Perşembe, Temmuz 03, 2008

Neşeli bir hal tavır içerisinde, sevdiklerinle otururken evinin güzel bir köşesinde, telefon çalıverir. İçinde bulunduğun güzel hislerin yansıdığı bir "alo" ile açarsın telefonu, ancak karşıdan aynı tadı alamazsın, görmesen de anlarsın, zoraki bir gülümsemedir onun suratındaki. Buz gibi ses, soğuk bir rüzgarmışcasına ürpertir tüylerini, koltuğun kenarına ilişir, içten gülümsemeni yutar, ses tonunu ciddileştirirsin. Kötü haberi almak üzere hazrola durduğunu anlayan karşı taraf, mırıldanır kimin öldüğünü soğukkanlılıkla, sanki "bugün hava yağmurlu" dercesine, sanki kendi hiç üzülmemişcesine...

24 yaşında, 2 hafta evvel, tek derdi bu yaz okuluna kalıp kalmayacağı olan biridir ölen... Beyninin kıvrımlarında dolanan bu bilgi, hiç bir yere kabul ettiremez kendini, -inanmıyorum- diyebilirsin yalnızca, defalarca ve defalarca... Ağzından çıkanı kulağın duymaz, kulağına gelse aklın almaz... Beynin azıcık olsun iş görür hale geldiğinde, tanrının varlığını sorgular, şayet varsa, bu canı böylesine erken almasının nedenini sorarsın. Niyeyse, bu tip sorularda her zaman olduğu gibi, bir türlü cevap alamazsın. Onun ölümü, tıpkı bizler yürürken, ayaklar altında ezilen karıncalar kadar çaresiz olduğumuz gerçeğini hatırlatır. Bu kadar kolay ve anlamsız yere kaybedilebilen bir şeye, böylesine çok değer verilmesinin zaten baştan hata olduğunu düşünürsün yine.

Kendini planladığı hiç bir şeyi yapamayacak kadar aciz, üstüne terliği indirip geberttiğin bir bok sineği kadar sıradan ve değersiz hissedersin. Sahne - oyuncu benzetmesi az gelir, sahnedeki bir oyuncudan, kitaptaki bir karakterden çok, bir kuklaya benzetirsin kendini. İpleri bırakıldığında yere yığılan, ipinin hangi an bırakılacağı belli olmayan ve ipsiz oynama şansı hiç mi hiç olmayan kuklalara...

Tatile çıkmadan satın almak istediğin bikini gibi yakın gelecek planların, uzak; evlenmek, çocuklanmak gibi uzak gelecek planların imkansız; hayat külliyen manasız gelir.

Daha kötüsü onu ağır ağır unutacağını, acının dineceğini, adın kadar emin bilmektir. 3 saat sonra yemek yiyecek, 5 saat sonra yeniden ayak parmağındaki dandik yaraya sövecek, ertesi gün trafikten dertlenecek, çok geçmeden, ister istemez bir şeylere gülecek, sonundaysa o bikiniyi almaya gideceksindir. Unutmaktan kötüsü unutacağını bilmektir...

Ve unutacağın tek şey, o değil; aynı zamanda dünya üzerinde zavallının teki olduğun gerçeğidir...


Bugünki doğum gününü göremeyen, boktan bir hastalık yüzünden 24'te takılıp kalan, kalmayıp giden Melih'in ardından...

Hiç yorum yok: