havadan sudan, içten, hayattan, ondan, bundan,
şundan,
bunaldıkça, güldükçe, paylaşmak icin...
Pazar, Ocak 27, 2013
Niyet ettim bu Donut, olsun Antidepressant
Bugün doktora gitsem, bana antidepresanı dakika düşünmeden vereceğine o kadar eminim ki. Hiç vakit kaybetmeden, bir bardak suyla gözünün önündeyken yutturur hatta... Bu şartlarda ben ne mi yapıyorum? Durumu donut'la kurtarmaya çalışıyorum. Niyet ettim bu Donut, olsun Antidepressant :)
Cumartesi, Ocak 26, 2013
Özlem Listesi
Ülkeme geri dönmeden özleyeceklerimi belirlemeye başladım:
- Bir grup insan
- Yemyeşil doğa
- Yaşadığım mahalle
- Hobby Lobby mağazaları
- Bira çeşitliliği
- Meksika yemeği (Özellikle Guacamole ve Taco)
- Smoothie
- Pecan ve Pecanlı dondurma, tart vs.
- Donut
- Chocolate chip cookies (Yasemin'in ellerinden)
- Pepper Jack Cheese
- Sincaplar
- Lucy's Cafe ve Rocha Mocha*
Perşembe, Ocak 24, 2013
Son hafta!
Ne ara geçti 4 ay hiç bilmiyorum. Bir haftam kaldı burada, geri dönüyorum. Gerçi şu an hala gideceğime dair hislerden yoksunum. Sayısal olarak biliyorum ama kafam basmıyor henüz. Motivasyon kaynağım Zekai sağ olsun, gider ayak hız kazandım, her güne toplantılar, dersler, konuşmalar yerleşmeye başladı. Takvimim feci dolu, yapılacak işler listem A4 doldurur. Sanırım tam da bu yüzden algılayamadım gideceğimi...
Salı, Ocak 22, 2013
Blogdan mektup çıktı
Özlediğin kadar özlendiğini bilmek güzel :)
Geçen mektup çıktı postadan Onur ve Can'dan, döndüğümde beraber yapmak için planladıkları etkinliklerden bahseden. Turgay, Gökhan ve Alper'in gtalktan birlikte mesai daveti geldi. Sonra bir video buldum gelen kutusunda Pınar'dan, fotoğraflarımızdan oluşan, özlem dolu. Bugünse blogdan mektup çıktı. İş yerimi özlememin sebeplerinden birinin blogundan. Uzun mektuptan gönlümde taht kuran iki numune cümleyi not düşelim biz de blogumuza: "Sen varken ve sen yokken… Enerjimizi
tamamlıyormuşsun aslında sen. Şimdi biraz eksik kalıyor." ve "İyi ki varsın, gerçekten daha iyi
anlıyorum sen yokken… Etkin istatistiksel olarak anlamlı."
Cumartesi, Ocak 19, 2013
Görmemiş kar görmüş
Dün kar yağdı buraya kış boyunca ilk kez.
Üniversiteyi tatil ettiler, kar başladıktan bir süre sonra.
Bugün de ünivesitenin 10'da açılmasına karar verdiler.
Gülmek için fotoyu inceleyin :)
Üst taraf tatil ettikleri sırada üniversitenin hali.
Aşağıdaki de bugün; bulabildiğim en büyük kar yığının fotosu.
Dün çocuklar kardan adam yapma çabasına girmişti de, geriye kalanlar...
Üniversiteyi tatil ettiler, kar başladıktan bir süre sonra.
Bugün de ünivesitenin 10'da açılmasına karar verdiler.
Gülmek için fotoyu inceleyin :)
Üst taraf tatil ettikleri sırada üniversitenin hali.
Aşağıdaki de bugün; bulabildiğim en büyük kar yığının fotosu.
Dün çocuklar kardan adam yapma çabasına girmişti de, geriye kalanlar...
Çarşamba, Ocak 16, 2013
Süreğen Baş Ağrısı
Evet efendim kendime süreğen baş ağrısı teşhisi koydum. Süreğen lafını biraz önce keşfettim. TDK kronikle eşanlamlı olarak veriyor. Vesile ile müzmin kelimesinin de benzer bir anlama geldiğini öğrendim. "Müzmin bekar" tamlamasının nereden geldiği anlaşıldı. Süreğen'in karşılığı: Ne kadar süreceği belli olmaksızın sürüp giden, müzmin, kronik :)
Gelelim baş ağrıma, sebep olarak iki tane olasılık olduğunu düşünüyorum, ikisi de kulak kaynaklı:
a) Dişim ağrıyor, kanal tedavisi gören, oyula oyula içinde sinir kalmamış dişim olduğunu tahmin ediyorum, ama hala nasıl hissettiğimi çözemiyorum. Diş ağrımın kulağıma vurduğunu düşünüyorum.
b) NY'dan döndüm döneli öksürüyorum. Bugünlerde epeyce azaldı, ama hastalığı bir şekilde kulağa doğru göndermiş olduğumdan şüpheleniyorum.
Konuyla ilgili önerileri almak istemiyorum, nitekim doktora gitmem gerektiğini savunacak bir kitle var gibime geliyor. Yanlış anlaşılmasın, sigortam falan da var, ama uyuzluk değil mi işte... Küçük bir tedavi uyguluyorum: yüksek sesle Duman dinleme :) Biliyorum çok yerinde gibi gelmiyor KULAĞA!
Pazartesi, Ocak 14, 2013
facetime
Facetime sayesinde Türkiye'deki sürpriz doğum günü partisine katıldım bugün. Ben de bir posta sürpriz diye bağırıp, zıpladım, azıcık hevesimi aldım. Facetime vb. olmasaydı nasıl geçerdi buradaki zamanım acaba, merak ediyorum. Yüz bin milyon milyar bin beş katı çok özlerdim kesin. Ve kesin daha çok ağlardım...
Pazar, Ocak 13, 2013
Popüler Yayınlar
Popüler Yayınlar uygulamasını eklediğimde bloguma, bu kadar değişik şeyler fark edeceğimi bilmiyordum. Genel olarak en çok tıklanan iki yayınımın ¨Krem Karamel¨ tiyatro oyunu ve bölüm koridoruyla ilgili olanlar olması epey tuhaf geliyor örneğin. Tüm liste değişiyor, onlar sabit kalıyor. Her ikisine de görsellerden ulaşılıyor diye tahmin ediyorum. Birinde tiyatronun afişi var, diğerinde de benim çektiğim koridor fotoğrafı.
Çoğu zaman birilerinin tıklaya tıklaya listeye soktuğu yazılar da hoşuma gidiyor, ben de girip okuyorum, nostalji yaşıyorum. Hele hele bugünlerde blogumda dolaşmanın benim için büyük bir keyif olduğu düşünülürse.
Nadirense üzüyor, nicedir kedimizle ilgili olan yazı bir görünüp kayboluyor mesela, tekrar tekrar aklıma geliyor :(
Nadirense üzüyor, nicedir kedimizle ilgili olan yazı bir görünüp kayboluyor mesela, tekrar tekrar aklıma geliyor :(
Cumartesi, Ocak 12, 2013
Bir bahar şenliği olmalıydı hayat!
Bir bahar şenliği olmalıydı hayat. Yemeli, içmeli, öpüşmeliydik; tıpkı yaptığımız gibi şenliklerde. Sarılmalı, gülüşmeli, yuvarlanmalıydık çimenlerde. Top oynamalı, koşturmalı, acıyana kadar ayaklarımız ya da kalbimizin sesi duyulana kadar dışardan, zıplamalıydık. Müziğe ayak uydurup, sabahlara kadar yorulmadan ve çekinmeden dans etmeliydik. Bağıra bağıra söylemeli şarkıları, arada purolarımızdan bir fırt çekmeliydik. Battaniyelerimiz yerlerde, biz üstünde, tepişmeliydik. Fotoğraflar çekmeliydik, tüm dişlerimizi gösterdiğimiz, en büyük gülümsemelerimizle. Sarılmalıydık, her zamanki gibi insan ayırt etmeden kucaklaşmalı, kol kola dolanmalıydık. Bitmemeliydi şenlik, o sevdiğimiz grup hiç inmemeliydi sahneden.
Kaybetmemeliydik masumiyetimizi, herkesi kendimiz gibi güzel sanmalıydık ve dünyayı iyi bir yer, yaşamı ise anlamlı. Kötüler masallardaki karakterlerle sınırlı kalmalıydı. Numaraları, yalanları, oyunları tatmamalıydık. Almamalıydık dünyanın yükünü omuzlarımıza. Dünya yük olmamalıydı.
Kaybetmemeliydik masumiyetimizi, herkesi kendimiz gibi güzel sanmalıydık ve dünyayı iyi bir yer, yaşamı ise anlamlı. Kötüler masallardaki karakterlerle sınırlı kalmalıydı. Numaraları, yalanları, oyunları tatmamalıydık. Almamalıydık dünyanın yükünü omuzlarımıza. Dünya yük olmamalıydı.
Kahretsin! Hiç öğrenmemeliydik "yenik düşüyor her şey zamana, biz büyüdük ve kirlendi dünya" ne demek. Bir bahar şenliği olarak başlamalı ve bitmeliydi hayat...
Perşembe, Ocak 10, 2013
Üçü bir arada - Kitap
Amerika'ya bavulumda 3 romanla geldim. Birini geliş birini gidiş yolunda, diğerini arada, imdat kolunu çekmem gerektiğini hissettiğimde burada okurum diye düşündüm. Okuma hızımı düşünürsek kitapların yetmeyeceği aşikardı ama bizim de bir kitap taşıma potansiyelimiz var. Üstelik de yer kıtlığından dolayı kitaplarımı kütüphaneme geri götüremeyeceğim düşünülürse daha fazlasını taşımak da istemedim. Gelelim kitaplara:
Sisle Gelen Yolcu: Grange'ın son romanı. Çeviri kalitesinden niyeyse emin olamadım. Fransızcam yok ama 'Le Passager'in 'Sisle Gelen Yolcu' olduğuna inanacak kadar da saf değilim. Üstelik de 'yolcu' kelimesi tüm kitaba bir gönderme yaparken, sisle gelen yolcu yalnızca bir adama, ilk sahnelere gönderme yapmaktadır. Ne demek istediğim başına 'sisle gelen' eklendiği anda, 'yolcu' kelimesi de anlamını kaybetmektedir. Yanlış çevirinin bu kadarı.
Çeviriyi bir kenara bırakıp içeriğe yönelirsek ise, Dan Brown'da başıma gelenler geliyor artık Grange'da da başıma. Her ikisinin de tüm kitaplarını okudum. Yazarı tanıdım, bildiğin her taşın altından ne çıkacağını biliyorum. Maalesef Grange'dan soğudum, biraz fazla zorlama gelmeye başladı hikayeler, hiçbirinde Leyleklerin Uçuşu ya da Kızıl Nehirler'deki tadı yakalayamıyorum :( Ha okunmaz mı, okunur, gayet de sürükleyici bir şekilde okunur, nitekim 3 günde falan bitti 650-700 sayfalık kitap.
---SPOILER GELİYOOOR---
Niye zorlama gelmeye başladı: Gereksiz detaylar çoktu. Baş kadın karakterimizin babasının işkenceci olmasına gerek yoktu örneğin, işkence sahnelerinin detaylarına, işkence dolu rüyalarını dinlememize hiç gerek yoktu, annesinin delirmiş olmasına da gerek yoktu çünkü konuyla ilgisi yoktu. Babası pis işlere karışmış, hafif işkolik, biraz takıntılı bir portre çizse yeterdi. Haa ama Grange beyimiz tıpkı daha önce Türkiye'ye bok attığı gibi, yine bir takım yermeler peşinde olabilir, söz konusu anlatımları konuyla ilgisiz olduğunu adı gibi bildiği halde yapmış olabilir, onları bilemem. Tüm bunların yanında adamın kitabı yazmadan evvel sıkı bir araştırma süreci geçirdiğine eminim. Bu da klasik bir Grange taktiği, ne dediğini iyi biliyor, konusunu derinlemesine inceliyor. Bu roman psikoloji ve sanat ağırlıklı olmuş. Nitekim ana erkek karakterimiz psikolog ve aynı zamanda ressam. Genel olarak bağlantıları iyi kurmuş. Ancak yine bana zorlama hissi veren bir diğer kısım, sonu. Sanki aman öyle bir dümen yapayım ki kimse sonunu tahmin edemesin diyor. Edemiyorsun da nitekim, ama şaşırtıcı olmaktan ziyade saçmalık hissi veriyor. Eleştiriyi de bir kenara bırakırsam, hoşuma giden iki kısmı paylaşayım...
'İş kalp yarası çekenler için son can simidiydi'
'... XX. yüzyıl kuşağı, Nietzsche'nin Tan Kızıllığı adlı kitabındaki vecizesini, bir beylik söz olarak yıpranana kadar yinelemişti: 'Beni öldürmeyen her şey beni daha güçlü kılar'. Bu bir aptallıktı. En azından herkesin kullandığı çağdaş anlamı içinde. Her gün yaşanan acı insanı dayanıklı hale getirmezdi. Yıpratırdı. Kırılganlaştırırdı. Zayıflatırdı. Freire bunun bedelini ödemişti. İnsan ruhu, dayanıklılığının sınanmasıyla tabaklanan bir deri değildi. Duyarlı, nazik, içli bir zardı.'
---SPOILER BİTTİ---
Diğer kitap da Sigma Protokolü. Pınar'dan ödünç aldığım ama sonra Amerika yolunda okumayı kafaya koyup, Amerika'da bırakmama izin verip vermeyeceğimi sorduğum, onunsa kitabını gezen bir kitap yapacağım için sevinerek izin verdiği kitap. Nitekim yeni sahibini buldu bile :)
Yazarı Robert Ludlum. Bu kitap sayesinde kendisini keşfetmiş bulunuyorum. 30'a yakın romanı varmış, maalesef ölmüş. Bu arada filmlerini pek sevdiğim Bourne serisinin de kendisinin romanlarından uyarlandığını bu vesileyle fark ettim. Tavsiye ederim...
3. romanım da yine sevdiğim bir yazar olan Ursula K. Le Guin'ne ait. Çoook uzun zamandır okumayı istediğim Mülksüzler'i aldım sonunda, işte dönüş yoluna ayırdığım kitap bu.
Çarşamba, Ocak 09, 2013
Rötarlı yeni yıl kartları
Kasım'ın ortasında yapıp*, postalamamak için kendimi zor tuttuğum yeni yıl kartlarını Aralık'ın ortasında yollamıştım. Keşke daha önce yollasaymışım, henüz varmaya başladı. Şimdilik 4 zarf ulaştı, 20 tane falan olması lazım, uçup ulaşması gereken epeyce var... Kendi posta kutumda el yapımı, el yazılı ve onca yol teperek gelmiş bir kart bulsam, inanılmaz hoşuma giderdi. Kikhikik :D O yüzden olsa gerek çok hoşuma gidiyor kart yolladıklarımı düşünmek, heyecanlanıyorum falan. Biraz tuhafım galiba ama, kart yollamak da en az almak kadar güzel geliyor bana.
*http://kendicapimda.blogspot.com/2012/11/erken-yeni-yl-coskusu.html
Pazartesi, Ocak 07, 2013
Hobbit
Geçenler de Hobbit'i izledim, IMAX'de. Argo ve Skyfall'dan sonra
3. sinemam oldu Amerika macerasında. IMAX'de en son ne izlemiştim, U2
konseri olabilir mi? Neyse tam hatırlayamadım ama IMAX'i sırf 3D'den
daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. IMAX'in de etkisiyle filmden epey
keyif aldım, hele Argo ve Skyfall'dan sonra ilaç gibi geldi. Tabii
Yüzüklerin Efendisi'nin favori kitabım olduğu, Hobbit'i de okuduğum
düşünülürse, yalın olarak senaryonun dışında sevmeme etken sebepler var.
Komik kısmı söylüyorum film boyu, ne kadar ağırdan alıyorlar, nasıl
yetiştirecekler yahu diye düşünüp durdum. Filmin sonu geldiğinde hikaye
bitmeyince hafif bir aydınlanma yaşadım ve çıkışta öğrendim ki Hobbit'i 3
bölmüşler...
Cuma, Ocak 04, 2013
Aynı Acı
Biliyordum, henüz yola bile çıkmadan hissediyordum. O şehre gidip, ailemle buluşup, bir haftanın sonunda geri döndüğümde, başıma gelecekleri biliyordum. Sadece yalnız değil yapayalnız kalacağımı. Sadece tek değil, tek başıma olacağımı. Biliyordum, sil baştan çökecekti hüzün. Yalnızlık kendini vurgulayacak, hasret yeniden damarlarımda dolaşmaya başlayacaktı. Sigarayı bıraktıktan 3 ay sonra 1 tane daha yakmak ve yeniden bırakmak gibi. Aynı sancılı süreç. Aynı acı*. Göğsüme koca bir balyoz yemiş gibi, boksörün biri karnıma yumruk atmış gibi. Nefesim kesilene kadar biri boğazımı sıkmış gibi...
* http://www.kendicapimda.blogspot.com/2012/10/gogsume-koca-bir-balyoz-yemis-gibi.html
Çarşamba, Ocak 02, 2013
Öhöö! Buyrun ciğerlerim!
