Cumartesi, Eylül 30, 2006

fasulyem

hakan k. gecenlerde bi konserve hediye etti bana. "ac ve ustundeki talimata gore sula" dedi. actim sulamaya basladim. aradan 10 gun gecti, kocaman tombis bi fasulye cikti icinden ve uzerinde "seni cok ozledim" yaziyo. evet yanlis okumadiniz, o cikan fasulyenin uzerinde bu yazi var. fasulyenin kabugu soyuldukca bu yazi ortaya cikti. hehhehe cin işi capon işi. yapmis adamlar:)www.ilgincurunler.com adresinden benzeri urunlere bakabilirsiniz. orda da yumurtalar filan var icinden yazi cikan. dusunsenize ciktiginiz is gezisinden elinizde bu hediyeyle donuyosunuz, kiz suladikca bi bakiyo icinden -seni ozledim- cikiyo. kaparsiniz valla kizin kalbini:):) ya da dogum gununden 10 gun once veriyosunuz. dogum gunune -mutlu yillar- yazisi cikiyo. hehehhhe:D erkek olsam kesin yapardim. aslinda bu cinsiyetteyken de yapabilirim, neden olmasin...

Cuma, Eylül 29, 2006

hatırla bunları

"İyi ol, fakat cok iyi olma. Birazcik huysuz ol, ama cok degil. İcinden geliyorsa dua et, eger sana rahatlik veriyorsa arada bir kufur de et. Etrafindakilere karsi mumkun oldugu kadar dostca davran, musfik ol. Eger bir gun kotu davranmani gerektirecek bir durum karsisinda kalirsan, bagir, cagir, kır, dök ve unut. Her zaman gülümse, dudaklarından tebessüm eksik olmasın, hatta bu bazen acıtsa bile. Her zaman ve her yerde eline geçen tüm saadeti yakala, en ufak bir parçasının bile kaçmasına müsade etme.
Yaşa, her seyden önce yasa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş oldugun için laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar talihli isen, bütün kalbin, ruhun ve vücudunla sev...
Hayatını o sekilde yasa ki, her an kendi kendinin elini sıkabilesin ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa ufak bir şey yap ki, geceleri yaklaşır yaklaşmaz örtülerini üstüne çekip kendi kendine -ben elimden geleni yaptım- diyebilesin."

Perşembe, Eylül 28, 2006

hapşırık

blogundaki tum yazilarini okudugum, ayriyetten bloga baslamamin yegane sebebi olan hakan arkadasimis hapsirikla ilgili bi yazi yazmis bloguna, ben de ona bi yorum getirdim, onu da buraya koyayim dedim:

"hapsırıkla ilgili benim de bi hikayem var, zannimca hakancim sana daha evvel anlatarak rezil olmusumdur, ama oldu olcak arkadaslarin da ogrensin, hatta sonra da burdan kopyalayip kendi bloguma yapistirim de duymayan kalmasin.efenim bendeniz universite yillarimdan birinde, acaip zor bi mat sinavina calismaktayim, tabii ki sinav ertesi sabah ve sabah olmasina 2-3 saat ya var ya yok. acaip uykum oldugu icin tamamen defterin uzerine kapanmis vaziyette calisiyorum, hani olur ya boyle bi gozum direk kapali, yanagim iyice ezilmis, agzim yamulmus, neyse, birden hapsirdim, noldu dersiniz, kafam bir karis kadar masadan uzaklasti ve güüm, caktim alnımı masaya. aglasam mi gulsem mi bi muddet bilemedim, ama cok da dusunmedim, cunku haliyle halime yarildim:) dusunsenize kafam sismis, noldu diye soruyolar, hapsirirken masaya carptim diyorum:) heheheeeheh :D"

not: okurlarimin beni birakip onu takip etmesinden korktugum icin uzun zamandir gizledigim hakanin blog adresini bgn paylasmaya karar verdim:
http://www.blogcu.com/bacak/ ama soz verin, beni de okuyacaksiniz...

Salı, Eylül 26, 2006

Yağmur ve Pazartesi

pazartesi sanki kendi guzel bir gunmus gibi, bir de yagmur getirmis yaninda...
uzgunum "25 Eylul 06-Pazartesi" seni benden baska cok az insan seviyordur, emin olabilirsin... ama ben seviyorum, cikis saatim gelmesine ragmen hala yagmur yagmasina, ustelik arabamin olmamasina ve kutuphanede inip emek'te epey bi yol yurumem gerekmesine ragmen seviyorum... emek'ten tunali'ya gitmek icin surunecek, muhtemelen arabalarin uzerime camurlu sulari firlatmasini izleyecek olmama ragmen seviyorum...

Pazartesi, Eylül 25, 2006

şerefsizlere şarkı

kardesim, arabasinda bi cd buldu, 2-3 gun once. ici tam turkce eller havaya sarkilariyla dolu. hande yener'ler mi istersin, gulsenler mi oyle bisey. bu arada bu ikisi arasindaki goruntusel farki bilsem de seslerini ayirt edemiyorum. hele hele geri kalan sarkicilari muhtemelen hic bilmiyorum. basladik dinlemeye cd'yi, tabii sardi bi sure sonra, cunku bi sekilde kulak asinaligim olusmus hepsine, hem de hizli hopbidi hopbidi parcalar. iclerinden biri acaip dolandi dilime, tum hafta sonu soyledim. hani boyle "kapi acik, arkani don ve cik" iceriginde insana kendini iyi hissettiren sarkilar vardir ya, onlardan biri bence. ozellikle serefsiz kelimesini kullandigi kisim, insanin hayli icini bosaltmasini sagliyor. sarkicisina da baktim internetten demet akalin'mis. bu guzide eserin sozlerinin bir kismini paylasmadan gecmek istemedim...
'Kapında deli gibi özledim aşkı Gözümde yıllar yılı geldi gitti yaş Kalbimi kapatmışım sen gibilere Sen de kendin gibi bir şerefsize aç Bittim gözün aydın bittim helal olsun Uğrunda harcadığım yıllar haram olsun'

Cuma, Eylül 22, 2006

Çantamdakiler

bugun "cantamin icinde genelde neler oluyo?" konusuna yogunlasmak istiyorum. onem sirasiyla gidelim...
1) telefon: bildiginiz cep telefonu. sony-ericsson marka dandikten bişi, videodur, fotograftir yok oyle ozellikleri. cok guzel arama yapar, msjda da cok basarilidir. son zamanlarda tepesinde annemlerin aldigi kokoş bi mor elma süsü sallanmaktadır. hani var ya söyle ipin ucunda minik bişi, onlardan.
2) cüzdan: yillardir ayrilamadigim cuzdanimi, bu yaz bir kenara koydum, artik parcalanmisti. dogum gunumde hediye gelen gucci cuzdana gectim, ay nasi havali, nasi kadinsi, elime hic yakismiyo:) nerde benim o koyu renkli erkek cuzdanim, ittire kaktira koyardim cebime, bu yenisi cebe de koyulmaz artik.
3) ekstra kart ve bozuk para cüzdani: iste bu yeni cuzdan nedeniyle cantamda tureyen yeni bir yaratik. kartlar ona sigamadigi ve o cuzdanda mantigini bir turlu kavrayamadigim bir sekilde bozuk para kismi olmayisi nedeniyle kullanmaya basladigim, ustu işli sevimli cici bisey. oyle cici bisey sende ne ariyo derseniz, cevabi tabii ki hediye:) sebit'ten tatli melek & filiz almislardi ben ayrilirken. 

4) anahtarlar: evimin anahtarlari, bölümün anahtarlari, (bir zamanlar arabamin anahtarlari da vardi...)
5) flash disk: her an her yerde lazim olabilir dusuncesiyle...
6) kalem: bak bu da cok lazim oluyo, notlar içün. bi de ben boyle durduk yerde bişiler ciziktirmeyi seviyorum ya, karalama yapmak geciyo ya sık sık icimden, iyi geliyo iste ona.
7) dudak koruyucusu: kuruyo da pembiş dudaklarım ondan :)
8) naneli seker: mint olur, rocco olur, veyahut sakız olur, ama genelde bu tarz bişi de bulunur.
9) mendil: kagit mendil, kolonyali mendil bunlarin bulunmasi da iyi oluyo, ancak "kac kere lazim oldu, vermedin" demeyin, cunku bitince yenilemem aylar alabiliyo...
ay 10'a tamamliyim diye kastım, bişey daha bulayim... heh!
10) toka: saclarim uzadi ya biraz, gormemisin saci olmus, tutmus toplamis tarzinda takiliyorum, o sebeple cantama 1-2 toka da atiyorum.

