Çarşamba, Aralık 31, 2008

ne güzel şey "o"nu bulmuş olmak. arayıp arayıp; olmadık kişileri "o" olmaya zorlayıp; her karşına çıkanı "o" mu diye sorgulayıp da hiç ummadık bir zamanda bulmak üstelik. bulduktan sonra da, devamını bir masaldan kopyalayıp yapıştırmak sanki sonuna... ve ne güzel onun masaldan öte bir prense benzemesi. ne harika kıpır kıpır etmesi içinin ve gülmesi onu düşündükçe gözlerinin...
geçen hafta alper canıgüz'ün bir diğer romanı olan "oğullar ve rencide ruhları" okudum. kitaptaki -alper kamu- karakterini arkadaşım hakan', hakan'ı da "life with louie" çizgi filminin louie'si olarak kafamda şemalaştırdığımı fark ettim...

Salı, Aralık 30, 2008

geçen hafta hızla kapanan asansörün kapısını kafamla durdurdum. kafam şişti, gözüm morardı. daha fazla söz gerek yok, kendimi çizdim, oradan bakın...

Pazartesi, Aralık 29, 2008

bu hafta içinde hem yeni yılı hem de nişanımı barındırıyor.
ehe ne güzel :)
bir de şu hediye derdi olmasa...

Pazar, Aralık 28, 2008

yıllardır olduğu gibi yine Kavaklıdere Rtc'nin 80'ler partisini kaçırmadım ve yine yıllardır olduğu gibi dans yarışmasına katıldım. Bu sene 5 kişilik bir ekibimiz vardı. Oldukça eğlenceli geçen, 1 erkeğe 4 kız olduğumuz için kimi durumlarda tam bir altın gününe dönen 3 provanın ardından, dün gece sahne aldık. 1. olduk :) kaç grup mu vardı yarışmada? tamam 1! ama olsun, demek ki üstüne aptal 80'ler kıyafetlerini giyip, okuma bayramlarındakine benzer bir dansla 500 kişinin önüne çıkabilecek medeni cesaret bir tek bizde varmış. hem belki de ona veriliyordur ödül :) ödül mü ne? o da her birimize bir converse. ayrıca bir aylık dil kursu ya da vişnelikte spor tesisi kullanımı vs. işte öyle... bu arada resimlerini gördüğünüz, afişle bileti de ben tasarladım :)





Perşembe, Aralık 25, 2008

bu aralar okumam gereken en önemli şey oymuş gibi, gece 2'ye kadar roman okudum. Sabah da 8.30'dan beri, yani neredeyse 1,5 saattir, en öncelikli işim yeni yıl süsü yapmakmış gibi ponponlardan çam ağacı yapmakla meşgulüm. birinin bana final haftalarına girdiğimizi, yığınla teslim etmem gereken rapor, proje olduğunu; fakültenin bir kısım işinin beni beklediğini, öğrencilere ait okunup, notlandırılacak bol miktarda ödev bulunduğunu; bir hafta sonra gerçekleşmesi planlanan nişanım için hala elbise diktirmek, ayakkabı almak, müzik ayarlamak gibi bir çok işim olduğunu hatırlatması gerek. ha ben onca işi bir kenara bırakıp, akşam da bu hafta sonu gerçekleşecek olan 80'ler partisindeki dans yarışmasına hazırlanmakla geçireceğim o ayrı...

Çarşamba, Aralık 24, 2008


evimiz olsa onunla, şu yağan karda çekip koltuğumuzu kurulsak camın yanına. yeni gelmiş olsak sokaktan, kartopu oynamaktan. hatta garajın üstüne kardanadam yapmış, birimizin boynundaki atkıyı da ona bırakmış olsak. sıcak çikolata olsa elimizde, ayaklarımızı kaloriferde ısıtsak ve pencereden bakıp, kardanadamın haline gülüyor olsak. üzerimizde kareli bir battaniye, dışarının beyazını bastırmayacak loş bir ışık, belki de mumlar...

