Cuma, Mart 02, 2007

Güzellik hırsızları diye bir kitabı bitirdim gecenlerde, cok guzel diyemem ama konusu degisikti. Arka kapaktan:

Neden "güzel insanlar"ın davranışlarında, konuşmalarında ve farlılık vardır? Bacak bacak üstüne atarken, saçlarını savururken, vücut dillerine yön veren o çalım, o aşırı özgüven, sanki her daim izleniyorlarmış gibi "hava basma" nereden gelir? Peki, güzellik bir suç mudur? Sadece bazı insanlara bahşedilen bir lütuf mudur? Telafisi imkansız bir haksızlık mıdır? Çirkinlere yönelik bir "mutsuzluk saldırısı" olmasın? Bruckner'e göre bazı hikayeler insanı eğlendirir, bazıları da hayatını ikiye böler! Güzellik Hırsızları'nda yazar, "bölücü" bir hikaye anlatıyor: İnsanlığı doğuşundan beri meşgul eden "güzel" ve "çirken" doğmanın / yaşamanın hikayesini. Güzellerin hayatta ilgi çekme, istediğini daha kolay elde etme gibi birçok avantajları olduğunu göz önünde bulundurarak bu kez çirkinlerden yana söz alıyor. Hayata kötü başlamış olan çirkinlerin maruz kaldığı tahribatı, eksik yaşanan öfkeli cinselliklerini dillendiriyor; okuru, onların karanlık dünyalarına doğru bir gezintiye çağırıyor. Çirkinlerin "Güzellikten nefret ediyorum, çünkü ondan yoksunum" çığlığına kulak veriyor. Güzellerin masum olmadıklarını, avantajlı başlamış oldukları hayatı, çirkinleri mutsuz kılmak, hayatlarını karartmak için kullandıklarını gösteriyor. Oysa, "sürekli bakılma ve hayran olunma" ihtiyacı ile yaşayan güzellik, birileri onu alkışladığı sürece vardır. Hayranlık bakışları başka yere yöneldiğinde, güzelliğin parıltısı azalır, solar. Bu yüzden kendilerini delicesine beğenen tanrısal yaratıkları, güzelliklerini besleyen bütün iltifatlardan uzak tutmalı ki, çirkinlere hayatta yer açılsın. Bir gün güzeller güzeli bir kadın ve nişanlısı İsviçre'de geçirdikleri kayak tatillerinden dönerken şiddetli bir kar fırtınasına yakalanırlar. Sığınmak için ıssız bir dağ evinin kapısını çalarlar...

Bunu geri verirken kutuphaneye (aslinda vermeyi planlamiyodum, cunku geri verme tarihi 29 Subat 2007 gorunuyoodu :D) baska bi tane aldim, karanlıkta okumak...

Okurun ilk kez tanıştığı Kuzey İrlandalı yazar Seamus Dean, haklı bir üne kavuştuğu bu romanında, düşle gerçek arasında, korku ve sırların içinde yaşayan bir aileyi anlatıyor. Fianna savaşçıları, Grianan Kalesi, Kayıplar Tarlası, Donegal’deki ev... Öykünün geçtiği bu masalsı mekânlara açılan kapının öteki tarafında ise bütün acımasızlığı ile ‘gerçek’ bir hayat yaşanıyor. 1940’ların ‘50’lerin Kuzey İrlandası, IRA, İngiliz yönetimi ile çatışma, aile sırları, entrikalar... Kitabın kahramanı olan çocuk bu iki dünya arasında gizemli bir bağ olduğunu sezer, bir yandan bu gizemi çözmek için can atarken, öte yandan öğreneceği gerçekten korkar.Özetle, Karanlıkta Okumak, düşle gerçeğin birarada yaşandığı, mutlaka okunması gereken “çağdaş bir İrlanda masalı”.
henuz 30. sayfada falanim, bakalim bu nasil cikacak...
bu arada kutuphanede fantezi kitaplarin durdugu bolumu kesfettim, nitekim bu da ordan. bu tek kitap bunu bi bitirim serilere girmeyi planliyorum:)

Hiç yorum yok: