Salı, Haziran 29, 2010

Çoook çalışmam lazım çook. Puff...

Pazartesi, Haziran 21, 2010

Hafta sonu İstanbul'daydım. Dalsu ve Gözde'de kaldık, hatta buradan Dalsu'yla beraber gittik. Cuma akşam Ortaköy'de yemek, yemek sonrası evde Kuthan'ın da dahil olduğu bir teras keyfi. Cumartesi sabah yine deniz kenarında kahvaltı. Ardından kıyıdan, parklardan bahçelerden yürüyüş ve denizin bir başka kenarında kahve - tatlı keyfi. Sonra eve dönüp biraz yayılma, peşinden Gonca ve eşi Onur'la buluşma. İstiklal'de yemek, ardından boğazda çay - kahve keyfi...  Pazarsa Silivri'de havuzlu doğum günü partisi. Doğrusu pek keyifliydi, özellikle dostları görmek paha biçilemezdi. Ancak özellikle yüzme kısmının ve sıcak nemli havanın etkisiyle, bu seyahat benim tatil isteğime gem vuracağına, arttırdı. İyisi miii, ben haftaya hafta sonu da Antalya'ya gideyim :)

Perşembe, Haziran 17, 2010

Aaay emanetin canı kıçındadır! Karmaşık durumlardan ötürü 3 günlüğüne Burcu'nun arabasını kullanıyorum. İşe otobüs dolmuş gelsem, annemlerle kendi evim arasını yürüsem daha az dert olacaktı içime vallahi. Hiç sevmiyorum birinin birşeysini kullanmayı. Gerçi örnek sürücü seçilmek üzereyim, tüm trafik kurallarına uyuyorum, ne hız sınırını geçmek, ne telefonla konuşmak. Tın tın tın, önünü görmek için boynunu uzatmış nineler misali gidiyorum, kimseyle inatlaşmıyorum, herkese yol veriyorum, mazallah yolu alacağım derken çarpar çizerler diye. Park yeri için dönüp duruyorum, aman en uygun yeri bulayım derdiyle. Bunca dikkate, el üstünde tutmaya, kısaca sakınan gözüme ne oldu tahmin edin? Sabah ne göreyim, arabanın motor uyarı ışığı yanmasın mı! Neyseki benle ilgisi yokmuş, zaten bu araba için olağan bir durummuş. Tabii benim durumu fark etmemle bunu öğrenmem arasında 2,5 saatlik cehennem azabı var...

Çarşamba, Haziran 16, 2010

Kocam eğitime İstanbul'a,
Turgay konferansa Varna'ya gitti.
Bana kalan Ankara ve bekçiliği...

Salı, Haziran 15, 2010

Canım sıkkın son zamanlarda. Hiç birşey yapmak istemiyorum. Yoo, aslında var yapmak istediklerim; birkaç adam dövmek mesela...

Pazartesi, Haziran 14, 2010

Geç olsun, güç olmasın...
Sizlerle geçtiğimiz Hıdrellez'deki dileğimi paylaşıyorum.
Çözebilenlere selam olsun :)

Pazar, Haziran 13, 2010

Telefonumu düşürdüğüm olmuştu da hiç bu kadarı olmamıştı. Güzelce masa örtüsünün içine sardığım telefonu, ekmek kırıntılarıyla beraber silkeledim. Silkeleme hamlemin de etkisiyle, telefon benim bulunduğum 3. kattan, yan apartmanın otoparkına düştü, apartmanlar arası kot farkını ve zemin katı da hesap ederseniz 4,5 katlık bir mesafeden betona çakıldı. İşin güzel yanı hala çalışıyor :)

Cumartesi, Haziran 12, 2010

Sabahtan ev için alışveriş yaptım. Kahvaltının ardından; önce alışveriş torbalarını boşalttım, yatağı topladım. Çamaşırları makinaya attım. Bulaşık makinasını boşalttım, kirlileri yerleştirdim, bu arada yemeğe daldım, yemek yaptım, elde yıkanması gereken fırın tepsisi vs'yi yıkadım, haa tabii çamaşırları astım. Sanırsın harika bir ev hanımıyım...

