Çarşamba, Ekim 31, 2007

İstanbul gezimden bahsetmeliyim sanırım. Sanatsal yönü ağır bir gezi olduğu kesin. O sebeple ben de deniz kenarındaki demlik çay sefasını, köprü manzaralarını, martıları, İstiklal Caddesi'nde geçen zamanlarımı bir kenara bırakarak sanatsal yönünden bahsedeceğim. Hep kitap / film mi tavsiye edeceğim yahu. Biraz da güzel sanatlara girelim. Bienal'i ve Tüyap 17. İstanbul Sanat Fuarını ayrıca Pera Müzesi'ni gezdim. Tüm bu gezilerimin sonucunda, 3 alanda en güzelleri seçtim...

  • resimde Osman Akbay

Resimlerinin bir kısmını http://www.sevgisanatgalerisi.com/user/Gallery.aspx?id=2 linkinden görebilirsiniz. Hatta sağa bir tane koydum. Ancak emin olun ilerleme kaydetmiş, tüyap'taki resimleri çok daha güzeldi.


          • videoda Haluk Akakçe,
            Şu solda gördüğünüz, animasyonlarından birinin bir sahnesi, gölgeyi, hareketi, gölgelerin kesişmesini vs. pek güzel vermişti. Bi de bol bol çarkların olduğu bir videosu vardı ki, o da bir bu kadar güzeldi...





          Durak gerçekten güzel bir çalışma yapmış, belki de son günlerdeki derin bir yaraya parmak basarak kültürel farklılıklara eğilmiş. Sergisinde Ermeni'lerin, Rum'ların, Laz'ların, Kürt'lerin, Sünni'lerin vs. aklınıza gelen her çeşit insanın Anadolu'daki hallerini gözler önüne sermiş. Her zaman düşündüğümü ve ortadaki kavgaya bir türlü anlam vereyemeyişimi, hepimizin bir, hepimizin kardeş ve böylesine karışmışken daha da güzel olduğumuz fikrini saç köklerime kadar tekrar hissettim.

          Cuma, Ekim 26, 2007

          Süpermarketin sebze reyonundan, bira bardağının kenarından, arabanın yan koltuğundan, torpido gözünde bekleyen kağıttan silinir aşkın izi yavaş yavaş…

          Ev anahtarının ucunda sallanmaz olur aldığı anahtarlık. Dayansın diye yürek, kurutulmuş gül görünmez bir köşeye konur. Masanın üstündeki kart tıkılır bir dolaba... Bir virüsmüşcesine flash bellekten temizlenir aşk aceleyle. Rafa kaldırılır aşkın ilk emaresi olan hediye kupa, kurulan hayallerle beraber yanında. Kahveye yeni bir anlam yüklenmeye çalışılır ve yeni hayaller kurulmaya… Tavuk kanat sevilmezler listesine girer yeniden, peynirli makarna da. Odtü’nün her köşesi silinemez diye akıldan, geçmez olur yollar artık oradan. Yasak gelir bazı şarkılara ve beraber çekilmiş fotoğraflara bakmaya…

          Boğulmakta olan adamın son çırpınışları misali, kabarır arada yürek inatla. Ve bazen kendinin, bazense bir dostun eli uzanıp, geri batırır nefes almaya çalışan adamı suya…

          Böyle bitirir insan işte aşklarını ve aşkın bitişini izlemek, boğulan bir insanı izlemek kadar üzer insanı…
          Geçen gün ki İstanbul yazımın altında çok mu içten bir dilek vardı bilmem ama gidiveriyorum hemen İstanbul'a... Kaç seferdir kaçırmıyorum Bienal'i, bunu kaçırsam ayıp olacaktı hem. İst'e gitcemm, Bienal'i gezceem, oradaki dostlarımı görcem, bi Nevizade de yaparım artık:) Yuppiii:D

          Çarşamba, Ekim 24, 2007

          Bilim uzmanı oldum ya ben şimdi, hani yüksek lisansımı tamamladım diye (bu arada masterlilarin bilim uzmanı diye bi isim aldıklarını yeni öğrendiğim gibi, bu bilim uzmanı lafını da prof’tan daha havalı bulduğumu itiraf etmeliyim. BİLİM UZMANI ya, var mı ötesi, hahah) Neyse esas gelmek istediğim nokta, ben bu afili lafın, bir master diplomasına verilmesine göz yumamayıp, bilim uzmanı olma göstergelerini yeniden yazayım dedim:

          Bölüm koridoruna antre diyecek kadar bölümü benimsemek
          Sanki eve dönecekmişçesine, gittiğin restaurant’ta çişini tutup, bölüme saklamak
          Yalnız akşam yemeklerinde karşılaşabildiğin okuldaki garsonun, saç modelindeki değişikliği bilecek kadar seni tanıması
          Sabahlamalar için çekmecende temiz tişört, masanın altında terlikler bulunması
          Bölümün buzdolabında cumartesi öğle yemeği için karnıyarık, pilav, yoğurt olması
          Bölüme keyifle gelmek,
          Her hafta sonunu burada geçirmenin dert olmaması
          Üniversitenin sabah 6’sını da, gece 3’ünü de görmüş olmak
          Dolabında battaniye ve yastığının olması
          Sabahları kalkıp dişini fırçalaman bölümde
          Arkadaşların gündüz gece ne zaman arasa önce bölümde misin diye sormaya başlaması
          Ve en önemlisi yanına gelen hoş bir erkeğin gözlerinden önce, masanın üzerine bıraktığı, kütüphaneden alındığı belli kitaba bakman…

          Pazar, Ekim 21, 2007

          Sezen & vokallerinden bir aşk hikayesi...

          Bir aşk buldum, sonsuzluğuna inandığım ve zamanla kurulduğunu sandım köprülerin, sevinci vardı içimde sağlıklı sevgilerin. Tek derdim, kuru kuru aşk değil biraz paylaşmak ya da bir şeyleri sevgiyle yaratmaktı. Oysa öyle sınırsız, öyle derin, öyle çok sevdim ki korkuttum belli ki. Kim bilir belki de sen sandığım şey benim yüreğimdi ve sen bu aşkın katiliydin yalnızca, hem bıçak hem yara sendin ne de olsa.

          Şimdi geçer geçer,daha öncekiler gibi, bu da geçer, neler neler geçmedi ki, diyerek deli divane gönlümün, kalkıp bir kara trene binmesini ve korkak olmayıp senin gibi, sevdayı gördüğü herhangi bir durakta inmesini bekliyorum. Ağlamıyorum artık, biliyorum ne de olsa acı tatlı ne varsa hazinemdir ve tıpkı acıdan geçmeyen şarkılar gibi acıdan geçmeyen insanlar da biraz eksiktir...

          aşk & arkadaşlık

          Kalbin arkadaşlıkla aşk odaları yan yanadır hani, kimi zaman birinden diğerine geçiverir insan, kimi zamansa iki odayı bağlayan koridorda sıkışıp kalır... Arkadaşlığın ötesindedir yaşananlar, ama aşkın başlama çizgisi de geride kalmıştır.

          Bazen aşk acısı paylaşılır onunla, omzunda ağlayarak; bazen bir bakışta, bir dokunuşta aşk fısıldanır gizliden. Kimi zaman dostanedir sırtını sıvazlayan eli, kimi zaman başka bir dünyaya açılır hissedersin kendini.

          Hem uygun birini bulsun, mutlu olsun ister, hem her bulduğunu kıskanırsın onun. Sanki kimsecikler yakışmaz yanına, hep daha iyisine layık olur bizimki, kim bilir öyledir de belki…

          En çok onunla eğlenilir, tıpkı en çok onun acısına iç geçirildiği gibi. Hep bir yarım kalmışlık hissi verir insana bu ilişki. Aradasındır, bazen tam ortada, çoğu zamansa sınırın bir o, bir öbür yanında. Dilinin ucuna geliverir kelimeler, sonra geldikleri gibi giderler. Nadirense, kolayca göz ardı edilebilsinler diye, bir şişe şarabın arkasına gizlenip dökülüverirler…

          Hani, “kimse bulunmazsa” 30’unda evlenilmeye söz verilir onlarla:) “Evde kalırsan, ben seni alırım” denir yalandan. İki taraf da bilir oysa, o cümlelerin ardında gizlenenleri, ikisi de görür, farklı bakan gözleri, karşıdan karşıya geçme bahanesiyle tutulan eller, yer olmayınca aynı koltuğa sıkışmalar nedendir hissederler… Gizli bir anlaşmadır sanki söz konusu olan, sözler olmadan, gözlerle imzalanan…

          Kim bilir belki de en sonsuzu, en dolusu, en güzeli budur aşkın… Ve tabii dostluğun da…

          Koridora sıkışmış aşklara, koridorda yaşayan dostlara…

          Cumartesi, Ekim 20, 2007


          Nevizade’de bir akşamdır bazen özlem… Kirli, dolambaçlı merdivenlerden çıkıp, ışıklı, dar sokağa bakan cam kenarına oturmaktır. Ne tişörtle gezilen, ne mont giyilen bir havada, babaannenin elinden çıkma bir yün hırkada saklıdır. Üşüyen elleri ceplere sokmaktır. Bir fotoğraf makinesidir, durmadan uzatabildiğin kadar uzatarak kolları, gülümseyen yüzleri karesine sığdırmaya çalıştığın... En çok gürültüyü darbukanın çıkardığı fasıl ekibine eşlik etmektir bağıra çağıra, kah gülüp kah ağlayarak, çiçek pasajına beraber geldiklerini bir bir anımsayarak... Hisar’da sucuklu yumurtadır bir sabah, çiseleyen yağmurda bir yürüyüş, Bebek’ten başlayan… Ortaköy’de bir elinde zarlar sallanırken, nargileni tüttürmektir. Martılarla dalgalanıp, dalgaların uçtuğu bir sonbahar günü, boğazı geçmektir. Herkes içerdeyken, bereni takıp dışarıda oturduğun ıslak banklarıdır vapurun ve minik çay bardağıdır eldeki. Balık – ekmektir, midye tavadır mutluluk kaynağı, midye tavayı ilk yediğin yeri yeniden bulabilmektir.

          Bir şehirdir bazen özlenen, kişiden, kimseden bağımsız, yalnızca şehirdir. Deniz kokusudur, duruşudur denizin, kalabalığı, coşkusu, vurdumduymazlığıdır o şehrin ve belki de o kalabalıkta yalnızlığını apaçık hissettirmesidir özlediğin…

          Perşembe, Ekim 11, 2007

          Can Dündar'dan "HER GÜN BAYRAM"

          Zamanla anlıyor insan: 3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte bir şey bayram...
          Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır.

          ***
          Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlarinsan... Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık... Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır. Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek.. . Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır. Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.

          ***
          Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslubirrüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır. Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle... Vuslat da bayramdır öte yandan... Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır. En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır. Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır. "Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır. Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

          ***
          Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işinkapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır. Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalınkılıç yürüyebilmek bayramdır. Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan ellerbayramdır. Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır. Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram... Güne gülümseyerek başlamak bayramdır. "İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman değilim" bayram...

          ***
          Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır. Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır. Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmekbayram...

          ***
          Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur. Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler. Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır. Her gününüz bayram olsun.

          Perşembe, Ekim 04, 2007

          neyse deyip geçmek midir acaba dostluk?


          Kaç kişi girer ki insanın hayatına, aşk acısı çektiği için, onun seveceği "... su neylesin yanmışa, Mevlam sabırlar versin, yarinden ayrılmışa..." diyen Türk sanat müziği şarkıları seçip getiren... Dostluğun şerefine kaldırılmışken rakı kadehleri, "huysuz ve tatlı" kadın şarkısını ithaf eden ve gerçekten de her huysuzluğunu çeken... Allı pullu bir mektup yollayan uzaklara gittiğinde ve içine “ bu satırlar kesin mektubu seviyorsun ama uzun zamandır mektup almıyorsundur diye yazılıyor sana… bir de sevinesin, hoşuna gitsin, keyif alasın diye…” yazacak kadar, nelerden keyif alacağını bilen... Gecenin 10'unda eve gitmek yerine, sizin işiniz için uğraşan ve 'boş ver' dediğinizde "seni hiç yüz üstü bıraktım mı" diyebilecek kadar, bugüne değin bir kez olsun yüzüstü bırakmamış olan... Başka bir gece yarısı, sırf bölümde yalnız kalmayasın diye, bisikletine atlayıp gelmeyi teklif eden... Kaç kişi vardır ki zaten yeryüzünde, yolun ortasında tepine tepine dans edebileceğiniz, bağıra bağıra şarkı söyleyebileceğiniz kadar, “elalem ne der”den uzak. Kaç kişi vardır, içinizdeki en gizli hüznü görüp, keyiflendirmeye uğraşan, elmasını paylaşan, gizliden çikolata alan. Ve kaç kişi, sizin de her şeyinizi paylaşacağınız, ondan çok onu savunacağınız. Tarihe gömülmüş bir albüm bulduğunuzda, onun hoşuna gidecek diye, hazine bulmuş gibi sevindiğiniz ya da tatilden dönmesini dört gözle beklediğiniz… Kaç kişi...