Salı, Aralık 23, 2008

gıcık, gıcık, gık, cık, gıc gıc, cıcık, gıcık, cık cık gıkcıcık...

Pazartesi, Aralık 22, 2008

Hafta sonu çalışma gerekliliğini umursamamak.
İş başı yapmak.
İşi başından aşkın olmak.



Cuma, Aralık 19, 2008

nasılki pazartesi iş başı yaptığımızı kavrayamadıysam, bugün de haftasonu tatilinin geldiğini anlayamıyorum. daha ne istiyorsun, haftanın nasıl geçtiğini anlamamış, kendini pat diye cuma da bulmuşsun diyenler, pazartesiye yetiştirmem gereken işler için, haftasonu çalışmam gerektiğini öğrendiklerinde, sözlerini geri alacaklardır diye tahmin ediyorum. kısaca üf diyorum...

Perşembe, Aralık 18, 2008

hıçkırığı geçirmek için yeni bir yöntem öğrendim çetin'den; dilinin altına bir parça kesme şeker koymak ve erimesini beklemek. ya ahmet'in iddia ettiği gibi zaten hıçkırığımın sonuna gelmiştim ya da gerçekten işe yarıyor...
yeni yıl yaklaştı ya, bende de etrafı ışıklandırma ya da video ve fotolarını gördüğünüz üzere, kendi uyduracağım yeni yıla has el işleri yapma, yeni yıl kutlaması için bir e-kart tasarlama hatta animasyon hazırlama gibi istekler doğmaya başladı. hatta yalan olmasın epeydir dürtüklüyor, ama hep erteliyorum. sanki artık ertelemesem iyi olacak, ne de olsa böyle garip zımbırtılar bana acaip mutluluk veriyor. yeni yıl da bahanesi oluyor...

Çarşamba, Aralık 17, 2008

11 günlük yokluklarının ardından evdeler bizimkiler, özlemişim, endişelenmişim, gerilmişim, bekliyormuşum. sanki yokken onlar dünya duruyor, zaman akmıyor ne garip...

Salı, Aralık 16, 2008

-huysuz berk- bize kaldı... amerika'ya gidecekti çalışmaya. iş güç ayarlandı, ev bark ayarlandı. berk'in modu da fazlasıyla tamamdı; ama vize çıkmadı. işinde oldukça iyi olduğundan verdiklerini tahmin ettiğim bi dünya parayı, neden verdiklerini anlayamayan gerzek bir amerikali çelme taktı. huysuz muysus; olsun. dostluğu bize, beyni de ülkeme kaldı fena mı? yalnız o üzüldü diye üzüldüm, gidemiyor diye değil, var mı!
Sezgin Kaymaz ve İlhami Algör'den sonra bir yeni dönem Türk yazarını daha keşfettim. Alper Canıgüz. Okuduğum ilk kitabı da "Gizli Ajans". Gayet hoşuma gitti. Şimdi diğer ikisinin peşindeyim... “Borges ile Kemalettin Tuğcu’nun aynı kişi olduğunu öğrendiğimde, hayatta bundan daha korkunç bir gerçekle karşılaşmayacağımı düşünmüştüm. Heyhat, ne kadar da yanılmışım.” şeklinde başlayan kitabın arka kapağın şunlar yazılı:

“Patronunuz Şeytan Bey’dir ve sizden de çok hoşlandığını söyleyebilirim.”Neydi bu şimdi? şaka mı? “Öyle mi?” dedim bu manyakça oyuna bir tur ayak uydurmaya karar vererek. “Nereden biliyorsunuz?”“Kendisi söyledi.”Elimden geldiğince aptal gibi görünmemeye çalışarak gülümsedim. “Ben kaçırmışım o kısmını.”“Sizin hatanız değil. Telepatik olarak iletti düşüncelerini.”“Evet anlıyorum,” diye kestirip attım, yeni işimi daha başlamadan bırakmak zorunda kalmamak için. “Öyleyse kendisine teşekkürlerimi de iletin.”“Ona kendiniz de teşekkür edebilirsiniz,” dedi Tunçay Bey bıyık altından gülerek. “Şeytan Bey görüşmenin başından beri burada, aramızda bulunuyor.” Bardağına iki buz attıktan sonra pipetini uzun uzun emdi ve boş bakışlarıma yanıt olarak, o kocaman işaret parmağıyla, masanın üzerinde psikopatça beni kesmekte olan kara kediyi işaret etti.

