havadan sudan, içten, hayattan, ondan, bundan,
şundan,
bunaldıkça, güldükçe, paylaşmak icin...
Cuma, Ekim 27, 2006
msn space'ten cektigim yeter! tasiniyorum ordan. nedir kardesim gunlerce okuyuculardan uzak. uyardim olmadi, ayarlarini tekrar duzenledim olmadi, deli etti beni. bundan boyle mekanim burasi. gerci burda okuyucu kısıtlaması yok galiba, neyse bizde halka aciliriz artık napalim... millletimize hayırlı ugurlu olsun. aktardim eski yazilari da ay ay... aralık 2005'teki ilk yazimdan bugunki dahil tum yazilarimi bulabilirsiniz arsivde. her ayı tek bi yazi gibi kaydettigimden biraz uzun oldu ama idare etceksiniz, tepesindeki degil de yazinin icindeki tarihleri dikkate alirsiniz bi de eskileri okursaniz.. kurdele nerde kurdele, keseyim...
Gittiğinde o kadın...
Gittiğinde
o kadın, yalnız kalacaksın, çalmayacak telefonun eskisi kadar, aşk
mesajları gelmeyecek cebine. Telefon edebileceğin kimse de olmayacak
canın sıkıldıkça, güzel sözler duyup moralini düzeltebileceğin, çılgın
sözlerini duyup güleceğin, saflığıyla dalga geçebileceğin kimse... Başın
ağrıdığında okşamayacak kimse şakaklarını, öpmeyecek alnını. Elin
kesildiğinde yalnız kendi canın acıyacak, yanında canı en az seninki
kadar acıyan biri daha bulunmayacak. Belki annen, ama o da o kadar
uzaktaki haberi olmayacak. Senin aç olup olmadığını umursamayacak kimse,
senle beraber yemek için saatlerce aç kalmayacak. Kâğıtlar, makas, uhu
ve renkli kalemlerle uğraşılıp hazırlanmış aşk mektupları bulamayacaksın
bir zarfın içinde. Kimse arabasının yanından geçeceğin için, 1 saat
erken gelip kalp yapıştırmakla uğraşmayacak arabanın camına. Evine
geldiğinde onu bulamayacaksın, evinin anahtarını çoktan teslim etmiş
olacak sana. Beceriksiz ve yavaş da olsa, sana salata yaptığını
göremeyeceksin, sen kestikçe domatesleri bir yandan yemeyecek artık
kimse, durmadan sarılıp sana, hızını kesemeyecek sen yemek yaparken.
Gizliden girmeyecek hiç bir zaman içeriye. Sabahları 6'da kalkıp, yarım
saat için onca yolu gelecek, sen uyurken sessizce koynuna girecek kimse
de olmayacak haliyle. Seni gördüğü için zıp zıp zıplayan, dans eden,
mutluluktan uçan biri olmayacak etrafında. Tek karşılaşacağın her
zamanki sakin, sıradan "merhaba". Reyonlarda kahve fincanlarını görüp,
hoşuna gideceğini düşünen, "baş başa kahve içeriz, ay ışığında" diye
sana onları hediye eden biri olmayacak, kimsesiz kalacak kahve
fincanların. O fincanlara değen dudaklar onunkiler olmayacak bir daha,
cama çevirip koltuğu, ayaklarını altına alıp, omzuna yaslamayacak
başını. Ne harika kolların var senin demeyecek, ne güzel gözlerin var,
ellerini çok güzel yıkıyorsun ya da ne güzel 79 diyorsun diyen
olmayacak. Seni durmadan arkadaşlarına anlatan, sabahtan akşama,
akşamdan sabaha senin hakkında konuşan, seni düşünen, senle ilgili
hayaller kuran, buluşmanız için durmaksızın plan yapan… Babaannesi
sormayacak seni daha fazla, yanılmışsın kızım diyecek, teselli etmek
istercesine ve silecek artık içi gülmeyen gözündeki yaşları, geriye
doğru düzeltirken senin için uzattığı saçlarını… İlk karşılaştığınızda
neler hissettiğini anlatmayacak sana bir kez daha, -ilk görüşte aşka-
rastlar mısın acaba bir daha? Çimenlerde koşturmayacak, sırtına
atlamayacak, havaya zıplayıp göbeğini çarpıştırmayacak. Etekle oturmayı
beceremiyor diye gülemeyeceksin. Yürürken duvarın üstüne çıkmayacak,
elini tutmanı istemeyecek, yarışmayacak senle birasına. Biraları onsuz
içeceksin… Bak gördün mü giderse bira borçlarını ödemek zorunda da
değilsin. Yardım etmeyecek bavulunu toplamana, bırakmayacak seni
otobüse, el sallamayacak arkandan. Şehre geri dönüp dönmediğini yalnız
arkadaşların umursayacak, onun haberi bile olmayacak. Her gittiği
ülkeden kart almayacak sana. Şifrelerinde adını da doğum gününü de
kullanmayacak, değiştirecek hepsini... Getirdiği yemek önlüğünü
kullanmana da gerek kalmayacak. Yaptığın yemekleri başkaları yiyecek,
yemeği yaptığın ellerini başkaları öpecek. Resimlerini senin için
çizmeyecek, “ben ona resmen aşık oldum” şarkısını söylemeyecek sana. Ya
da bir türkü ezberlemek için dakikalarca uğraşmayacak, telefon açıp o
türküyü söylemek için kasmayacak. Pazar sabahları eskisi gibi bir tabak
eksik koyacaksın masaya, kurabiyeleri getiremeyecek, çünkü gelmeyecek
bir daha. Evine yürüyerek gelme hayalleriyle yanıp tutuştuğu için sana
kiralık daire arayan kimse olmayacak, zaten taşınmana gerek de
kalmayacak. Yalan söylemek zorunda olmayacak kimseye, yalnız doğrularla
yaşayabilecek, zor durumda kalmayacak, annesiyle tartışmayacak,
babasından izin koparmakla uğraşmayacak, yalvarmayacak kardeşine.
