dışıyla devam etti. Hatırladığım kadarıyla yurt içinde 2 Antalya, 1 Bodrum 1 İstanbul tatili, konferans vesilesiyle Antalya, Kıbrıs ve Romanya'ya gezi, vee tabii ki New York ve Nashville ziyaretlerini de barından 3 aylık Amerika seyahati 2012'ye damgasını vurdu.

2012'de piknikler, doğum günleri, yemekler, 'vodka university' geceleri, misafircilik oynamalar gibi sosyal faaliyetlerin yanı sıra kültür sanat faaliyetlerine de yer verildi. Aklımda kalanlar bale olarak Notre Dame'ın Kamburu, opera olarak ise Don Giovanni, hmm tiyatrodan bir örnek gelmedi aklıma, tiyatro kolu başkanı Fatma hatırlatır belki. Dali, Picasso, Escher'in sergileri, New York'taki sergileri saymıyorum bile, sonracığmaaa Goran Bregoviç'in konseri...

Güzel sinema filmleri, kitaplar ve tabii Fox Crime kanalı ile her tür polisiye dizi de geçtiğimiz yılda yerini aldı. Nitekim alın beni olay mahaline götürün, bakın nasıl ipucu topluyor, lab'da nasıl güzel analiz ediyor, hele hele katili nasıl çabuk buluyor, olayı nasıl çözüveriyorum görürsünüz.

Kişisel gelişim kapsamında, tüm bunların yanı sıra yine grafik tasarım ve çağdaş sanat dersi aldım (2. turlarını yaptım). Dersin gerektirdiklerinin yanı sıra kendi çapımda genel olarak kart üzerinde olmak üzere tasarımlar da yaptım.

Sosyal, kültürel faaliyetleri bir kenara bırakırsak ki sağlığı da en başta anlatmıştım; aşk hayatım stabil denebilir hala 1 adet eşim var, ancak 2'ye çıkardım mı gelişme olarak kabul edeceğim :P Şaka bir yana onsuz günlerin geçmediğini fark ettim. Çekirdeğin dışına çıkarsak, büyük ailemle de biz pek güzeliz. Hatta Amerika seyahati sayesinde geniş ailemin bu taraftaki kısmıyla iyice kaynaştım. 

Mesleki açıdan 4 aylık yurtdışı kriterini yerine getirmeyi başardım, insanlık için küçük benim için büyük bir adımdı. Mesleğimin esas amacı olan eğitim verme işinde bir şeyler başardığım söylenebilir.

İşte genel olarak böyle. Astroloji kitapları modeli iş, aşk ve sağlığı değerlendirdim, hatta sosyal, kültürel etkinliklerimi de, var mı soru? Akıllara takılan bir nokta? Raporum kabul mü?