Pazartesi, Aralık 11, 2006

ne kadar da anlamsızlaşıyor herşey bir anda, o gelen telefonla, damlalar birikmiş buğulu gözlerinle bir acil servis koridorunda buluyorsun kendini. koşturmaya başlıyorsun... hissetmiyorsun karninin acıktıgını, fark etmiyorsun ateşinin çıktığını, bir boşluk hissi sadece, o olmazsa ne yapacagin takiliyor arada aklina, gozlerini bir daha acmazsa, bir daha konusamaz, seni tanimaz ya da ayaga kalkamazsa. ne aptal islerle ugrastiginin farkina variyosun muhtemelen, ne kucuk ayrintilarda dolandiginin. kim kime ne demis, o pembe kazak ne de güzelmis, cumartesi hangi filme gidilseymis... onunla ettigin son kavga geliyor aklina, niye uzdum diyerek kendini yiyorsun, acsa gozlerini, bir duymaya baslasa seni neler diyeceksin kimbilir, ne cok sevdigini soyleyeceksin, o gun ki sozler icin ozur dileceyeksin belki. "gel oturup birer kahve icelim" dedigi geliyor aklina, oturmamistin, hani acelen vardı ya. dalga gecmisti senle, "senin hep acelen var ne de olsa, gel otur karsima" yine de reddetmistin sen, kapatip kapiyi gitmistin, onun son kahve teklifi olabilecegini hic düşünemeden. ölmemeli kimse vakti gelmeden, onu buyutenler bu dunyadan göcmeden, buyumeden, evlenmeden, ogullarini damat, kizlarini gelin yapmadan, kizi icin acilmis guvenli kollar, oglu icin sefkatli bir gogus bulunmadan, onlari teselli edecek birer aileleri olmadan, torunlarini gormeden, dede olmadan, ihtiyar sifati yakistirilmadan, aralarindan ayrilacagin fikrini herkes kabul etmeden, biraz olsun o fikre alisma sansi vermeden, bir hoscakal diyemeden, son sevgi sözcükleri kulagina fisildanmadan.

Hiç yorum yok: