Perşembe, Eylül 30, 2010

Evlilik değildir aşkı öldüren aslına bakarsan, sevdiğinin gitme ihtimalinin sıfıra yakınsamasıdır, senin gelgitlerinin azalması, çekip gitmelerin bırak hayatı, sözde bile olmaması; o kusursuz güven ortamıdır aslında. Anlayacağın sevgiliyken de yaşayabilirsin. Ölene dek elini tuttuysan birinin, o da kapadıysa parmaklarını seninkinin üzerine, ayrılmaz bir bütün olduysanız, “kesirler” konusu kaldıysa geride, evlenmeniz gerekmez; siz de hançeri saplamışsınızdır aşkın göğsüne.

“Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim, Acıya duvar gibi durmayı öğrendim, Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi, Köksüz bağsız durmayı öğrendim.” diyen şarkı yaralarına tuz basmıyor, bir türlü anlam kazanmıyor, kimseye ithaf edilemiyorsa mesela. “Vazgeçtiysen hep sağanak yağışlarımdan, Vazgeçtiysen bitmek bilmez kışlarımdan, Korkma kimseye ödenecek borcun yok, Yok saymayı ben senden öğrendim.” diye haykırarak hıncını alacak kimsen yoksa; çoktan güvenli bir limana yanaştırmış gemini, hatta kızağa çekmişsin belli ki ve anla ki artık aşk bitti.

Şairsen dizelerine, yazarsan kitap bölümlerine kıran girer, hele ki alelade bir insansan kes ümidi, hayatın bundan böyle tekdüze devam eder… Bildiğin, ezberlediğin aşkı unut, başka bir şey artık sizinki; ama sorsan kötü mü; değil. Duru bir şey, bambaşka türlü bir şey aranızdaki. Alevler yok, mide krampları da, içi durmaksızın gülebilecek gözlerin, düşsen kolundan tutup kaldıracak biri var. Aşkta herkesin gözyaşı kendinedir, üstelik de aynı anda döküldüğü pek görülmemiştir, oysa artık gözyaşın aksa beraber ağlayacak biri var.

Çarşamba, Eylül 29, 2010

Resim: Kim Roberti
Huzursuzum, bir yanım oturmayı bilmiyor, durmaksızın kıpırdanıp duruyor, susmuyor, devamlı söyleniyor. Diğer yanımsa kımıldamamak için onunla dövüşüyor; bileklerinden bastırmış koltuğa, ona kalsa saatlerce, günlerce yerinden kalkmayacak, koysan kazdığın çukura gıkını çıkarmayacak halini ötekine aşılamaya çalışıyor. Hani der ya annem, bir yanım "kalk gidelim", öteki "bok yeme otur" diyor... İki yanımın içimde sürdürdüğü çatışma, bir üstteki ben'i yoruyor. İçeride barışı sağlayamıyorum, sığamıyorum sanki odalara ve hatta sokaklara. Kavga büyüyor...

Pazartesi, Eylül 27, 2010

Hayıııır! Kayıtlar başladı, bölüm öğrenci doldu, hazır değilmişim, hem de hiç. Uzatın yazı, yazı uzatııın, bölümü boşaltın, koridorları sessiz kılın; kafamın içi yeterince gürültülü ve benim gereğinden fazla koşturmacam var, başlayamaz dedim dönem, gidin başımdan!
Çarşamba ve Perşembe'nin ardından Cuma günü de misafir ağırladık. Misafirler arkadaşlarım olunca hiç dokunmuyor, ailem de olabilir, ama kalantor amcalar, kokoş teyzeler oldu mu geriliyorum. Her neyse Cuma akşamını Texas Hold'em Poker'le geçirdik, Cumartesi ise yeni bir kutu oyunu (Axis and Allies) keşfetmeye çalıştık Volkan'larda. Cumartesi ve Pazar gündüz annemlerin bahçede yayılırken, Pazar akşam da bir başka grup arkadaşla Bilkent'te yemek yedik. Kısaca hafta sonu gündüzleri durgun, akşamları hareketli ama her halikarda su gibi geçti. Hafta sonu dinlenme minlenme yalan arkadaş...
Bu arada annemlerin bahçesiyle uğraşırken elime diken battı, gülü seven dikenine katlanır diyeceksiniz, ancak gülü sevdiğim falan yoktu, derleyip toplayıp bağlamaya çalışıyordum, insanlara saldırmasını önlemek amacıyla. Aslında dikeni dün hissetmedim de, şu an orası şişmiş, sertleşmiş ve acaip acıyor; görünürde de birşey yok ne yapacağım bilmiyorum.

