Yazıklar olsun yazmayan ellerime, klavyede süzülmeyen parmaklarıma, yazıklar olsun umutsuzluğa sürüklenip içine kapanan yüreğime, yaz emri vermeyen beynime, en başta da bana bunu hissettirenlere. Öyle çok acıyla dolu ki ülkem, mutluluğumu paylaşmak utanç kaynağına dönüştü; yazmak, yayınlamak bundan zor geliyor. Oysa ne çok şey geçiyor başımdan günlüğe not düşmelik...
En azından Linz'e gelişimizden, deyim yerindeyse başarıyla ülkeden çıkabilme maceramızdan başlamalı; çıkış iznimizi ve uçak biletimizi almanın, bavlu toplamanın saatlerle sınırlı olduğu, ağlanacak halimize güldüğümüz, Şeyma'nın sınırdan zor geçişi ile taçlanan şu acaip maceramızdan başlamalı.
Ağustos 2016'ta Şeyma'yı da yanımıza katarak yaptığımız Avrupa gezisini anlatmalıyım mesela uzun uzun. Frankfurt'ta eşimle buluştuğumuzu, Lüksemburg, Brüksel, Brugge, Amsterdam'ı gezerek Düsseldorf'ta ayrıldığımızı.
JKU'da nasıl vakit geçirdiğimi. İlk kez keynote speaker oluşumu, heyecanımı, Markus'un yönettiği bölümde işlerin nasıl yürüdüğünü, çalışma ortamını, GeoGebra'ya ilişkin gamification ve social network toplantılarını, ofis partilerini, çaydanlık siparişini, oynadığımız kutu oyunları, Bella Casa'nın sarmısak çorbasını, VaPiano'daki gamzeli aşçının mantarlı risottosunu, Gelbes Krokodil'in vejeteryan yemeklerini, Wolfgang ile başlayan ev gezmelerini, Brezilya'lı arkadaşımız Diego'nun yardımseverliğini, Melanie'nin ev yapımı schapps hediyesini, Alicia'nın şehir hakkında verdiği ipuçlarını, her başım sıkıştığında Manuela'nın çözmesini, gölde yüzme deneyimlerimi, Gökhan-Nazan-Selin'in Linz ziyaretini, annemlerin ve Gürk'ün gelişini... Sonra Linz'e ara verip, proje toplantısı için Romanya / Cluj'a gidip Fat ve Turg ile buluşmamızı, ardından Almanya / Mannheim'a geçip Markus, Meli, Gök ve Vildan'la takıldığımızı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder