Yeni yılda hediye alma bahanesiyle alışverişe çıktım, alışverişten zerre olsun hoşlanmadığım için işte ancak böyle bayramda seyranda sokağa dökülüyorum ve böyle zamanlarda da herhangi birine bir şey almaya sıra gelene kadar ister istemez kendi eksiklerime dadanıyorum. Pazar günü saat aldım kendime. Eskiden saatsiz sokağa çıkmazdım, sonra cep telefonları çıkıp her daim cebimizde durur olunca saatlerimin de pabuçları dama atıldı, ama saate bakmak için telefonu çıkarmaktan bıkmıştım. Ve sonunda kendime saat almayı başardım... Dün de yine hediye bakınırken 2 kazak, 1 gömlek, 2 de bluz aldım, hemencik de giyiverdim hatta bugün birini üzerime. İşte öyle...
havadan sudan, içten, hayattan, ondan, bundan,
şundan,
bunaldıkça, güldükçe, paylaşmak icin...
Cumartesi, Aralık 26, 2009
Tezimle ilgili yapmam gereken çok şey var, öneriyi verdim gitti, üstelik jürideyken de seçimlerdeymişimcesine atıp tuttum, işim iyice zorlaştı. Örneğin:
Jüri - Ortamı Türkçe'ye çevirmen daha iyi olur.
Ben - Tabi canım tabii yaparız, beni jüriden geçirin onu da yaparız.
Jüri - Bilmem ne değişkenlerini de göz önünde bulundurmalısın.
Jüri - Ortamı Türkçe'ye çevirmen daha iyi olur.
Ben - Tabi canım tabii yaparız, beni jüriden geçirin onu da yaparız.
Jüri - Bilmem ne değişkenlerini de göz önünde bulundurmalısın.
Ben - Ay olmaz mııı, tezim bir kabul edilsin, ben nasıl inceliycem o değişkenleri.
Haa tabii bir de danışmanım beni çok güzel sıkıştırıyor (gerçi sıkıştırmasa daha fena), örneğin geçen sene yaklaşık 2 ay süren bir çalışmanın benzerini 1 hafta içinde bitirmemi söyledi... O yüzden ben de şu an - Cumartesi, 18:40- bölümdeyim :(
Birikti yazılar birikti, ne zamandır aklımdakileri yazamıyorum. Şöyle hızlı hızlı ekliyeyim bir şeyler dedim. Konumuz film. Öncelikle "New Moon". Twilight'i kocacığımla DVD kiralayıp izlemiştik, filmci çocuğun tavsiyesi üstüne. O şekilde keşfetmiştik, onu beğendiğimiz için haliyle new moon'a sinemada gittik, bunu da beğendik, animasyon açısından biraz daha iyi olabilirdi, ayrıca bazı sahneleri döndüre döndüre çekmişler inanın midesi bulansın diye, onlar olmayabilirdi falan ama, konusu güzel. Oyuncularda da esas kız biraz uyuz bir tip ama edward da jacob da güzel, biri daha havalı diğeri daha çocuksu, ikisi de ısırmalık ;) Güya vampir filmi ama kan revanla işi yok, naçizane bir aşk hikayesi. Tavsiye edilir... Ha bu arada serinin 3.sünün kitabını aldık, sanırım filmine kitabını okuyup gideceğiz...
Gelelim bir başka filme: Avatar. Fragmanını izlediğimde o kadar da cazip gelmemişti, ama aslında alttan verdiği mesaj (ABD'nin Irak'a vs. girmesi, halkına yaptığı eziyet ...) önemli. Ayrıca da animasyonla gerçek insanlar bir araya gelince sırıtır ya, öyle bir şey yok, o mavi yaratıklar yani na'viler de insanlar kadar gerçek ve aynı ortamda görünüyor. İzlenmeli :)
Pazartesi, Aralık 21, 2009
10 günü sonunda bölümdeki tadilat bitti, temizlik de bugün yapıldı, ben de sonunda odanın düzenini değiştirmek suretiyle yerleştim, (yüzüm kapıya dönük, monitörümü gelen geçen göremiyor artık, bir de yazı masam pencerenin önünde, bir şeyler okursam, biraz da ağaç görebileceğim) ama şimdi de başka tip adamlar dolanıyor, perdecilermiş, perde yapılacakmış, odamız hiç direk güneş almıyor, perdeyi ne yapacağız anlamadım, bir de karartacak içeriyi daha beter...