Parklarda, apartman aralarında yediği sandviçten o kadar zevk alan
birini bulamayacaksın belki bir daha; aşka dair forward mailler de,
mailboxında. Ya da öpüşen sincap fotoğrafları. Powerpointte hayali tatil
sunumları hazırlayan kişi çıkacak hayatından, kavgalarınızın hayalini
kuran o çatlak. Ofiste oturup film izlemeyecek seninle. Sinemaya
gittiğiniz için o kadar mutlu olan birini bulamayacaksın muhtemelen.
Tozlu cama isimlerinizin baş harflerini yazıp, ortasına bir kalp
iliştiren, bunun fotoğrafını sana yollayan biri… Getirdiğin çiçekler
solmasın diye her gün suyunu değiştiren, güneşe göre yerini ayarlayan,
ona aldığın çikolatanın kabını saklayan… Cep telefonunda kısayoldan
silecek seni, 1 numaraya başka birini koyacak, senin kadar sık arayacağı
başka birini bulacak, sen aradığında çalan melodiyi değiştirecek ve
gözüken o kırmızı kalbi de silecek. Usulca çekip gidecek hayatından,
başka biriyle yaşlanacak, göz rengi tahmininden farklı çocukları olacak,
torunlarını omzuna alan başka bir adam, başka birinin hayatında
ışıldayacak. Ve senin hayatında olmayacak daha fazla bulaşıkları
öpüşerek yıkayan, odaya çekilmeden çayın altını kapattın mı diye soran…
Senin için, planladığı gelecekten uzaklaşmayı göze alan… Yarım kalacak
senin için örmeye başladığı yeşil atkı, tamamlanmayacak hiçbir zaman…
Cuma, Ekim 20, 2006
arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:10-SON
3 ay sonra...
- Neyse ya sen beni boşver, senden, seninkinden naber? dedi Arzu konuyu kapatmak istercesine.
- Bi problem yok bizde, iyi gidiyor herşey. Boşuna değiştirmeye çalışma konuyu, beni değil seni konuşucaz. dedi Selen, Arzu'nun kaçma çabasını bastırcak şekilde. Birbirlerini 3 aydır görmüyorlardı. Önce Selen çıkmıştı yurtdısına tatil icin. O geldiginde ise Arzu gitmisti. Bir kac kez telefonda gorusebilmislerdi. Cızırtılı telefon gorusmelerinden 2 carpici nokta cikmisti. Birincisi Ece'yle küstükleri, ikincisi ise o evli adamla olan ilişkisinin bittiğiydi. Yurtdışına çıkışı da her zamanki gibi kaçmak içindi anlaşılan. Selen üzülmüştü iki habere de. Gerçi sevinmesi gerekiyordu, en azından bu çarpık ilişkinin bitişine. ama arkadaşının kırılan kalbini düşündükçe üzülmemesi elde değildi. Konuya Ece'yle girmeye karar verdi.
- Ne şimdi kızım sizin derdiniz, niye bozuştunuz Ece'yle? Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyordu.
- Ya inanki konuşmak istemiyorum bu konuyu. Biliyorsun Ece, Yavuz'la müstakbel kocasının arasında kalmıştı. En sonunda da tatile çıkmaya karar vermişti kafa dinlemek icin. İkisinden de ayrılacaktı. Sanki bunları söyleyen o değilmiş gibi devam etti, ikisiyle de konuşmaya. Biliyosun Yavuz benim yakın arkadaşım bi noktadan sonra ister istemez bulaştım işin içine. Derken sarpa sardı işte. Birbirimize girdik. Ağır sözler söyledik. Şimdi de -meraba-meraba- başka bi şey yok.
- Haydaa! diye söylendi Selen, elini dizine vurarak. Oldum olası anlayamazdı iki hemcins dostun kavgasını. Gerçi bi kere başına gelmişti. Ama bambaşka bi mevzuydu o. Kavgayı çıkaran Selen olmamıştı, küsen de, o sadece düzeltmeye çalışmıştı aralarını, hepsinin bir yanlış anlaşılmadan ibaret oldugunu dusunuyordu, ama sonunda yorulup bırakmıştı. Herşeyin belli bir enerji karşılığı oldugunu dusunuyor ve duzeltmeye calistigi bu iliskiden, alacagi bir enerji olacagina inanmiyordu. Ustelik düzeltmek icin harcadigi da cabası.
Sıyrıldı düşüncelerden ve ister istemez
- Ben sana söylemiştim. dedi. Girmeyecektin aralarina, of Arzu, hiç akıllanmıyorsun!
Arzu'nun başını önüne egdigini gördü, onu kırmak istemiyordu. Ama geç kaldıgını hissetti, yine de zararin neresinden dönerse kârdı. Konuyu değiştirmek istedi, bu mevzuya sonra dönecekti.
- Pekala kapatalım bu konuyu, sonra yine döneriz. Ayrılık meselesini anlat. Nası kapandı o konu?
- Aah! işte o konu öldürüyor beni! İzmir'e biletimi almıştım, hatırlıyor musun, senle görüştüğümüz son gün. Ama bunu söylemedim bizimkine. Sürpriz yapmak istedim. Gittim otele, son bir kez karısını kontrol ettim, iş yerini aradım, ofisindeydi, kapattım telefonu. Oda numarasını buldum bizimkinin. Çıktım odaya, tıklattım kapıyı ve "oda servisi" dedim. Araladı kapıyı belinde sadece bir havlu vardı. Daldım içeri ve sarıldım boynuna. Şaşkınlık içinde yüzüme bakıyordu. Bir kaç saniye içinde kavradım olayı. Yatakta onu bekleyen bi kadın vardı. "Sevgilim" diye seslendi. Dondu kaldı, ne yapacağını bilemedi, çarptım çıktım kapıyı ben de. O gün bugündür konuşmadık bi daha.
- vay be! bir türk filmi edasında bitirmişsiniz ilişkiyi. sana bişey söyliyim mi? bence iyi olmuş. yoksa iyice süründürecekti bu seni. temizinden, herifin de kıymet verilcek biri olmadığını anlamış şekilde bitmiş.
- Evet evet ben de aynı şekilde düşünüyorum. Geçti gitti... hiç düşünmedim zaten yurtdışındayken de, aklıma bile gelmedi, bi süre sonra...
- Ece napiyo peki şimdi?
- Onun bi kankasi var Berrin diye, bilmiyorum tanıştın mı? Neyse işte onla karşılaştım gecen gün. Naptı, ne etti diye sordum. İyiymis. Erkeklerin ikisini de çıkarmış hayatından. Kendine bi çeki düzen veriyomuş. Mezun olmuş ve bi işe başlamış. Bu aralar da hayatında kimse yokmuş. İş-ev-arkadaşlar arasında gidip geliyomuş. İşte öyle.
- İyi iyi sevindim onun adına. Küslüğünüz konusuna daha detaylı eğilcez. Ama şimdi kalk da biraz dışarı çıkalım. Karnım acıktı, bişeyler yer içeriz.
- Tamam.
- Aaa! unuttum söylemeyi! Pınar sevgili yaptı kızım kendine. Tanıştım ben, çok tatlı biri!
- Aaa! hadi ya! çok sevindim. ben sana söyliyim, evlenirler onlar...
- Hoppalaa, daha tanımadan etmeden nerden biliyosun.
- Biliyorum biliyorum. Elmanın sapı, üzümün çöpü diye kimseyi beğenmedi Pınar bunca yıldır, bunu beğendiğine göre bi hikmet var. Ben bekliyorum 6 aya evlilik kararını , bak görürsün. dedi Arzu bilmiş tavırlarıyla. Güldü Selen;
- Ne diyim olabilir, hayırlısı. Dur dur bi iki haberim daha var. Evlilik diyince geldi aklıma, Bahar evleniyo bir kaç ay içinde.
- Siz tanıştınız mı çocukla?
- Evet, Pınar da ben de sevdik. İyi birine benziyo. En azından çok kıymet verdiği belli.
- Ozan naptı? Ohoo amma çok konu birikmiş, kurumuş kalmışım, dedikodusuzluktan. dedi Arzu kikirdeyerek.
- Yok onda bir şey, o son kızdan da ayrıldı, hani sarışın olan, 5 ay filan çıktılar işte. Gönlüne göre birini bulamadı yaa, üzülüyorum valla.
- Suat?
- İyi, yerinde keyfi, bıraktığın yerde, bi gelişme yok onun da hayatında. Eski karısı aramış geçen gün. Şaşkındı biraz. Öyle havadan sudan konuşmuşlar. Peki ya Gamze'den haberin var mı? Döndü Türkiye'ye, bitirdi geldi okulu. Bil bakalım hangi güzide şehrimize taşınıyo?
- Nolcak İstanbul'a taşınıyodur.
- Evet. dedi Selen dudaklarını büzerek. Üzülüyordu Gamze'nin gidişine, gerçi buralarda da iş bulmasının zor olduğunu biliyordu. Hem en yakın arkadaşı da ordaydı Gamze'nin. Orada daha mutlu olurdu muhtemelen. Tüm bunları geçirdi aklından dalgın bakışlarla.
- Hadi hazırım ben. dedi Arzu rujunu sürerken. Kalktı Selen koltuktan.
Kapıyı kilitledi Arzu, Selen kaç yıldır bu kapıyı çaldığını düşündü, kaç kez Arzu'nun bu kapıyı kilitleyişini izlediğini. dostlarından uzaklaşmanın ne korkunç bir şey olacağı fikri dönüp duruyordu kafasında ne zamandır, ya o bu şehirden gitseydi, ailesi, arkadaşları, sevdigi, alistigi yerler... Aykut ona başka şehirde yaşama hayallerini anlattığından beri, durmadan bunlar geliyordu aklına... o sırada trafik ışığına takıldı gözü.
- Arzu koş koş yeşil yandı, geçelim karşıya diye çekiştirdi Selen Arzu'yu.
Karşıya geçtiklerindeyse koluna girdi Arzu Selen'in, başladılar yürümeye, nerede yiyeceklerine karar vermeye çalışarak.
- İkizleri de mi arasak dedi Selen. Belki bu taraftadırlar, bizimle gelirler yemeğe.
- Tamam dedi Arzu. Onlarla da görüşemedim, geldiğimden beri. Arayalım tabii...
- Neyse ya sen beni boşver, senden, seninkinden naber? dedi Arzu konuyu kapatmak istercesine.
- Bi problem yok bizde, iyi gidiyor herşey. Boşuna değiştirmeye çalışma konuyu, beni değil seni konuşucaz. dedi Selen, Arzu'nun kaçma çabasını bastırcak şekilde. Birbirlerini 3 aydır görmüyorlardı. Önce Selen çıkmıştı yurtdısına tatil icin. O geldiginde ise Arzu gitmisti. Bir kac kez telefonda gorusebilmislerdi. Cızırtılı telefon gorusmelerinden 2 carpici nokta cikmisti. Birincisi Ece'yle küstükleri, ikincisi ise o evli adamla olan ilişkisinin bittiğiydi. Yurtdışına çıkışı da her zamanki gibi kaçmak içindi anlaşılan. Selen üzülmüştü iki habere de. Gerçi sevinmesi gerekiyordu, en azından bu çarpık ilişkinin bitişine. ama arkadaşının kırılan kalbini düşündükçe üzülmemesi elde değildi. Konuya Ece'yle girmeye karar verdi.
- Ne şimdi kızım sizin derdiniz, niye bozuştunuz Ece'yle? Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyordu.
- Ya inanki konuşmak istemiyorum bu konuyu. Biliyorsun Ece, Yavuz'la müstakbel kocasının arasında kalmıştı. En sonunda da tatile çıkmaya karar vermişti kafa dinlemek icin. İkisinden de ayrılacaktı. Sanki bunları söyleyen o değilmiş gibi devam etti, ikisiyle de konuşmaya. Biliyosun Yavuz benim yakın arkadaşım bi noktadan sonra ister istemez bulaştım işin içine. Derken sarpa sardı işte. Birbirimize girdik. Ağır sözler söyledik. Şimdi de -meraba-meraba- başka bi şey yok.
- Haydaa! diye söylendi Selen, elini dizine vurarak. Oldum olası anlayamazdı iki hemcins dostun kavgasını. Gerçi bi kere başına gelmişti. Ama bambaşka bi mevzuydu o. Kavgayı çıkaran Selen olmamıştı, küsen de, o sadece düzeltmeye çalışmıştı aralarını, hepsinin bir yanlış anlaşılmadan ibaret oldugunu dusunuyordu, ama sonunda yorulup bırakmıştı. Herşeyin belli bir enerji karşılığı oldugunu dusunuyor ve duzeltmeye calistigi bu iliskiden, alacagi bir enerji olacagina inanmiyordu. Ustelik düzeltmek icin harcadigi da cabası.
Sıyrıldı düşüncelerden ve ister istemez
- Ben sana söylemiştim. dedi. Girmeyecektin aralarina, of Arzu, hiç akıllanmıyorsun!
Arzu'nun başını önüne egdigini gördü, onu kırmak istemiyordu. Ama geç kaldıgını hissetti, yine de zararin neresinden dönerse kârdı. Konuyu değiştirmek istedi, bu mevzuya sonra dönecekti.
- Pekala kapatalım bu konuyu, sonra yine döneriz. Ayrılık meselesini anlat. Nası kapandı o konu?
- Aah! işte o konu öldürüyor beni! İzmir'e biletimi almıştım, hatırlıyor musun, senle görüştüğümüz son gün. Ama bunu söylemedim bizimkine. Sürpriz yapmak istedim. Gittim otele, son bir kez karısını kontrol ettim, iş yerini aradım, ofisindeydi, kapattım telefonu. Oda numarasını buldum bizimkinin. Çıktım odaya, tıklattım kapıyı ve "oda servisi" dedim. Araladı kapıyı belinde sadece bir havlu vardı. Daldım içeri ve sarıldım boynuna. Şaşkınlık içinde yüzüme bakıyordu. Bir kaç saniye içinde kavradım olayı. Yatakta onu bekleyen bi kadın vardı. "Sevgilim" diye seslendi. Dondu kaldı, ne yapacağını bilemedi, çarptım çıktım kapıyı ben de. O gün bugündür konuşmadık bi daha.
- vay be! bir türk filmi edasında bitirmişsiniz ilişkiyi. sana bişey söyliyim mi? bence iyi olmuş. yoksa iyice süründürecekti bu seni. temizinden, herifin de kıymet verilcek biri olmadığını anlamış şekilde bitmiş.
- Evet evet ben de aynı şekilde düşünüyorum. Geçti gitti... hiç düşünmedim zaten yurtdışındayken de, aklıma bile gelmedi, bi süre sonra...
- Ece napiyo peki şimdi?
- Onun bi kankasi var Berrin diye, bilmiyorum tanıştın mı? Neyse işte onla karşılaştım gecen gün. Naptı, ne etti diye sordum. İyiymis. Erkeklerin ikisini de çıkarmış hayatından. Kendine bi çeki düzen veriyomuş. Mezun olmuş ve bi işe başlamış. Bu aralar da hayatında kimse yokmuş. İş-ev-arkadaşlar arasında gidip geliyomuş. İşte öyle.
- İyi iyi sevindim onun adına. Küslüğünüz konusuna daha detaylı eğilcez. Ama şimdi kalk da biraz dışarı çıkalım. Karnım acıktı, bişeyler yer içeriz.
- Tamam.
- Aaa! unuttum söylemeyi! Pınar sevgili yaptı kızım kendine. Tanıştım ben, çok tatlı biri!
- Aaa! hadi ya! çok sevindim. ben sana söyliyim, evlenirler onlar...
- Hoppalaa, daha tanımadan etmeden nerden biliyosun.
- Biliyorum biliyorum. Elmanın sapı, üzümün çöpü diye kimseyi beğenmedi Pınar bunca yıldır, bunu beğendiğine göre bi hikmet var. Ben bekliyorum 6 aya evlilik kararını , bak görürsün. dedi Arzu bilmiş tavırlarıyla. Güldü Selen;
- Ne diyim olabilir, hayırlısı. Dur dur bi iki haberim daha var. Evlilik diyince geldi aklıma, Bahar evleniyo bir kaç ay içinde.
- Siz tanıştınız mı çocukla?
- Evet, Pınar da ben de sevdik. İyi birine benziyo. En azından çok kıymet verdiği belli.
- Ozan naptı? Ohoo amma çok konu birikmiş, kurumuş kalmışım, dedikodusuzluktan. dedi Arzu kikirdeyerek.
- Yok onda bir şey, o son kızdan da ayrıldı, hani sarışın olan, 5 ay filan çıktılar işte. Gönlüne göre birini bulamadı yaa, üzülüyorum valla.
- Suat?
- İyi, yerinde keyfi, bıraktığın yerde, bi gelişme yok onun da hayatında. Eski karısı aramış geçen gün. Şaşkındı biraz. Öyle havadan sudan konuşmuşlar. Peki ya Gamze'den haberin var mı? Döndü Türkiye'ye, bitirdi geldi okulu. Bil bakalım hangi güzide şehrimize taşınıyo?
