Cuma, Ağustos 22, 2008

hayal kuruyor bizim kız, çokça ve başka başka...
tatile gitmeyi, onunla evlenmeyi, doktorasını bitirmeyi...

Perşembe, Ağustos 21, 2008

anne olmak zor, baba da... işin kötüsü ilgilenilmesi, bakılması, peşinden koşulması, üstüne titrenmesi gerekenin sen değil onlar olduğu yaşlar yaklaştığında çocuk olmak da zorlaşıyor...

Salı, Ağustos 19, 2008

March 27, 2006 - guzel bi yazi buldum...
(http://kendicapimda.blogspot.com/search?q=sal%C4%B1ncak)

Kendi basina ayakta duran genç kadinlarin akillarinda bir tahterevalli: Evlensem de bir limana siginsam mi, yoksa hayat böyle yalniz bir macera olarak mi kalmali? Böyle olunca da yasamak bir salincak! Peki iki uç arasinda sallanarak mi geçecek hayat? Böyle çok güzel aslinda. istedigin kadar çalis, istedigin yere git isten sonra. Kararlarini kendin ver, kimseye sorma tatil yapmaya karar kildiginda. Paralari kazan, istedigin gibi harca. İstedigin maceraya zipla. İster dalgiçlik kursuna git diplere dal, ister parasütle uçaktan atla. Deneyimler sonsuz, hayat boyu cigerlerini doldura doldura yasa! Anneler, babalar geldiginde "uygunsuz" yasamin izlerini ortadan kaldirdiginda, "Herkesin keyfi yerinde" aslinda! Ama sonra faturalar geciktiginde, is yerinde kazik yediginde ve sana hayat "Otur asa'a!" dediginde, sen bi' güzel poponun üzerine çakildiginda... Dün, önceki gün, önceki ay ve bir önceki sene tam da böyle oldugun zamanlar aklina gelip, birlesip bir kara buluta dönüstügünde... Pusetlerdeki çocuklara bakip iç geçirdiginde, kendinde evlenmeden çocuk yapacak cesareti bazen bulup bazen kaybettikçe... Maceralar öyle kenarda dururken birden kendini o divandan ayaga kalkacak, bu televizyonun emniyetli ekranini birakamayacak kadar korkak hissettiginde... tam tersine bakalim bir de! O çok sevdigin adamin, "Aslinda biz bir ömür birlikte yasayabiliriz" dedigin adamin, tam da uyurken, o hiç bilmezken onu izlediginde, garip bir biçimde yüzü sana çirkin gelmeye baslarsa eger? Bir gün sikilirsan eger, gitmek istersen? Aniden canin Brezilya'ya gidip sahilde oturmak isterse, okyanusa karsi? Birdenbire hayatini, kendini ve tüm etrafini degistirmek istersen? Ya da sadece tek basina evde oturmak istersen bir gün, "Tuhafsin bugün biraz" cümlesini duymaya katlanamayacak kadar yalniz olmak istersen? Ya dogurdugun çocuktan sikilirsan? Onu pencereden atmak istedigin zamanlar olur da bunu diyemezsen? Ya artik "evli ve çocuklu" oldugunda kendin gibi olmazsan? Sanki hayatin elinden alinmis gibi olursa, ütülü havlularin arasina sikistirilmis birisi gibi durursan? Birden kendini akraba ziyaretlerinde bulursan, bacaklarin bitisik ve yüzün burusuk olarak? Tam da sarhos olmak istedigin bir günde aksama taze fasulye ayiklamak zorunda kalirsan? Taze fasulye! İyi bir zamanlamayla taze fasulye bile öldürücü bir silah olabilir aslinda! İliski sahtekarlik midir? Iste tam da böyle tahterevalli bir kadin, Kahve'de oturuyordu. Kötü bir aliskanlik biliyorum ama ben de onlari dinliyordum. Kadin, yakin bir erkek dostuna bir seyler anlatmis, belki biraz akil danismis olacak ki erkek konustu: "Sen maceralarindan yorulunca dinlenecek bir liman istiyorsun. İliski öyle bir sey degil canim!" Kadin iki eli yana açik, çaresiz karsi çikiyordu: "Tam öyle degil aslinda!" Erkek biraz sinirlendi galiba: "Sekerim sen sahtekarlik yapiyorsun! Adamlari da kandiriyorsun aslinda. Çünkü yeterince dinlenince sikiliyorsun, sonra da gitmek istiyorsun!" Kadin iyi bir kadindi aslinda. Öyle gibi geldi sesi bana. Ne kimseyi kandirmak ne de sikilmak istiyordu. Sadece öyleydi iste. Gençti kadin. Kadinlar, maceralarinin önüne çikmayacak adamlari bulana, onlari bulmayi ögrenene kadar yaslaniyorlar mi acaba? Nasilsiniz adamlar? Erkekler de böyledir belki. Maceralara çikmak istiyorlardir, çikip dönüp yorulunca bir kadinda dinlenmek istiyorlardir belki de onlar da. Onlarin ayricaligi maceradan, fetihten, avdan döndüklerinde kadinlari bekler bulmalari, bunu talep etme haklari galiba. Nihayetinde zaferleri kadinlar için kazaniyorlar ya?! Erkekler gibi degiliz biz. Yalnizlikla, sonsuz bir yalnizlikla cezalandiriliyoruz maceralara çikmaya kalkinca... Bu yüzden, durmadan yolculuklar eden, maceralara çikan bir kadin ya da sehpasinin üzerinde cocuklarinin resmi duran ve son otuz yilda ne yaptigini düsünen bir kadin olacaksin elli yasina vardiginda. Her ikisini birden yapmaksa... Denemesi bedava!
bazen çok basit, bazense bir o kadar zor buluyorum hayatı...