Perşembe, Aralık 17, 2009
Her sabah evden, bugün trafikte sinirlenmeden işe gideceğim diye çıkıyorum, neredeyse hiç bir sabahsa sözümde duramıyorum. Ehliyetlerini nerelerden kimlerden aldıkları belirsiz, araba kullanmayı bilmeyen, beceriksiz, onun ötesinde gerizekalı bir ton adam var çünkü etrafta. Mesela fren mesafesini, kendileri için ayrılmış boşluk zannedip, utanmadan oraya yerleşiyorlar...
Salı, Aralık 15, 2009
Agatha Teyzenin 4 romanını daha okudum, günlüğüme not düşeyim ki, sonra hangisini okumam gerektiğini karıştırmayayım.
1) Ölüm diken üstünde
2) Ölümün tam zamanı
3) Fare kapanı
4) Koltuktaki ölü
Yazarın okuduğum kitap sayısı arttıkça, neleri sevip sevmediğimi daha iyi anlıyorum; mesela hikayelerden oluşmayacak, bölük pörçük oluyor (Ör: "Ölümün tam zamanı" ve "Fare kapanı"nı bu sebeple sevmedim), zaten hikaye işine oldum olası alışamadım. Bir de başrolde meşhur dedektif Hercul Poirot olacak. Gerçi "10 Küçük Zenci" gibi, Poirot'suz da harikalar yaratabiliyor...
Pazartesi, Aralık 14, 2009
Bölümde camlar değişiyor, önlerine de mermer yapılıyor. Perşembe günü toplandık, masaları çektik camların önünden, yapıştırdık köşeye, naylonlarla kapladık, Perşembe geçti, Cuma geçti, ha tabii, her tarafın camları vurulup kırıldığı için, ceryanı da göz önünde bulundurunca bölümün içi dışından daha soğuktu. Bugün Pazartesi ve bugün okula; masama, bilgisayarıma kavuşma, popomu alalade bir sandalye yerine kendi sandalyeme koyma ümitleriyle geldim, oysa camlarımız olmasına rağmen henüz mermerlerin yapılmamış olduğunu öğrendim. İşin kötüsü adamların ne zaman gelecekleri de belirsiz. Ben de hafiften kaldırdım naylonları, masamı itekleyip, kendime sığacak bir yer açtım, yarı naylonlu ve sırtım kapıya dönük olarak çalışmaktayım. Neyse çilesi bol oluyor, ama yine de memnunum bu yenilenmeden. Gerçi koca yaz çuvala mı girdi o da ayrı...
Çarşamba, Aralık 09, 2009
Fakültenin spor koordinatörüyüm ya, onunla uğraşıyorum yine. Yaptığım bir işin de yarım yırtık olmasına dayanabilsem aslında, böyle zor olmayacak hayat benim için. Kimse benden fazla bir şey beklemezken, bir kişi bile hesap sormazken, sistemi daha işler hale getirmek için uğraşıyorum. Afiş bastırmaya başladım önce, sonra yanıma bir yardımcı gerek dedim, onu aldım. Şimdiyse bir grup kurmaya çalışıyorum, her takımla ayrı ayrı ilgilenilmesi için. Ama bunlar beni çok yoruyor tabii. Neyse, ben de buyum işte...