- Nolcak İstanbul'a taşınıyodur.
- Evet. dedi Selen dudaklarını büzerek. Üzülüyordu Gamze'nin gidişine, gerçi buralarda da iş bulmasının zor olduğunu biliyordu. Hem en yakın arkadaşı da ordaydı Gamze'nin. Orada daha mutlu olurdu muhtemelen. Tüm bunları geçirdi aklından dalgın bakışlarla.
- Hadi hazırım ben. dedi Arzu rujunu sürerken. Kalktı Selen koltuktan.
Kapıyı kilitledi Arzu, Selen kaç yıldır bu kapıyı çaldığını düşündü, kaç kez Arzu'nun bu kapıyı kilitleyişini izlediğini. dostlarından uzaklaşmanın ne korkunç bir şey olacağı fikri dönüp duruyordu kafasında ne zamandır, ya o bu şehirden gitseydi, ailesi, arkadaşları, sevdigi, alistigi yerler... Aykut ona başka şehirde yaşama hayallerini anlattığından beri, durmadan bunlar geliyordu aklına... o sırada trafik ışığına takıldı gözü.
- Arzu koş koş yeşil yandı, geçelim karşıya diye çekiştirdi Selen Arzu'yu.
Karşıya geçtiklerindeyse koluna girdi Arzu Selen'in, başladılar yürümeye, nerede yiyeceklerine karar vermeye çalışarak.
- İkizleri de mi arasak dedi Selen. Belki bu taraftadırlar, bizimle gelirler yemeğe.
- Tamam dedi Arzu. Onlarla da görüşemedim, geldiğimden beri. Arayalım tabii...
Perşembe, Ekim 19, 2006
Basit yaşayacaksın
bi yazi buldum dostlar, hislerime tercüman olan... hareketlerime anlam
veremeyenlerin beni anlamasini saglayacak. "bu kız deli", ya da "daha
cocuk" diyenlere derdimi anlatacak. mutlulugumun kaynagini bulmalarini
saglayacak bi yazi.
Basit yaşayacaksın.
Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.
Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.
Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün
“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.
Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.
Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.
Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...
Basit yaşayacaksın.
Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.
Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.
Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün
“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.
Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.
Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.
Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...
Çarşamba, Ekim 18, 2006
sezen aksu sever
seviyorum lan sezeni var mi yan bakan... sevmeyenler de nesini sevmiyor,
nasıl sevmiyor anlayabilmis değilim:) sıkkın canlara, yaralı yüreklere,
aglamak isteyenlere birebir. ustelik kırmızı sarapla
iyi gider...
Salı, Ekim 17, 2006
dvd: aman tanrım!
dostlar dun annecigim eve gelirken film kiraladi. jim carrey'nin tanri
oldugu film: bruce almighty! ya ne guzel filmmis. aslinda icinde acaip
seyler barindiriyo. filmin konusunu bilmeyen var mi? soyle bi alinti
yapalim:
"Bir çok seveni olmasına ve güzel kız arkadaşına rağmen TV muhabiri Bruce Nolan (Jim Carrey) , hayatın ona karşı adil olmadığına inanmaktadır. Hayatında geçirdiği en kötü günün ardından, Bruce kızgınlıkla Tanrı'yı hayatını mahvetmekle ve evreni iyi yönetememekle suçlar. Bunun üzerine Tanrı (Morgan Freeman) yanıt verir… ve daha iyisini yapıp yapamayacağını görmek için tüm güçlerini Bruce'a bağışlar. Jim Carrey bir haftalıgina Tanrı olur."
gelelim filmin akla takilanlarina:
tanri morgan freeman mesela, siyah mi siyah:) helal olsun kim boyle sectiyse...
sonra tanri elektrikci, temizlikci, her işi kendi yapiyo.
tanrinin herkesin istegini yerine getirmesi mumkun diil, nitekim herkesin dilegi olan "piyangoyu kazanma" gerceklestiginde, adam basina $17 dusuyor:)
tanrinin dunyayi birakip gittigi olabilir. ornegin, bruce tanri tatile cikar mi diye sordugunda, tanri ona "karanlik cag diye bisey duydun mu?" diyor.
tanri, corbasini kasede ikiye ayirip, kendini tanri gibi hissettiginde bruce'a soyle diyor, "kasenin icindeki corbani iki yana ayirmak mucize degil buyuculuktur, gercek mucize 2 iste birden calisan yapayalniz kadinin gelip cocugunu kursa da goturebilmesidir."
tanrı'nın özgür iradeye hic bir etkisi yok. bunun bir sonucu olarak da kendini sevdiremiyor kimseye zorla. hatta filmde bu bruce'un kendini kiz arkadasina yeniden sevdirme cabasinin bosuna olmasiyla anlasiliyor.
tanri kosedeki kör dilenci olabilir;) hatta film boyle bitiyor...
"Bir çok seveni olmasına ve güzel kız arkadaşına rağmen TV muhabiri Bruce Nolan (Jim Carrey) , hayatın ona karşı adil olmadığına inanmaktadır. Hayatında geçirdiği en kötü günün ardından, Bruce kızgınlıkla Tanrı'yı hayatını mahvetmekle ve evreni iyi yönetememekle suçlar. Bunun üzerine Tanrı (Morgan Freeman) yanıt verir… ve daha iyisini yapıp yapamayacağını görmek için tüm güçlerini Bruce'a bağışlar. Jim Carrey bir haftalıgina Tanrı olur."
gelelim filmin akla takilanlarina:
tanri morgan freeman mesela, siyah mi siyah:) helal olsun kim boyle sectiyse...
sonra tanri elektrikci, temizlikci, her işi kendi yapiyo.
tanrinin herkesin istegini yerine getirmesi mumkun diil, nitekim herkesin dilegi olan "piyangoyu kazanma" gerceklestiginde, adam basina $17 dusuyor:)
tanrinin dunyayi birakip gittigi olabilir. ornegin, bruce tanri tatile cikar mi diye sordugunda, tanri ona "karanlik cag diye bisey duydun mu?" diyor.
tanri, corbasini kasede ikiye ayirip, kendini tanri gibi hissettiginde bruce'a soyle diyor, "kasenin icindeki corbani iki yana ayirmak mucize degil buyuculuktur, gercek mucize 2 iste birden calisan yapayalniz kadinin gelip cocugunu kursa da goturebilmesidir."
tanrı'nın özgür iradeye hic bir etkisi yok. bunun bir sonucu olarak da kendini sevdiremiyor kimseye zorla. hatta filmde bu bruce'un kendini kiz arkadasina yeniden sevdirme cabasinin bosuna olmasiyla anlasiliyor.
tanri kosedeki kör dilenci olabilir;) hatta film boyle bitiyor...
Cumartesi, Ekim 14, 2006
sıkıntı
aaay, acaip bi sıkıntı, bunaltı var ben de dunden beri, havadan mıdır
sudan mıdır, hasta mı oluyorum? bak saat 4u geciyo, gunlerden cumartesi,
ne bi gıdım is yaptim ne bi adim attim bi parca gezdim. hic yani, mal
gibi oturuyorum...neyse bari kopegi gezdirim, yagmur var ama olsun,
erimeyiz herhal...
Salı, Ekim 10, 2006
loitumaaa
http://www.youtube.com/watch?v=vjvVBCNcL_A
"loituma" midir nedir hastasi olduuum... sabahtan aksama ve aksamdan
sabah kadar dinleyebilirim. hatta super bi sekilde soyluyorum da, tamam
sozler tutumuyo ama olsun:) dadabibi bipba dubidumabi bippa dumama...
Pazartesi, Ekim 09, 2006
sipeyse tehdit!
fark ettim ki, gunlerdir sipeyscigimi benden baska kimse goremiyomus.
nasi olur yaw. kime sorsam "evet gorunmuyo" diyo. acilmiyomus, bozukmus,
gunlerdir giremiyolarmis, bilmem ne. hey kahrolasi sipeys! seni kimse
okuyamayacaksa gider bi deftere yazardim di mi ama?kendine gelsen
diyorum... bak sana yarina kadar mühlet! sabah geldigimde butun
arkadaslarim tarafindan gorulmeni istiyorum... yoksa külahlari
degisiriz...
Cuma, Ekim 06, 2006
cici mandalina :)
mandalina
yedim, yılın ilk mandalinasi! mandalina cok guzel bi meyve bence. hem
sekli sevimli, hem rengi guzel, hem de yemesi rahat, tadi da cabası:)
kokusu da ayri hos. ustelik kışın habercisi, ayni zamanda portakalın da
yolda oldugunu hatirlatiyor. portakalin favori meyvesi oldugu bendeniz
de bu durumdan cok hoslaniyorum tabii. simdi hep beraber dogaya bize
verdigi ve verecegi mandalinalar icin tesekkur edelim:D mandalina
agaclarina da ayrica tesekkur etmek istiyorum huzurlarinizda. bi kere
harika bir goruntu olusturuyorlar, hic bi suru mandalina agacini bir
arada goreniniz o turuncuyla, yesilin uyumunu fark edeniniz, o agaclari
oksayip seveniniz oldu mu:) cicii ciicii cicii mandalina, canım
mandalina, guzel, tatli, harika mandalina...