Perşembe, Haziran 10, 2010

Siz çalışmak için yapılan "elim kuş, götüm taş" duasını bilir misiniz :) Poponuz yerinden kalkmasın, eliniz de durmaksızın çalışsın diye... Okumakla yetinmeyip, resmettim duayı. TİK geçti, final haftaları bitti, Pazartesi de ders notlarını teslim ettim, 2 gündür sallanma halindeyim, ama bugün sıkı çalışmayı kafaya koydum. Bakalım... Elim kuş, götüm taş, elim kuş, götüm taş...

Çarşamba, Haziran 09, 2010

Boynuz kulağı geçer hesabı, benim kardeşim de dahil tüm çocukluk arkadaşlarımın kardeşleri bizleri geçti. Şimdi o ufaklıklardan birinden dans dersi alıyoruz. Dün ilk dersimizi aldık, Jive'le başladık. Bakalım bu hoş çabamız ne kadar süre devam edecek...

Salı, Haziran 08, 2010

BEN: Sülün gibiyim değil mi?
KOCAM: Ne sülünü, ancak keklik olabilirsin.

Ne harika bir iltifat değil mi? Şu kısa, tombiş, tembel keklik mi, yoksa koşan, ince, uzun sülün mü? Ah canıım kocam beni ne çok beğeniyor...

Cuma, Haziran 04, 2010

Can Yücel demiş ki:

bugünlerde herkes gitmek istiyor.
küçük bir sahil kasabasına,
bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

hayatından memnun olan yok.
kiminle konuşsam aynı şey...
herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
bir kendisi.
bu yeter zaten.
herşeyi, herkesi götürdün demektir.
keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
ama olmuyor.

hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

böyle gidiyoruz işte.
bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"otur" diyen kazanıyor.
o yan kalabalık zira...
iş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
güvende olma duygusu...
en kötüsü alışkanlık.
alışkanlığın verdiği rahatlık,
monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
kalıyoruz...
kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

evlenmeler...
bir çocuk daha doğurmalar...
borçlara girmeler...
işi büyütmeler...
bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

misal ben...
kapıdaki rex'i bırakıp gidemiyorum.
değil bu şehirden gitmek,
iki sokak öteye taşınamıyorum.
alıp götürsem gelmez ki...
bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
herkes onu, o herkesi seviyor.
hangi birimizle gitsin?

"sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
kendi imalatımız küfeler.

ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
ölüm var zira.
ölüme inat tutunmak lazım,
inadına kök salmak lazım.

bari ufak kaçışlar yapabilsek.
var tabii yapanlar, ama az.
sadece kaymak tabakası.
hepimiz kaçabilsek...
bütçe, zaman, keyif... denk olsa.
gün içinde mesela...
küçücük gitmeler yapabilsek.

ne mümkün.
sabah 9, akşam 18
sonra başka mecburiyetler
sıkışıp kaldık.
sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
bu kadar ağır olmamalı.
hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
ne saçma...
bahar mıdır bizi bu hale getiren?
galiba.

ben her bahar aşık olmam ama
her bahar gitmek isterim.
gittiğim olmadı hiç,
ama olsun... istemek de güzel

Salı, Haziran 01, 2010

Jürilerimin öne alınmasındaki son bombayı anlatıyorum. 14 Haziran'daki jürim, 18 Mayıs tarihinde 31 Mayıs'a alınmıştı biliyorsunuz Ama bana o da yetmedi, 28'i Cuma akşamı danışmanım e biz seni 1 saat sonra alıverelim ifadesiyle, TİK'e soktu. Gap gup, kem küm daha sunumum bitmedi falan dedim, 1 saatin var işte, tamamla dedi. Böylece "tez öneriverdiğim" gibi, TİK'i de geçiverdim...