Perşembe, Ağustos 14, 2008

o görmeyecekse süslenmek,
o okumayacaksa yazmak,
o olmayacaksa msn'e girmek,
o yemeyecekse yemek,
o içmeyecekse içmek,
o gelmeyecekse gitmek...
ne kadar da anlamsız.

Çarşamba, Ağustos 13, 2008

iş sıkıntısı, iç sıkıntısı.

Pazartesi, Ağustos 11, 2008

huylandıkça huysuzlandım;
bulandıkça bunaldım;
kardıkça karıştım...

Cuma, Ağustos 08, 2008

soru 1) büyüyünce ne olcam?

soru 2) ne zaman büyüyücem?

soru 3) büyümesem olmaz mı?

Perşembe, Ağustos 07, 2008

yazmaya niyetlenmek,
kelime kumbarasına uzanmak,
kilidini açamamak,
susup kalmak,
durup beklemek,
niyeti iyiye yorup,
yine de bir şeyler karalamak...

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Daniel Pennac / Silahlı Peri:
Daniel Pennac'ı keşfettim! bunca yıldır nerelerdeydim? işte böyle sevdiğim yazarları bulduğumda, sevmediklerimi okuyarak kaybettiğim zamanlara üzülüyorum. türe polisiye diyelim, ama bol bol içtenlik, samimi bir hava ve gözde canlandırılması epeyce kolaylaştırılmış karakterler var kitapta. hiç vakit kaybetmeden serinin diğer iki kitabını da okumak icin sabırsizlaniyorum dersem yalan olmaz...


kitaptan bol bol alıntıyı http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Text.asp?ID=9772&BID=1010 adresinde bulabilirsiniz.
Gerald Messadie / Sokrates'in Karısı:
Kitabın arkasından:
Sokrates, kuşkusuz filozofların en büyüğüydü, ama karısı Ksantippi'den korktuğu kadar ölümden korkmazdı! Haklıydı da. Çünkü işlenen bir cinayetin failini bulmayı aklına koyduğu gün Ksantippi, Atina sosyetesini altsüt etmeyi bile göze alacaktı. Perikles döneminin dillere destan Atina sosyetesini hem de! Alkibiades, Sokrates'in gözdesi, o küstah ve çılgın maceraperest bu cinayete bulaşmış mıydı? Büyük Perikles, Aspasya'nın, yani Antikçağ'ın en ünlü fahişesinin kollarına atılmak için karısını neden terk etmişti? Demokrasinin ve güzel sanatların altın çağını yaşadığı Atina'da casuslar her yandan mantar gibi bitiyor, inanılmaz rezaletler birbirini izliyordu; boş inançlarla sarmaş dolaş bir kokuşmuşluk yumağı! İçki, şehvet ve çılgınlık her akşam "deha"yla baş başa yemek yiyordu, fahişe Aspasya bir davet verdiğinde kimler gelmiyordu ki; Sofokles, Fidias, Anaksagıoras, Diogenes... Ksantippi sırrı çözdüğünde, tarihin pençesi suçluya uzanacak ve Antikçağ'ın en ünlü öyküsü sona erecektir.