Perşembe, Eylül 21, 2006

hamur

dun aksam eve gittim, once kopegi gezdirdim, sonra geleneksel cay saatimizde biseyler yiyip ictim, ardindansa hakan'in bana aldigi hamurlardan renk renk kapip mutfak masasina getirdim. gunlerdir aklimdaydi hamurlarla oynamak. bi suru sey yaptim, yildiz, papatya, kadin, fare, yilan, gul, kurdele, kus ve cok cesitli soyut nesneler. annem de katildi bana. o da bi suru sey yapti. ama o eserlerinde cesitli renklerde hamurlar kullandi, oysa ben -duzeni seven insan- renkleri karistirmak istemedim. "hamurlarimi karistirma" diye soylene soylene yaptim biseyler, o da "oyleyse al oyuncaklarini git evimizden" seklinde cevapladi beni. bazen onun yaptiklarini kiskandim, benzerlerini yaptim. o bicak kullanmaya baslayinca hamurlarinda, kostum ben de bi catal kaptim. bazen de kiskancligi bir tarafa birakip yardimlastim. turuncuyu istedi vermedim, kirmizi istedim vermedi. ana okulundan iki arkadas gibiydik, cok eglenceliydi:) yaptiklarimizin resmini cektik, uzunca bi sure mutfak masasinda sergiledik, yatmadan once de bozduk. tekrar tesekkurler hakan:)

Salı, Eylül 19, 2006

pazartesi(ler)

pazartesi cok tuhaf bi gun aslinda. genelde sevilmez, hafta sonunun ardindan geldigi icin. bendeyse tuhaf ama pozitif bi duygu uyandiriyo. her seyi duzene sokma, yarim kalmis isleri toparlama, öz elestirini yaptiginda ortaya cikanlari duzeltme imkani, yeni bi hafta yeni bi baslangic, "hersey guzel olacak" hissi... bir seylere yeniden baslama firsati guzeldir, bu yuzden pazartesiler de.

Cumartesi, Eylül 16, 2006

zâhir II

(editörün notu: yazarımızın 11 Eylül tarihli zâhir adli parcasinin okunmasi bu yazıyı okumak icin ön koşuldur...) cok artistim di mi:)
Zâhir ruyamdan sonra, sanki "ama o sadece bi ruya" diye dusunenlere inat, somut birsey oldu dun. yillardir zâhirin sokagindan her gectigimde onun evine, arabasina, oralarda olup olmadigina bakarim. ne yalan soyliyim oldukca sık gectigim bi sokak aslinda. hatta bi de itirafta bulunim, cogu zaman yolumu uzatip da gectigim bi sokak. gerci nerdeyse son 6 aydir yolumu degistirmiyorum onun icin. ama yolum dustugunde de kendimi bakmaktan alikoyamiyorum. ordan her gectigimde, acaba bi gun bu sokaktan kafami onun evine cevirmeden gecebilecek miyim, yoksa ömrümün sonuna kadar onu gozleyecek miyim diye dusunurdum yillardir. dun sokaktan gectim, sokak bitti, caddeye kadar geldim. ve o an fark ettim. cevirmemistim kafami ilk defa, dönup evine, ışıklarına, arabasina bakmamistim, umutlanmamistim o sirada asagida merdivenlerde olur mu diye. gidip bi içki alayım kendime, yüreğimin özgürlüğünün şerefine :)

Cuma, Eylül 15, 2006

sabah sabah

Gunaydin gunlukcum ve gunluk takipcilerim,
bugun sabah erken kalktim. ruyamin etkisiyle guzel bir hisle uyandim. ruyamda denizin ortasindaydik, teknede, ama birden teknenin 3 kati buyuklukte dalgalar gelmeye basliyodu, gok kararmis, deniz koyu lacivert bi hal almisti. epey tırsıyodum tabii, teknenin devrilmemesi söz konusu degildi, karakterimdeki yoğun çobanlıktan ötürü, pek tabii diger insanlari nasil kurtaracagimi dusunuyodum. "sen nasi kurtuluyosun?" demeyin, ben kurtulurum, boyle durumlarda her zaman kendimi kurtulmus bilir, milletin derdine duserim. isin kotusu millet bunu istemese de. sanirim beni bundan dolayi sevmeyenler var. neyse napalim biz de buyuz iste. begenmeyen benle denize acilmasin kardesim. bak konu dagildi, neyse toparliyorum tekne-dalga olayini kavradiniz. dalga bi geliyo, bi şekilde bizim üstümüzden bize zarar vermeden geciyo. ama yine de bi tedirginligim soz konusu. 2-3 derken annemle kardeşim korkmayi birakip, dalganin icindeyken yukari dogru yuzmemi soyluyolar. ben dibe dogru yuzuyormusum. neyse onu deniyorum. o koskoca 10-15 metrelik dalganin icinden tepesine yuzuyorum, gökyüzüne dogru. bi cikiyoum ucundan, gunes var ve deniz mavi. iste super hissettim o an, korkum kalmamis, ustune ustluk harika bi hava bulmustum. iste o an uyandim... camı actim, hava superdi. kopegi gezdirmeye karar verdim, pembe cici esofmanlarimi giyip, ciktim. yazin sonunun geldigi belliydi. serin ama gunesin yuzunu saklamadigi bi havaydi. tek tük kurumus yapraklar gordum. bi yaz daha bitti dedim kendi kendime. iste oyle...

Perşembe, Eylül 14, 2006

çeviri-man

dakikalar sonra okuldan cikicam ve özgürlügüme kavusucam, tabi yarin sabah 9'a değin. geldigimden beri buradaki en yogun günümü gecirdim. dun aksam hoca turkceden ingilizceye cevirmem icin bi yayin vermisti. tum gun kabusum oldu. ingilizceden turkceye cevirmek ne kolay seymis kardesim meger. bi de ne anlamini ne ingilizcesini bildigim dunyalarca istatistiksel terim vardi icinde. of oof. ama bitirdim, kendimle gurur duyuyorum. ustelik de gun sonuna yetistirdim, yoksa kalip tamamlayacaktim. ole olee oleee!!! şak şak şak şak...

Çarşamba, Eylül 13, 2006

ormanda yürüyüş-düşünüş

ogle tatilinde yalnizdim, hizlica yemegimi yedim her zamanki gibi. kutuphaneye gidecektim yine, ama cikarken teslim etmem gereken kitaplari yanima almadigimi fark ettim. kutuphaneden vazgecip dolanmaya karar verdim. once yemekten artan donerlerimi vermek uzere kediler cenneti nacho'nun oraya yurudum. donerleri biraktiktan sonra, edebiyatin oradaki o cok sevdigim merdivenlerden asagi inmeye karar verdim, sonra hazir buraya kadar gelmisken bi eski bolumumun onune ugrayayim dedim, ve hazir oraya gitmisken de yine sevdigim o daracik yol ve kopruyu kullanarak sosyal bilimlere gectim. kaldirimi tutturmus bolume donerken, daha yarim saate yakin vaktim oldugunu fark ettim. ve karsi tarafa gecip buldugum ilk acikliktan beytepe ormanlarina daldim. asagi dogru yurudum, yurudum yurudum, hani su gölü gorene kadar yurudum. güzel güneşli bir günde dogayla basbasaydim, az kaldi nirvanaya varacaktimki soyle dusunmeye basladim, ulan bi ormanin icindesin ve yapayalniz yol aliyorsun, acaba su an yaptigin -doganin enerjisini kendine alma, agaclara sevgini gosterme, hayatın ne güzel oldugu konusunda yorumlar yapma, göl manzarasinda buyulenme- islerini bir kenara birakip endiselenmeli misin? hizlica sunlar gecti aklimdan,

ne gibi problemlerle karsilasabilirsin?
a) kendi / ormanin yol actigi: olası sorun ayaginin kaymasi, bi cukura dusmen vs... telefonunu kontrol et, tamam yaninda, bişey olursa telefon açarsin, düşün; yardim istemen gerekse geldigin yolu anlatabilecek misin? cevap evet. tamam bastigin yere biraz daha dikkat ederek devam edebilirsin.
b) baska insanlarin yol actigi: herhalde hic bir sapık yoktur ki burda, bi genc kiz dusse de ormana ben de ona saldirsam diye bekleyecek. ayrica samoalar var ayagimda, kosarak kacabilirim. silahli olursa nah kacarsin. çüş! naptin, silahli adam, koca ormanda tam senin bulundugun yere gelecek, sana garezi olacak, filan filan, abartmayi kes devam et.
c) hayvanlarin yol actigi: ayi aslan yoktur heralde buralarda, nolacak yaw, en kötü bi köpek sürüsü çıkar karsına, bu durumda naparsin, buyuk ihtimalle senin bir hayvan sever oldugunu hissedecek ve sana dokunmayacaklardır. tutki saldirgan bi çete, hmm, agaca tirmanabilir misin? evet tirmanabilirsin, daha evvel zevk icin tirmanmistin kac kere, heralde can havliyle tepesine cikarsin. ayrica sesin saglam deli gibi bögürürsün hayvanlari korkutmak icin ve pek tabi sopa! yerlere bak, ohoo dallar var koca koca, hem de zebil. tamam ya köpekten de zarar gelmez. devam et...