Perşembe, Eylül 23, 2010

Direniyorum. Sonbaharı görmezlikten gelmeye devam ediyor, yazın bittiğini kabul etmeye direniyorum. Yaklaşık 1 hafta önce şıpıdık terliklerimi bırakmak zorunda kaldım, ama hala üzerime hırka tarzında birşeyler almıyorum. Yaz her zamanki gibi çok çabuk geçti, ben henüz yeterince tatil yapmadım, gerektiği kadar dinlenmedim, eğlenmedim, kahretsin, daha beteri ben ömrümün bu hızla elimden gitmesi hissine alışmadım. Dünyanın dönüşündeki hızı gözüme gözüme yaz sokar zaten her zaman, sonbaharla kışın geçmesine sevinirim, baharın gitmesine ise sevinmesem de pek üzülmem, ama yaz; yaz öyle mi :( Kelimeler yetmeyecek hayal kırıklığımı anlatmaya, ben de sizlere acıklı bir resim çizdim, sevgili okuyucum; bakınız ve kendiniz için değilse bile benim için ağlayınız.

Çarşamba, Eylül 22, 2010

Evinin Kadını Çocuklarının Anası Modu

Dün iş çıkışı doktora gittim, kulağım ve boğazım ağrıyor (dışarıdan herhangi bir hastalık belirtisi göstermiyorum, kimseye çaktırmadan ayakta atlatacağım inşallah), sonra doktorun verdiği ilaçları almak üzere eczanenin yolunu tuttum. Peşinden bu akşamki misafirime yapmam gereken hazırlıkları düşünerek ver elini market dedim. Efenim undur, yumurtadır, kakaodur filan. Sonra eve. Ortalığı toplamakla işe başladım, mutfak dandiniydi zaten, orayı toplamadan herhangi bir iş yapmak mümkün değildi. Boşaltıp yeniden doldurduğum makina, bulaşıkları yıkarken keke giriştim. Kahveli kek; yeni bir tarif... Akşama belli olacak iyi mi kötü mü. Bu arada kocacım aradı, geliyorum dedi, yufkayı ona sipariş ettim. Kendisi benden de beter durumda, ateşi falan var, o alışverişi yapadururken ben de kekin arasında ona yemek ısıttım. Keki fırına atmayı başardıktan sonra, yeniden yarattığım dağınıklığı topladım ve artık soğumuş olan yemekleri ısıtıp, ben de yedim. Yemeğin ardından fazla oyalanmadan tatlıya geçtim, muhallebi pişirmekten hiç hoşlanmıyorum, dibi tutmasın diye karıştır karıştır, eeh nereye kadar. Kocacım hasta olmasa yardım ederdi, ama o da baygındı. İşte öyle tatlıyı da yaptım. Haa bu arada misafirlerin arasında biri kız, biri oğlan olmak üzere iki bebiş var, geldiklerinde onlara vermek üzere alınan hediyeleri bir güzel paketledim, hem de karışmasın diye biri pembe biri mavi olacak şekilde :) Gece 1 gibi yatağa süzülmeyi başardım, biraz kitap okuyup, uyudum. Ve günün sonunda kendimi anne gibi hissettim, götü yer görmez, herşey ve herkes kendinden önce gelir, detayları düşünür, koşturur da koşturur, yatağa en son o girer... Ne hissettiğimi biliyorum, ama bu hissi sevdiğim söylenemez :(

Salı, Eylül 21, 2010

Dün Shutter Island / Zindan Adası'nı izledim. Bu türe alışık olmayan (alışmak gibi de bir niyeti olmayan) biri olarak gerile gerile bir hal oldum. Ancak filmin hakkını yemek istemiyorum. Gerçekten güzeldi, tavsiye ederim... 

Cuma, Eylül 17, 2010

Azcık da tatilden bahsedeyim bari. Antalya'da daha doğrusu Alanya İncekum'da Pegasos'ta kaldık, benimkilerle. İncekum Antalya'da en sevdiğim yerlerden biri, neden mi, kumu ince de ondan :P Akdeniz'i özellikle belli bölgelerini, Ege'den daha çok seviyorum, en azından deniz bakımından. Dalgalarla boğuş, denize yürüyerek gir, denizde dudakların morarmadan saatlerce kal, ayağın yere basabildiği için istediğin oyunları oyna, kaydırmacadır, amuda kalkmacadır... Tamam hele ki dalgaya binip kıyıya kadar gidersen (vücut-sörfü diyelim) için dışın kum oluyor, ama olsun, kayaya çarptım da ayağım mı yarıldı, yosunlar bacağıma mı dolandı, iskelenin merdiveni elimi mi kesmiş, ha tabii bir de yaz ortasında soğuktan dişlerinin takırdaması derdi yok. Akdeniz - Ege karşılaştırmasıyla uzattığımız bu bölümü arkada bırakıp, Bodrum'a atlıyorum. Ne de olsa Antalya ile ilgili ufak bir girdiyi önceden yapmıştım.
(http://kendicapimda.blogspot.com/2010/09/deniz-kum-gunes-temiz-hava-bol-gda.html)