Salı, Ekim 03, 2006
cok calismam lazim cok
allahim ne cok sey yapmam gerekiyooor!!! pazar üds var, hani su girmem
gerektigini basvurularin bitmesine saatler kala fark ettigim sinav.
bugun sali, dun aksam oturup biraz bakayim dedim, cogunlukla kivrandim
basinda, birazcik da calistim. sonra yattim... bugun okula gelip, eski
sinav sorularina bakayim dedim, baktim da, bööö! sanirim bikac ay evvel
baslamam gerekiyomus calismaya, 3-5 gun kala baslamak biraz komik
kacmis. neyse bu arada buyuk ihtimal yarin bir de tez gorusmem var, onu
napicam, hocaya ne gostericem belli diil :S bi bööö de ona... AB
projeleri ve daha bir suru uluslararasi konu hakkinda gerekli
dokumanlari duzenlemeli ve web sitesine koydurmaliyim... 3 kere bö! böö
böö böö!!!
Pazartesi, Ekim 02, 2006
kitap: yaralı melekler
"Yaralı Melekler" diye bir kitap okudum, Barbara Gowdy'e ait. hosuma
gitti, etkilendim... hatta oyle ki, okurken uyuyakaldigim ve sabah
uyanir uyanmaz devam ettigim oldu. dun gece de sonlandirmak icin 2 saat
durmadan okudum, gozlerimi kapattigimda 3'u geciyordu. cok tuhaf seyler
hissettim okurken. bazen güldüm, düsündüm, kızdim, agladim... aslinda
oyle etkileyici bi konusu yoktu ama karakterler oyle iyi cizilmistiki,
hani sokakta gorsem tanirim ya da nerede ne tepki vereceklerini
bilirim...
arka kapaga bir göz atalim:
Yaralı melekler, dengesiz, öfkeli bir baba ve dünyaya küsmüş bir annenin yanında büyüyen 3 kız kardeşin şaşırtıcı, ürkütücü öyküsü. şişman ve iyi yürekli Norma, zayıf ve öfkeli Lou, erkeklerle kolay ilişkilere giren Sandy; sırlarla çevrili bir aile ortamında, babalarının kabaran öfkesi ve bütün gününü televizyon başında, viski içerek geçiren annelerinin ilgisizliği arasında, kendi kendilerini ve birbirlerini koruyan, kollayan, büyüten, birbirlerine müthiş bağlı3 genç kız. Tek amaçları hayatta kalmak. Annelerini hayata küstüren babalarının yaşamını saptıran sırrı öğrendiklerinde ne yazık ki trajik son çok yaklaşmıştır.
iste o annenin ilgisizligine, kizlarini oylece kimsesiz birakmasina deliriyor, babanin dengesizligine, kizlarina kaldirdigi ellerine lanet ediyor, Sandy'nin yaptiklarini ayipliyor, bir yandan kiziyor ama safligina verip aciyor, Lou'nun her an bir delilik yapmasindan korkuyor, Norma'yi sarip sarmalamak, "ben seni seviyorum" demek istiyorsunuz okurken. iste oyle bişi...
yeni bi kitapta bulusmak dilegimle...
arka kapaga bir göz atalim:
Yaralı melekler, dengesiz, öfkeli bir baba ve dünyaya küsmüş bir annenin yanında büyüyen 3 kız kardeşin şaşırtıcı, ürkütücü öyküsü. şişman ve iyi yürekli Norma, zayıf ve öfkeli Lou, erkeklerle kolay ilişkilere giren Sandy; sırlarla çevrili bir aile ortamında, babalarının kabaran öfkesi ve bütün gününü televizyon başında, viski içerek geçiren annelerinin ilgisizliği arasında, kendi kendilerini ve birbirlerini koruyan, kollayan, büyüten, birbirlerine müthiş bağlı3 genç kız. Tek amaçları hayatta kalmak. Annelerini hayata küstüren babalarının yaşamını saptıran sırrı öğrendiklerinde ne yazık ki trajik son çok yaklaşmıştır.
iste o annenin ilgisizligine, kizlarini oylece kimsesiz birakmasina deliriyor, babanin dengesizligine, kizlarina kaldirdigi ellerine lanet ediyor, Sandy'nin yaptiklarini ayipliyor, bir yandan kiziyor ama safligina verip aciyor, Lou'nun her an bir delilik yapmasindan korkuyor, Norma'yi sarip sarmalamak, "ben seni seviyorum" demek istiyorsunuz okurken. iste oyle bişi...
yeni bi kitapta bulusmak dilegimle...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)