Bana kalırsa kitabın arka kapağı içeriğine uygun değil, öncelikle bu bir polisiye roman değil ve cinayet kitabın minicik bir parçası. Ha kitabı beğenmedim mi beğendim, eski Yunan'a dair bir şeyler öğrenmek ki roman çoğunlukla tarihsel gerçeklere dayanıyor, güzeldi. E sokrates'in olduğu yerde felsefe olmaz mı, olur, o da yoğun olmamakla beraber hoştu. En iyisi ise demokrasi ve oligarşinin incelenmesi...

Kitabın içinden:
Demokrasi dediğimiz şey aslında büyük kalabalığın, düşünen azınlığa uyguladığı zorbalıktır.

Demokrasiyi kutsallaştırmaktan kaçınmalıyız, çünkü demokrasi adaletsizliklere gebe bir sistemdir ve en acısı bunların, adalet kisvesiyle ortaya çıkmasıdır.

Adalet sürekli yenilenmesi gereken bir kavramdır, bu nedenle de alışkanlıklarının tutsağı olan kişilerin hoşuna gitmez.

Okumuş kadınlar, ya orospu olmaya ya da kısır kalmaya mahkumdurlar (…) okumuş kadın erkeğin kölesi olmayı kabul etmiyordu.

Hırslara hakim olmaya gelince. Ben iki büyük öğretmen tanıyorum bu konuda. Yaş ve yenilgi. Yenilginin hayatı kısaltmaması şartıyla tabii.

Aşkı var eden neydi? İlahi bir kıvılcım mı? Tanrıların insanlara oyunu mu? Ya da, en kötüsü, kasıkların, gözleri kör eden bir ham hayali mi?

Ben, kölelerin ve aç kaldıkları gün siteyi bir drahmiye satabileceklerin yönetime katılımı olmadan, gerçek bir demokrasi olamayacağını söyleyenlere hep karşı çıktım; öte yandan, site, bir sivil azınlığın sultasına girmeden de atları ve silahlarıyla müdahale gücü olanlarca bir oligarşi kurulabileceğini düşünmeyenlere katılmıyorum.

Zaman bizi başka biri yapar.

Yıldızlar alçakgönüllüdür, ama hep var olurlar. Kuyrukluyıldız parlaklığıyla dikkati çeker, ama gelip geçicidir.
Albayım Beni Nezahat ile Evlendir / İlhami Algör:
Kitabın arkasından:
"Al bu elmayı Nezahat" diyebilirdim, "sende bu ad oldukça istersen sıfır numara kel, istersen at kuyruklu olurum. İnce bıyıklı tek dişi altın olurum. Meftun olurum, meczup olurum. Uzaklara bakarım, çıtımı çıkarmam. Nasıl söyleyeceğimi bilmem susarım. Susmak üzerine konuşmak gerekse, beni çağırırlar, oturur susarım. Dolmabahçe saat kulesiyle, Çırağan Sarayı ile konuşurum. Duvarlara yazılar yazarım gizli gizli: 'Albayım beni Nezahat ile evlendir.' Sülüs yazarım, kufi yazarım, latin yazarım. Gotik yazamam. Yağ satarım, bal satarım, ustamı öldürür ben satarım. Yemeden içmeden kesilir, alık olurum. Adımı sorsan duymaz olurum. Kötü olurum, iyi olmam Nezahat. Ya bu adı değiştir ya da al bu elmayı. Bende sevdiklerince terk edilme endişesi, kafayı yemeye meyyal haller var. Al bu elmayı Nezahat. Yüzünde göz izi var."

(http://www.kitapturk.com/V2/Pg/MetaDetail/Number/23557/Albayim_Beni_Nezahat_Ile_Evlendir.htm) "Afedersiniz sarışın bir hanımı arıyorum."
"Arkadaşı mısınız?"
"Hayır hikaye kahramanıyım ve anlatsam inanmazsınız."
"Anlatın inanırım" dedi ihtiyar.
Bir iskemle gösterildi. Adam ciddi idi. Hikaye denilen şeyin ayaküstü anlatılacak bir şey olmadığını biliyordu. Etkilenmiştim."Siz de hikaye kahramanı mısınız?İlhami Algör, yazarın elinde oyuncak olmuş kahramanının "kendi başına davranabilen bir hikaye kahramanı olmak" sorununu, o kendine özgü üslubu ile kurcalıyor. Algör külliyatının ikinci kitabı Albayım Beni Nezahat ile Evlendir, ilk kitap olan Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku'nun reddi ve eleştirisi. İlk kitapta Müzeyyen'in açtığı parantez ikinci kitapta Nezahat tarafından kapatılıyor.

Sanırım bu yazarı da sevdim ve diğer kitaplarını da okuyacağa benziyorum... gerçi herkese tavsiye edemiyorum. nitekim tavsiye ettiğim arkadaşım Aslı, bana göre çok geyik dedi. hak verdim, ne diyim... ama gerçekten farklı ve bana göre hoş bir tarzı var...
Maeve Binchy / Aşıklar Korusu:
Binchy’inin romanlarını; hiç okumamış olanlar için, gündelik olaylardan faydalanarak farklı hayatları anlatan, sona doğru karakterlerin birbirleriyle kesişimini gösteren, hep aynı ama nasıl oluyorsa sıkıcı olmayan olarak tanımlayabilirim. İtalyanca Aşk Başkadır kadar güzel olmasa da Aşıklar Korusu da fena değildi, yazlık, kafa dağıtmalık bir kitap... Okumasanız çok şey kaybetmezsiniz...
Epeydir okuduğum kitaplardan haberdar etmediğimi fark ettim siz sevgili okuyucularımı, ufaktan başlayalım bakalım, bazı arkasından, bazı içinden satırlar aktaralım, bazı bazı yorumlar yapalım...

Alakarga, Christian Bobin
Kitabın arkasından:
Bu kitaba adını veren Alakarga, iki bin üç yüz kırk iki gün önce ölüp bir gölün dibinde yatan kırmızı giysili bir kadındır. Alakarga, kendi dünyasındaki yanlızlığından sıkılır, bir gün altı yaşındaki Albain'e görünmeye karar verir. Bedenini kaplayan buz tabakasının altından çocuğa gülümsemeye başlar. Albain sıradan bir çocuk değil, yaşadığı her anın tadını çıkarmayı, keyifle yaşamayı bilen biridir. Yeni arkadaşının desteğiyle, büyürken içindeki çocuğu korumayı da öğrenir; Alakarga, büyük hayallerini kimseyle paylaşmayan bu çocuk - adamın, kendine kurduğu dünyanın adı olur. Acıların temelinde sevgisizliğin yattığı bir dünyada Alakarga'nın görevi sevginin varlığını hatırlatmaktır. Alakarga'yı okurken, içinizdeki çocuğa dokunduğunuzu hissedeceksiniz.

Kitabın içinden:
Birşey sona erer, bir başka şey başlar ve aslında devam eden, farklı bir biçime bürünmüş olan aynı şeydir.
Birini sevdiğiniz zaman, zamanın sonuna kadar ona anlatacak şeyiniz olur.
Bir kahraman; Tanrı’nın sevdiği kullarına bağışladığı, kendileri farkında olmaksızın, doşarıdan bakıldığında farklı görünmelerini sağlayan, o nurlu giysiye sahip.
Aşık olmuş tek bir kadın, göğü ve yeri tek başına doldurabilir.
Yaşam her sabah uyandığımda, iplerini çözdüğüm bir armağan paketidir. Yaşam, her akşam gözlerimi kapatmandan önce en güzel parçasını keşfettiğim bir hazinedir.
Alakarga gider ayak birşeyler bırakmıştı. Kendisindeki en güzel şeyi bırakmıştı, ama belki de kendimizdeki en güzel şey bizim bir parçamız değildir, belki de biz yalnızca, biz kaybolunca geride kalacak bir şeyin bekçisiyizdir.

Cuma, Ağustos 01, 2008

-the great silence-

"ölüm sessizliği" belki de bir ölünün sessizliği değil,
gelen ölüm haberiyle bize çöken sessizliktir...
büyükbabam öldü...