Hastalık pek boktan bir şey. Hani bilmeyen varsa, not düşeyim dedim bloga. Hastalık beni sadece maddi değil manevi olarak da epey yıpratıyor, sinirli oluyorum. Halsiz, bitkin, mecalsiz, takatsiz (var mı başka eşanlamlı?) ve bunların yanı sıra bir de asabi oluyorum. Öksürüyorum, 4-5 gün oldu sanırım, bol bol öksürüyorum. Pöf!
Salı, Ocak 01, 2013
2012 Bilançosu
Daha güzel yıllar görmüştüm aslında, ama şikayet mi etmeli şükür mü bilemedim. Biraz sağlıkla başımız beladaydı bu yıl, gerisi dert değil de, sağlık olmazsa olmaz işte napalım. Nur topu gibi iyileşmeyecek sadece yavaşlatılabilecek bir hastalığı oldu ailemizin mesela, biri apandisit biri varis olmak üzere 2 ameliyat, biri çatlamış belki de kırılmış kuyruk sokumuyla sonlanmış olmak üzere bendenizde 3 düşme, teyzede kuzende kırıklar vs.
Bir başka can sıkıcı yan ise artık ülkenin canına okunmuş olması, maalesef güzel bir haber alamadık bu yıl, iyi bir şey göremedik, hep tutuklama, hep suçlama, hep haksızlık, hep geriye gidiş :( 13'de düzelse keşke, bu seneki berbatlık sayesinde 12 farkındalık yılı olmuş olsa da hiç değilse bir işe yarasa.
Dünya dengelerine girmeden, daha fazla iç karartmadan en kötü yılımız böyle olsun diyeyim madem de başka ne yaptığıma bakayım...
2011'e girişte Bolu'dakinin tadı damağımızda kalınca bu yıla da benzer bir organizasyonla başlamıştık. Kızılcahamam'da Emre'nin önderliğinde sıcacık, ufacık bir mekanda dostlarla girdiğimiz 2012, benzer şekilde bol Ankara dışıyla devam etti. Hatırladığım kadarıyla yurt içinde 2 Antalya, 1 Bodrum 1 İstanbul tatili, konferans vesilesiyle Antalya, Kıbrıs ve Romanya'ya gezi, vee tabii ki New York ve Nashville ziyaretlerini de barından 3 aylık Amerika seyahati 2012'ye damgasını vurdu.
2012'de piknikler, doğum günleri, yemekler, 'vodka university' geceleri, misafircilik oynamalar gibi sosyal faaliyetlerin yanı sıra kültür sanat faaliyetlerine de yer verildi. Aklımda kalanlar bale olarak Notre Dame'ın Kamburu, opera olarak ise Don Giovanni, hmm tiyatrodan bir örnek gelmedi aklıma, tiyatro kolu başkanı Fatma hatırlatır belki. Dali, Picasso, Escher'in sergileri, New York'taki sergileri saymıyorum bile, sonracığmaaa Goran Bregoviç'in konseri...
Güzel sinema filmleri, kitaplar ve tabii Fox Crime kanalı ile her tür polisiye dizi de geçtiğimiz yılda yerini aldı. Nitekim alın beni olay mahaline götürün, bakın nasıl ipucu topluyor, lab'da nasıl güzel analiz ediyor, hele hele katili nasıl çabuk buluyor, olayı nasıl çözüveriyorum görürsünüz.
Kişisel gelişim kapsamında, tüm bunların yanı sıra yine grafik tasarım ve çağdaş sanat dersi aldım (2. turlarını yaptım). Dersin gerektirdiklerinin yanı sıra kendi çapımda genel olarak kart üzerinde olmak üzere tasarımlar da yaptım.
Sosyal, kültürel faaliyetleri bir kenara bırakırsak ki sağlığı da en başta anlatmıştım; aşk hayatım stabil denebilir hala 1 adet eşim var, ancak 2'ye çıkardım mı gelişme olarak kabul edeceğim :P Şaka bir yana onsuz günlerin geçmediğini fark ettim. Çekirdeğin dışına çıkarsak, büyük ailemle de biz pek güzeliz. Hatta Amerika seyahati sayesinde geniş ailemin bu taraftaki kısmıyla iyice kaynaştım.
Mesleki açıdan 4 aylık yurtdışı kriterini yerine getirmeyi başardım, insanlık için küçük benim için büyük bir adımdı. Mesleğimin esas amacı olan eğitim verme işinde bir şeyler başardığım söylenebilir.
İşte genel olarak böyle. Astroloji kitapları modeli iş, aşk ve sağlığı değerlendirdim, hatta sosyal, kültürel etkinliklerimi de, var mı soru? Akıllara takılan bir nokta? Raporum kabul mü?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)