son zamanlarda gittiğim en güzel tiyatro!!
Biraz rötarlı da olsa tavsiye ediyorum. Tahmin ediyorum hala oynuyordur. Bu sezon gittiğim bir diğer oyun olan "Suçlu Yürekler"de oldukça sıkılmıştım. Oyunculuk ve dekor çok fena olmasa da konusu ve ağırlığı beni baymıştı. Bu oyun ise oldukça hareketli, kostümler, dekorlar gayet güzel. Oyunculuk deseniz diyecek laf yok. Bu adam da buraya olmadı, bu dediği de tutmadı diyeceğiniz kimse rol almıyor. Üstelik danslı, curcuna sahnesi fazlasıyla keyifli :) Gidiniz derim efenim...



Tiyatroya giderken, oyunun isminin tarafımdan "Küçük Osman" şeklinde hatırlanması ve benim oyunun kitapçığını işaret etmek suretiyle, konusu neymiş şeklindeki soruma sevgilimin "Nolcak Osman'ın gençliği" şeklinde yanıt vermesi işin geyik yanı olmakla beraber, cidden konuyu merak edenler için şu açıklama yerinde olacaktır: "Genç ve tecrübesiz bir hükümdar olan Genç Osman; toplum hayatında ve devlet işlerinin yürümesinde yenilikler yapmak istemektedir. Genç, dürüst, idealist bir o kadar da deneyimsizdir. Haremi ve çok eşliliği kaldıracağım deyip sonrasında kendisiyle çelişkiye düşer. Anadolu'yla birleşmek ve kalkındırmak gerektiğini bilir ancak yanlış zaman ve yöntem seçer. Halkı ve Ülkesi için kendisini yıkıma sürükleyecek tehlikeleri göze alır. Sonunda entrikacılar tahta göz dikenler kazanır ve Genç Osman devleti, insanları için hayatını feda eder." Oyunun adı da GENÇ OSMAN :) Çayyolu Tiyatrosunda sahneleniyor...

Pazartesi, Aralık 15, 2008

bayram, hafta sonları derken 9 gün tatil yaptık. geç kalkmaya, evde yayıla yayıla kahvaltı yapmaya, sabahları köpeğimle parkta gezecek vakit bulmaya, geceleri sevgilimi de alıp koynuma film izlemeye bu kadar alışmışken, şimdi işe dönmek oldu mu ya?? :(

Perşembe, Aralık 04, 2008

ağladım dün gece çok; eski komşumuz hayat hanım öldü diye... çocuktuk, bizi gördü mü balkonda, şeker çikolata atardı, balkona çıkar o da. tipitipler geldi aklıma, bir de mor jelatinli hobby çikolata. ağladım, benden çok heyecanlandığı düğünümü göremeden gitti diye. ağladım, ya başkaları da öyle gidiverirse diye. ağladım, kimbilir belki ben bile göremem o düğünü diye. ağladım, çok ağladım...

Çarşamba, Aralık 03, 2008

Düzeni sevmeyen, durmadan sorgulayan aykırı yanım, bugünlerde kulağıma evlilikle ilgili şeyler fısıldıyor. Beynimi iyi bilen şeytanım, sırtında kalbimi taşıyan meleğimi çekmiş karşısına, söylenip duruyor. Onlar kavga edince, burada -ben- karışıyor… Kendimi bir topluma, bir uzağına çekiştirip, içimdeki dengeyi zor kurarken, bir de kurallara sıkı sıkı bağlı aşkım ve ondan öte; kökleri toplumun üstünde örtülü toprağın dibinde olan annesi babası hayatıma dahil oluyor. Korkuyorum, içimdeki anarşisti bastıramayıp, aşkımı yoracağımdan, korkuyorum baskı altında tutup sonunda kendimi patlatacağımdan, bir de korkuyorum ben onları çok severken, o anneyle babanın beni sevmeyecek olmasından; sonra kızıyorum kendime “sen böylesin”, niye değiştirmeye çalışıyorsun, niye sevdirmeye uğraşıyorsun kendini diye. Girdaba giriyorum, kendimi kısır bir döngüde buluyorum. İçim sıkılıyor, bunalıyorum…
not: resmi ben çizdim

Pazartesi, Aralık 01, 2008

Bölümdeki yeni oda arkadaşım Ahmet'e, her geçen günle biraz daha ısınıyorum. İçi gülen gözleri, saf bir yanı ve sempatik bir kahkahası var :) Hatay'dan geldi ve doktorasını yapıp yine oraya dönecek. Bakalım...

Cuma, Kasım 28, 2008

geçen öğlen bingo yaptım restoranın birinde. nasıl mı? anlatayım.

bir yemekle ilgili ne gibi sıkıntılar yaşanabilir düşünelim.
a) tazelik sorunları
b) hijyen sorunları
c) tad sorunları

peki benim yemegimin nesi vardi?
a) yemegin altında kullanılılan, tabaga dizilen ekmeklerim küflüydü.
b) yemekten kıl çıktı
c) köfteler pişmemişti

işte böylece bingo yaptım ben, ödül olarak da o yemeği kazandım işte :)
Gonca kışa, "kış kış" demiş, ama anlaşılan dinlememiş. Yapacak bir şey yok gibi görünüyor. Üstelik hemen bugün Ankara'da kar bekleniyor. Ayağımda bezden converse'ler, sırtımda yün hırka, geliyor ama ben de pek hazır değilim kışa. Üstelik fiziksel koşullarımın dışında, psikolojim de müsait değil daha...

Perşembe, Kasım 27, 2008

sanki hayatımın ondan öncesi hiç olmamış;
zaman, onsuz külliyen boşa harcanmış;
anılar, onunla olanlar ve onsuzlar diye ikiye ayrılmış...
Trafik denen zıkkım; günümü başlamadan piç ediyor...

Perşembe, Kasım 20, 2008

havadan mıdır, sudan mı; bana bu aralar yine bi sıkıntı bastı... herşey üstüme gelmeye başladı. herkes saldırılası, her yer sıkıcı...

Çarşamba, Kasım 19, 2008

insanın "ne harika" bir çift yorumu yaptığı, "ruh ikizi" dedikleri bu olmalı gözüyle baktığı çiftin boşandığı haberi, bizim gelinlik kızı evlilikten korkutmaz mı? o kız sevgilisine, -boşanmak istemiyorum, o yüzden evlenmeyelim- demez mi? esas oğlan, 3 gün evvel, akşam sinemaya gidelim mi havasında, -yarın evlensek ya- diyen bu kızı dengesiz bulmaz mı? bas git kızım başımdan, bela mısın demez mi? bizim kızın düğün hayalleri gerçekleşmez, düğün pastası salona gelmeden bölünmez mi? hay allah...

neyseki kız, satranç oynar gibi, ileriki adımları görüp, fazla düşünmeden beynini, fazla konuşmadan dilini devre dışı bırakabiliyor da, şimdilik korku adımında sabit duruyor...

Pazartesi, Kasım 17, 2008

insanın aşkı, olunca en yakın arkadaşı;
durmak iyice zor geliyor ondan ayrı...

Perşembe, Kasım 13, 2008

11. ayın 11’inde çalındı kız evinin kapısı, çikolata ve kırmızı güllerle.
Aldım - verdim dendi ve olundu tek bir aile.
Koca bir merhaba benden evciliğe :)

Pazartesi, Kasım 10, 2008

Geçen düşündüm ciddi ciddi; canımı verdiğimde senin geri geleceğini bilsem, gözümü kırpmadan veririm gerçekten...

Perşembe, Kasım 06, 2008

ne çok işim var benim be! sanki hiç bitmeyecek; ölüp gidicem, koca bir -yapılacaklar listesi- kalacak arkamda... işlerimi sıraladığım, kafamda toparladığım, hakkında notlar aldığım, uğrunda dertlendiğim kadar yapmaya harcasaydım vaktimi, oldukça kısa olurdu listem sanki. işin kötüsü liste kabardıkça, umutsuzluğum artıyor, her geçen günle liste kabarıyor ve ben gittikçe umursamaz oluyorum listeyi. yazıp yazıp yapılacak işleri kağıtlara, tıkıyorum oraya buraya. daha az vicdan azabı duyuyorum galiba böyle olunca. en azından bilincindeyim ne çok işim olduğunun gibicesine. ne bileyim öyle işte...

bu pazartesi bir heves başladım listemin ucundan, koca karıların rejime başlaması gibi. anneme web sayfası yapma girişimlerinde, taslağı koyup ortaya, vereceği içeriği bekleme moduna girdik mesela. sonra bisikletimi tamir ettirdik. bunların ikisi de tabii turgay'la. ha bir de gece kışlıklarımı çıkarttık, o da bekleyen bir işti ne de olsa. ödevlerle de uğraşıyorum biraz biraz, pazartesi, salı okuldaydım 12'ye kadar, bu akşam da calismayi planliyorum hatta. ha bir de dişçi randevusu aldım yarına, dişlerim ağzıma dökülmezden evvel gitmeyi başaracak gibiyim. dur bakalım, listeye devam etmeyi daha ne kadar becereceğim...

Çarşamba, Kasım 05, 2008

ya türkülerin sözleri acaip hoşuma gidiyor. bakınız bu sabah radyoda denk geldiğimde ne diyordu: "kız sana vurulanın veremi tükenir mi?" :)

Pazartesi, Kasım 03, 2008

"küçüktüm, ufacıktım, kocaman bir salakcıktım" isimli anılar serime başlamaya karar verdim bugün. ne zamandır aklımda ama bir türlü girişememiştim. evet ilk itirafım geliyor: ben küçükken fındıkla nohutu aynı şey zannediyordum...

Pazar, Kasım 02, 2008

öyle bir sistem kuralım ki sevgilimle;
birbirimizden hiç ayrılmak zorunda kalmayalım.
ha var ve adına evlilik mi diyorlar, o zaman onu yapalım...

Cuma, Ekim 31, 2008

"şair oldum şiir gibi akıyorum sokaklara
bir kuş olsam uçup gitsem bilmediğim uzaklara"

genç girişimci bir dostumuz, yukarıdaki mısralarıyla okuyucularımın karşısında:) kendisi sizlerin değerli görüşlerini (çok kırıcı olmamak kaydıyla) bekliyor. eleştirilerinizin kendisi için çok önemli olduğunu ve geleceğiyle ilgili kararlarını etkileyeceğini iletmemi istiyor. eğer gelecek vaad ettiğini düşünüyorsanız, sanırım doktora yapmayı bırakıp, şair olacak:D yakında kim olduğunu açıklamama da izin verecek...

sıkılmış olabilir miyim? ya da yorulmuş? hatta hem sıkılmış, hem yorulmuş. belki de bunalmış? kaç yıl daha ödev yapacağını hesaplamaktan midesi bulanmış? emekliliğini oldukça erken beklemeye başlamış? sanki hayattan beklentisi kalmamış... tüm karar verme durumlarını askıya almış? -to do list-leri kabardıkça kabarmış. dümeni toptan bırakmış, rüzgarla sürüklenmeye başlamış? umursamaz olmuş iyice... çocukluğuna dönme rüyası, tüm aklını kaplamış? almadan sırtına doğru düzgün bi yük, her yeri ağrımış. gelmiş, geçmiş ve gelecek tüm sorumluluklarını paketleyip, dünyanın ucundan atmak için ağlarmış da ağlarmış...

Perşembe, Ekim 30, 2008

Pamuk prensesle, beyaz atlı prensin aileleri tanıştı 25'inde. Saray yerine sokakta buluşuldu, ilk sefer diye. Tüm ihtişamıyla sofralar kurdurulup, başına oturuldu, hem yendi hem konuşuldu. Kupa Kralı beklenenden neşeli, sinek valesiyse gergindi. Biterken yemek, bir dahaki bulusma, kalpli sarayda olsun dendi...

Cuma, Ekim 24, 2008

dünki trafikteki gerzeklerle ilgili çalışmamın, bugün güvenirliğini test ettim ve maalesef dün ki çalışmamı yeterince güvenilir bulmadım, çünkü bugün 4 gerzeğin 4'ü de erkekti. sanırım örneklemi fazla küçük tutmuşum. güvenirliği sağlayana kadar çalışmama devam edeceğim...

Perşembe, Ekim 23, 2008

Sabah trafikte küçük ölçekli bir deneysel çalışma yaptım. Yarım saatlik ev-iş seyahatim boyunca gerzekçe hareket edip, tehlike yaratan 5 soforle karsilastim. Ve ne yazık ki bunların 4'ü kadındı. Ben ki; hafif feminist bir yanım olmasına rağmen, şu kadınların kötü araba kullandığı yargısına, bir günden bir güne karşı duramamışımdır. Bunu sabahki araştırmamla bilimsel olarak bir daha gördüm. Bence ehliyet sınavı cinsiyetlere göre gruplanmalı ve kadınlara farklı bir test uygulanmalı, ancak onu geçebilenlere verilmeli ehliyet...

Çarşamba, Ekim 22, 2008

"Şu gelen yar olaydı,
Elinde nar olaydı.
İkimiz bir gömlekte,
Yakası dar olaydı..."
Yazımda ancak bir kıtasına yer verdiğim, Sezen Aksu'nun bu güzide eserinin, en anlam yüklü bölümü olan "ikimiz bir gömlek, yakası dar olaydı" kısmını resimdeki şekilde görselleştirmeyi uygun bulduğumu belirtmek isterim. Kimse etmese de bu başarılı eşleştirmemden dolayı kendimi tebrik ederim... Ayrıca kendi yarimin, elinde nar olarak veya olmayarak, ikimizin girebileceği, ancak yakası çok da geniş olmayan bir gömlekle bana gelmesi dileklerimi buradan kendisine iletmek isterim.
aslında terlik giymeyi hiç sevmediğimi düşünmüşümdür hep. ancak geçen sene, gonca'da harika bir gece geçirirken, zannımca bana verdiği terlikleri pek sevip, belki de evde kendime ait bir terliğim olmamasından dolayı, terlikle aramın iyi olmadığına kanaat getirmiştim. bu yorumumu duyan goncacım da bana terlik almıştı hediye olarak. dün aksam ayaklarım üsüdü biraz, bi baktim ben haric herkesin ayaginda var zaten terlik, dedim benim de bir terligim olacaktı. buldum kırmızılarımı, geçirdim ayagima. nası hosuma gitti, nasi tatli geldi. seviyor muyum acaba su terlik isini diye, dusundum bi daha... bu arada, tesekkurler tabii ki gonca'ya :)

Pazartesi, Ekim 20, 2008

o kadar çok seviyorum ki, bu kadar sevebildiğime şaşırıyorum...