Bodrum'da da kayınvalide ve kayınpederin yanına yazlığa gittik. Bir başka cins herşey dahil sistem de oradaydı, sağ olsunlar gelinlerine pek düşkünler :) Ne yerim, ne severim, nerede gezmek istersim devamlı onun derdindeler. Aslında kankalarımız Öykü-Görkem de Bodrum'a geldi, ancak onlarla sadece tek bir gün çakıştı programımız. Biz de onu günü bir arada geçirdik, önce denizde titremece, sonra mangal sefası, maç keyfi (Dünya Basketbol Şampiyonası - hmm dur bakayım hangi maçtı, yarı finale kaldığımız maç olması lazım) ve gece 12'de Bodrum gecelerine kavuşma. Körfez'i özlemişim. "Sevgili" olmayı özlemişim, keşke daha çok zaman geçirebilseydik Körfez vb'de.

Kısaca aile saadetiyle dolu bir yaz oldu bu, kocacımın izin sıkıntısı nedeniyle romantik ya da arkadaşların olduğu bir program yapmaya fırsatımız olmadı. Önümüzdeki sene bunun acısını fazlasıyla çıkarırız umarım...

Perşembe, Eylül 16, 2010

En iyisi son zamanlarda okuduğum kitaplardan bahsedeyim.

Alacakaranlık Serisi / Stephenie Meyer:

1 haftalık Alanya tatilimde 4 kitaptan oluşan Alacakaranlık serisini okudum, işin tuhafı ilk 3 kitabın filmini halihazırda izlemiş olmamdı. Ancak kitaplardan inanılmaz keyif aldım. Bir çoğunuzun konusunu bildiğine eminim ama yine de bir cümleyle özetleyeyim. Bir vampir (Edward), bir kurt adam (Jacob) ve bir kadın(Bella) arasındaki aşk üçgeni, bu arada vampirler ve kurt adamlar birbirinin ebedi düşmanı. Kitap tam tatillik, sanırım hanımlar ve en çok da bu hanımların 13-30 yaş arası olanları sevecektir bu seriyi. Aşk, romantizm, kıskançlık, kan, dövüş, hareket vs. herşey var içinde. Ha tabii bir de ikisi de birbirinden çekici, durmadan sevgilinizin/eşinizin yerinde hayal edeceğiniz iki erkek karakter. Hani dünyada Edward diye bir tip olabileceğini bilsem, dakika düşünmeden boşanacaktım kocamdan :P

Ateş Canına Yapışsın / Sezgin Kaymaz

Sezgin Kaymaz sevdiğim Türk yazarlardan biridir, Kaptanın Teknesi, Uzun Harmanlarda Bir Davetsiz Misafir, Geber Anne oldukça güzel kitaplardır. Ancak çıktığını görür görmez, konusuna bile bakmadan sipariş ettiğim bu kitap beni hayal kırıklığına uğrattı. Bu arada bloguma şöyle bir göz attım da bundan önceki kitabı olan Medet için de aynı duyguları dile getirmişim. (http://kendicapimda.blogspot.com/2008/06/medet-diye-bir-kitap-okudum.html) Üzüldüm :(

Sil Baştan / Ken Grimwood

Sil Baştan'ı kitap dergilerinden birinde gördüm, hayatını tekrar, tekrar, tekrar ve tekrar yaşamak zorunda kalan bir adamı anlattığını söylüyordu. Konusu hoşuma gitti ve aldım. İçinde biraz "Kelebek Etkisi" filmi, biraz "Zaman Yolcusunun Karısı" kitabı tadı var. Gerçi kitap ilk kez 1988 yılında yayınlanmış, yani onlardan esinlenmiş demek istemiyorum, sadece aynı tat var diyorum :) Kitabı sevdim, okunabilir... 


Çarşamba, Eylül 15, 2010

Fazla uzak kaldım ya blogumdan, hiç birşey yazasım gelmiyor. Sanırım bunun sebeplerinden biri de referandum. Sanırım ülkem adına beni iyice umutsuzluğa sürükleyen bu sonucun (aslında sonuç demek yetmez, bu sürecin bu sonucu doğuracağı belliydi zaten, oluşum diyelim ya da durum) özetini Nietzsche yapmış:

"Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!''

Çarşamba, Eylül 01, 2010

Deniz, kum, güneş, temiz hava, bol gıda,
masaj, su kaydırağı, roman vs. derken bitti Antalya. 
Şehre döndüm, ama fazla kalmayıp,
yeniden terk ediyorum.
3 günüm var buralarda geçirecek,
sonra ver elini Bodrum.
Tatil güzel şey, bir de bitmese...