tam butun ihtimalleri saydigimi dusunup, korkusuzca göle dogru yürüme karari almistim kiii, kötü bir koku geldi burnuma, cok yakında ölü bir seyle karsilasacagimi tahmin ettim. biraz daha ilerledim ve ne göreyim yerde bişi var, içi yendiği ve çürüdüğü için nerdeyse sadece postu ve kemikleri kalmis. yakina gittim iyice, kocaman patileri var, tabi pati denirse. kopek olamayacagini fark ettim, kurttu o. bu kadar dogayla temas yeter dedim. bi kurtun dişleriyle de temas etmek istemezsin degil mi dedim ve döndüm.

ormandan ciktim, bari surdaki cimenlerde filan dolanayim dedim bölüme yürürken. aralara derelere girdim, unutulmus yerler buldum. talihim dönerse ve kötü emellerime alet etmek icin tuzagima bi delikanli dusurursem, nerelere götürebilecegimi biliyorum artik:)

Salı, Eylül 12, 2006

zâhir

Paulo Coelho okuyuculari el kaldirsin! Epey el goruyorum havada. Ben de varim onlarin arasinda. ışığın savascisinin el kitabi, veronika ölmek istiyor, simyacı, piedra irmaginin kiyisinda oturdum agladim gibi eserlerini okudum. gecende de ZAHİR'i okudum, hani su son kitabi. beklentim biraz yuksek oldugundan olsa gerek, muhtesemdi diyemeyecegim ben. her ne kadar cok guzel elestiriler aliyor olsa da. aslina bakarsaniz burda kitabi yorumlamak yerine, zahir kavramiyla ilgili bir yazi yazacagim.

Zahir, kelime anlami olarak gözle görülen, somut, acik demek olsa da, yazarimiz Zahir'i insanin icindeki ukde, hep gerceklestirmek istedigi bir hayal, yillardir olmasi icin dua ettigi bir sey veya bir turlu nedenini bulamadigi icin kendi kendini yedigi bir terkedis, kisaca insanin icinde kalan ve sonsuza kadar yasamaya mahkum olan o huzursuz edici sey olarak tanimliyor. ornegin roman kahramaninin "zahir"i onu bir gün hic bir sey soylemeden terk eden karisi. karisini cok ozlemiyor belki, hatta belki o kadar kiymet de vermiyordu. ama bir turlu gidisinin sebebini bilememek, hayatinin her aninda onu dusunmesine sebep oluyor...

simdi zahir'i olanlar el kaldirsin. cok di mi? eminim coktur. benim bile bildiklerim var bikac tane. Hani bi kiz var Hakan'ın sevdigi, o iste bence Hakan'ın zahiri... hep konustuklari, ayni sehirde bulunacaklari icin heyecanlandigi, aradigi, aramayi kestigi, aradigi icin kendine kizdigi, aramamaya söz verdigi, tekrar aradigi, tekrar kendine kizdigi, icin icin elbet bir gun gelecegine, geri donup, onun kiymetini anlayacagina inandigi kiz. veya Ozan'in eski sevgilisi, ona olan aşkı hic bitmeyen, ustune kimseyi sevemedigi, hayatinin geri kalaninda kimseye deger verememesinin nedeni, her yeni kiz arkadasin dudaklarinda onun sozlerini, gozlerinde gözlerini arayisi. dönüşü olmayan yol... bi erkek var hani, Pinar'in beraber olsalar nasil olacaklarini bir turlu bilemedigi, hem olmali diye dusunup, hem olmamali dedigi. belki bir "arkadasimin aşkısın" vakasi oldugundan, belki beraber olamayacaklari acik ve net goruldugunden unuttugunu iddia etmenin kolay oldugu, ama icerlerde bir yerde duran her zaman. telefonda arayanin o oldugunu bildiginde ellerinin titredigi. bir gun, belki bir gun gelecek ve devamini getirmeden "seni sevdim, seni cok sevdim" diyecek diye bekledigi. Bilge'nin eski sevgilisi var hani, bir gün hiç bir sey yokken, "ben gidiyorum" diyen sevgilisi... -sorun sende degil, benle ilgili demesine ragmen- Bilge'nin icindeki hic bir seyin bitmeyisi. boyle bir terkedise ragmen onu sevmekten vazgecememesi... yillar evvel onu kollarina alip sıkıca saran o adam zahir, Arzu icin de. ayni sehre dustuklerinde gorustukleri, uzerinden yillar gecmese, tum o yasananlar yasanmamis olsa, o bodrum aksaminda kaldiklari yerden baslayabilseler... bir gun cikip gelmesi "ikimiz de unutalim gecen seneleri" demesi icin umut beslenen insan. ve ben; yillardir icimi yaralayan, yuregimi kanatan, onlarca kez "hayır"ını duydugum ama vazgecemedigim, ustune kimseleri sevemedigim, her iliskimde sozlerini aradigim insan. ömrümü birlikte gecirebilecegime inandigim kisi. her gece telefonun calmasi icin bekledigim, birlikte birseyler icme teklifi icin ölüp ölüp dirildigim. umudu bile ellerime hep kisitli birakan... bir yandan arayip, diğer yandan sadece arkadasca aradigini söyleyen, ama beni öpmekten vazgecemeyen... aşkımın her azalışında, aslinda haince bir sekilde, bir cumleyle gunumu aydinlatan, kalbimi yumusatan, ondan vazgecmeme izin vermeyen. hep daha fazla acı cekmeme neden olan bencil insan...