Pazar, Ekim 19, 2008

derin bir nefes alıyorum ve aşk ciğerlerimi dolduruyor.
yürüyorum; sanki saçımdan küçük kalpler yayılıyor.
yıldızlar yerleşmiş gözbebeklerime; neşem yüzümden okunuyor.
kenarında tatlı bir kıvrım dudaklarımın; hayaller hiç peşimi bırakmıyor...

Cuma, Ekim 17, 2008

bir hafta daha geçer...
nereye gider bu geçenler?
bilmezler mi 52 hafta, 1 yıl eder?
ömrüm elimden hafta hafta gider.
üstelik ben cumadan ne anlarım, hafta sonu benim olmayınca.
hatta hafta bitmese daha iyi, haftasonuna iş kalınca.

Çarşamba, Ekim 15, 2008

Haftalar dar, günleri az, saatler iyice yetmez oldu bana. Daha çok vaktim olsa ya benim, ya da azalsa iş günlerim, olmaz ya hani, ödevler yok olsa... Daha çok zaman geçirsem ailemle, daha sık uğrasam babanneme, teyzeme. Daha fazla çay keyfi yapabilsem evimde annemle, kardeşimle. Daha çok rakam bulmaca ya da 3-5-8 oynasam babamla. Daha uzun kalabilsem aşkımın kollarında. Pelin'i hafta sonundan sonuna değil, haftanın içi de görebilsem. Aslı'yla iki lakırdı etmek için kulüp toplantılarını gözlemesem. Süleyman'ın yüzünü görünce cennetlik hissetmesem. Can'la buluşmak için birilerinin yurt dışından gelmesi gerekmese. Tut ki yok edemiyoruz mesafeleri, hiç değilse mesafeleri katedecek kadar zamanım olsa fazladan ve ben atlayıp gitsem Gözde'nin, Onur'un, Kuthan'ın hatta Seda'nın yanına. Turgay'la daha fazla bira içebilsem, Öykü'le Berk'i hayatıma dahil edebilsem. Mektuplar yazsam Meryem'e, bölümdekilerle dertleşmesem, onun yerine hep eğlensem. Özlem, Caner, Nergis 3'lüsüyle daha sık paylaşsam yemeklerimi. -Boş vaktim- diye bir şey olsa da onu da sporla değerlendirebilsem, ya da çalmasam kitap okumak için uykumdan...

Daha az gelişmiş olsa dünya ve insanlık bu kadar çalışmak zorunda kalmasa, eskiden de doyuyor, doğuruyorlardı; ilerledikçe insanlık nolurdu eziyeti artmasa... Hayvanlar gibi yaşasaydık, ailemle bir koruda barınsaydık, sokak köpekleri gibi bir çetem olsa arkadaşlardan, onlarla da gece takılsaydık, çiftleşseydik sokak ortalarında gönlümüzce, ayıp, yasak bilmeseydik. araba çarpmasaydı da; bir gece uykumuzda ölseydik...

Pazartesi, Ekim 13, 2008

bayramda bi dolu gezdim, yazsam mi nerelere gittigimi, sonra unutuyorum, hatta oldu olcak, onceki gezmelerimi de yazayim, en azindan hatirladigim kadarini...

İtalya/ Venedik, Bari, Roma, Civitavecchia, Savona, Sicilya Adası
İspanya/ Barcelona, Mayorka Adası
İngiltere/ Londra, Cambridge,
Fransa/ Paris,
Almanya/ Düsseldorf,
Yunanistan/ Katakolon,
Hırvatistan/ Dubrovnik
Hollanda/
Malta
Tunus
Azerbaycan/ Bakü
Amerika/Alabama, Mississippi, Lousiana, Texas

Perşembe, Eylül 25, 2008

perşembe 17:38, okuldayım, ders çalışmaktayım. sonuç: okul açıldı...

Salı, Eylül 23, 2008

ya bir gün huzur, kara bir bulut gibi üzerime çöker; durgunluk iki eliyle yakama yapışırsa. ya katı kurallar listesi boğazımı sıkar; tam kaçacakken, aşkım ayaklarıma dolanırsa. yeni evim, kafese; sevdiğim, polise dönüşürse. anne olmak için çocuksam daha, oyuncaklardan sıkıldığım gibi sıkılırsam ondan da. bir başkasının yarısı olacak kadar, tam değilsem henüz. "katlanmak" fiili arada kapımı zorluyor ve ben onu almamak için hayatıma zorlanıyorsam. düzen değiştirmeyi hiç sevmiyor, bozuldukça düzenim, iyi ya da kötü olduğunu umursamadan, uykusundan uyandırılmış gibi huysuzlanıyorsam. ya ben bu işi beceremeyeceğimden korkuyorsam...

Cuma, Eylül 19, 2008

ailecek kağıt oynarız.
pelin ailenin kızı sayılır, onu da oyuna alırız.
geçen gün ise babam ilk defa bir erkek arkadaşımla kağıt oynadı.
yoksa onu da mı aileden saydı :)

Çarşamba, Eylül 17, 2008

Bugün annemin aldığı mor küpelerimi taktım... Annemi, mor rengi ve sevdiğim renklerin sevdiklerim tarafından bilinmesini seviyorum.

Salı, Eylül 16, 2008

Bürokrasi: mecaz Devlet kurumlarında kırtasiye işlerini öne sürerek işlemleri zorlaştırma.


ve ben bürokrasiden nefret ediyorum. seven yoktur illaki ama benden daha rahat katlanabilenler vardır diye düşünüyorum. Benim nevrimi döndürüyor kendisi. Meseleyi insanların aptallıklarına, aptallıklarını da kafalarına bağlıyorum. ve hemen oracıkta yalnızca aptalca şeyler üretebilen kafalarını patlatıp, kıvrımsız beyinlerini gözler önüne serme isteğiyle doluyorum.

Pazartesi, Eylül 15, 2008

pazaretsi sendromu var biliyorum ama bir düşünün, pazartesi aslinda herseye yeni bir baslangic yapma fikri icin iyi bir gun di mi? insana kendini iyi hissettiriyor sanki. haftalardir erteledigin işi bu hafta yapabilirsin iste. rejime baslayabilirsin. bir türlü bulusmayı beceremediğin arkadaslarinla bu hafta bi sinema ayarlayabilirsin. önundeki temiz, dokunulmamis zaman dilimini gorup yeni ödevine motive olabilirsin. ustelik haftada bir sıklıkta gelmesi de oldukca iyi:) ne guzel sey su pazartesi :D

Perşembe, Eylül 11, 2008


sıkıntı basınca, huzurum kaçınca, sinirim tepeme çıkınca, kalbim bozuluyor. -gel kendine, yoksa sıçarım ağzına- dercesine saçma sapan bir ritmle ve hızla çarpıyor. bir ağrı saplanıyor belime, sivri uçlu demir bir çubuk omurlarımı parçalayıp içeri giriyor, çıkıp çıkıp yeniden giriyor gibi geliyor. ve başım, elektrikli bir testereyle, onu kesip atmanın en mantıklı çözüm olduğunu düşündürecek kadar çok ağrıyor... ya öfkeme hakim olmayı öğreneceğim, ya işkence çekeceğim. (...) sanırım öfkeme hakim olmayı öğrenemeyeceğim ve kendime işkenceye devam edeceğim...

Çarşamba, Eylül 10, 2008

bir yaz daha geçer ömürden, bir yaz daha gönülden... vedalaşılır denizle, küsülür güneşle.
yaz terlikleri dolaba, anıları rafa kaldırılır. sonbahar merserize kazak misali alınır omuzlara; giden yaz, bilmez aşkımı, sonbaharı kıskanır.

Salı, Eylül 09, 2008

sonbahar gelir, hoş gelir, ley ley lümü lümü ley,
ayları yaşanmamış gelir, lüm lüm güzel gel bize...