zahiri gördüm dün ruyamda, aslinda aylardir yoktu aklimda, ama aklimda olmamasi yok oldugu anlamina gelmiyordu. aklimi dolduran sey beni birakip giderse su yuzune cikacakti belki de. onu daha fazla sevmedigimi anladim ruyamda, geliyordu, dusunun geliyordu diyorum, yillardir 1 dakika gormek icin yanıp kavruldugum, tek guzel sözüne kurban oldugum, bana gelmesinin tek hayalim oldugu, sonsuza kadar beraber yaşamayı umdugum, sadece gönül eglendirmek icin kirk yilda bir araya geldigi biri olmak icin bile can attigim adam cikip geliyordu ve ben bunca yildir asla olamadigim bir cesurlukta davraniyor ve geri yolluyordum onu. intikam degildi asla, hic bir sey hissetmiyordum. intikam kinden gelir. kin de aşktan. daha evvel yazmistim hatta bi yazimda. nefret etmek, ona karsi bir sey hissetmemek degildir. hani bi söz var. "kalbimden kalbine yok bile kinim - bence artık sen de herkes gibisin." iste bu cumlenin kuruldugu andir, herseyin bittigi an. kalbinden o adama ait herseyin silindigi, gözyaşlarinin rüzgarla ucup gittigi. artik hic bir sekilde umrunda olmadigi. onun acı cekmesini istemedigin, mutlu olamayasin diye dua etmedigin, kendini mutlu gostermek icin yalandan bir gulumseme takinmadigin zaman...

herkesin zahirini bulması ya da duruma göre kaybetmesi dilegimle...

Pazartesi, Eylül 11, 2006

hayvanlari asagilayan gerizekalilara ithafen

geziyodum internette, photo.net'teki muhtesem doga fotograflarinin icinde kaybolmustum, bi tık, iki tık derken su sayfaya atladim: http://philip.greenspun.com/dogs/george
bi yazi vardi hayvanlarla ilgili, paylasmadan gecemeyecegim...
"We patronize them for their incompleteness, for their tragic fate of having taken form so far below ourselves. And therein we err, and greatly err. For the animal shall not be measured by man. In a world older and more complete than ours they move finished and complete, gifted with extensions of the senses we have lost or never attained, living by voices we shall never hear. They are not brethren, they are not underlings; they are other nations, caught with ourselves in the net of life and time, fellow prisoners of the splendour and travail of the earth." Henry Beston, circa 1925

Cumartesi, Eylül 09, 2006

annemle dialog

"babamla dialog" konulu yazima gosterdiginiz yogun ilgiye tesekkur eder, kosemde bir de annemle diyalogumuza yer verecegimi bildiririm...
ertesi gun misafir vardir, mutfakta haril haril is yapilmakta, ancak aksamin bir körü olmustur, islerin yetismeyeceginden korkulmaktadir.

KIZ- sen simdi bunca isin arasinda yarin bi de kuafore gidersin.
ANNE- yok yarin gitmiycem, Cuma gidicem.
KIZ- iyi de yarin Cuma.
ANNE- aa oyle miii! ben bugunu persembe saniyodum.
KIZ- ...