Pazartesi, Aralık 07, 2009
Sanata Saygı etkinliğine katılacağım bu gece. O yüzden kendimce şık, içinden gömleğim görünen, içinde oldukça rahat ettiğim jile gibi bir elbise giydim sabahtan üstüme. Ama altına şık bir ayakkabı giymeyi başaramadım yine. Gözümde büyüdükçe büyüdü, dar kalıplı bir ayakkabı giyme fikri, çizmelerimi çıkarttım yukarılardan, ama ona da katlanamayağıma karar verdim ve sonunda siyah converselerimi ayağıma geçirdim. Bu arada da vicdan azabımı hafifletme çabası içinde kocacığıma seslenmeyi ihmal etmedim. "Spor ayakkabı giysem olmaz mııı?" Şöyle cevap verdi bana. "Senin problemin bu.", ne problemi olduğunu sordum; hayatla ilgili problemin dedi. Düşündüm çok haklı geldi. Elbise yerine bol kotumu giyip gitmiyorum geceye, hem topluma çok ters düşmeyeyim, hem organizasyon sahibi olan kardeşimi mahcup etmiyeyim diye. Ama sevgimin ve toplumun getirisine de benim rahatımı bozacağı noktada katlanamıyorum, spor ayakkabımı giyiveriyorum işte. haa içim rahat ediyor mu, eh birilerine danıştığıma göre az biraz da vicdan yapıyorum; ama sonuç değişmiyor; rahat bir elbise, fazla sırıtmayacak spor bir ayakkabıyla ortayı buluyorum. Kocamın dediği gibi problemim bu ve ben bunu hep yapıyorum :) Bayram gezmesinde, aile saadetinde, iş yerinde, arkadaş arasında, kısaca hayatımın her alanında...
Anlaşılan Mısır hatıralarımı paylaşacak zaman bulamayacağım uzun bir süre, o yüzden hiç değilse nerelere gittiğimi yazayım özetle: Ankara'dan Luxor'a uçtuk önce. Orada Nil'deki gemimize yerleştik, Karnak ve Luxor tapınaklarını, Krallar Vadisini, Hatşepsut Tapınağı ile Memnon dev heykellerini gezdik. Bu arada gemiyle Esna üzerinden Edfu'ya geçtik. Akşamında Galabia (Mısırlı kıyafetleri:)) partisi yaptık. Sonracığma Edfu (Şahin Tanrı Horus) ve Kom Ombo Tapınaklarını gezip Aswan'a geçtik. Bir ara faytonlarla gezdik, o Aswan'daydı galiba... Aswan Barajı, Phila Tapınağı'nı da gezip feluka isimli yelkenlilerle Nil'de gezinti yaptık. Ondan sonra gemideki pılımızı pırtımızı toplayıp gemiyi terk ettik, otobüse binip Abu Simbel'e geçtik orada 2. Ramses (ki meşhur olan bu ikincisi) ve karısı Nefertari'ye ait tapınakları gezip, Kahire'ye uçtuk. Conrad'a yerleştik, Kahire müzesini gezdik, papirüs dükkanına gidip papirüsün nasıl yapıldığını gördük, piramitleri ve Sfenks'i gezdik. Sonra İskenderiye'ye geçtik, Hilton'a yerleştik ve orada Kral Faruk'un sarayını, Kaitba Kalesi'ni ve limanı gördük, son olarak da Catacomb mezarlarını gezdik, bu kadar koşturmacanın 3 konaklama yeri değiştirmenin ardından "evim evim güzel evim" diyerek Ankara'ya uçtuk...
Çarşamba, Aralık 02, 2009
Mısır'daydım 1 haftalığına, Pazartesi döndüm. Yazmam gereken çok şey var, ama başımı kaşıyacak vaktim yok.
Döner dönmez tez önerisi için jüriye girdim, fena geçmedi, tabii "çok çalışmam lazım çok" diye çıktım jüriden.
Bloguma yazmayı özledim...
Ama saat 8, bölümdeyim ve bitirmem gereken işin ancak 3'te 1'ini falan yapmış olabilirim...
Döner dönmez tez önerisi için jüriye girdim, fena geçmedi, tabii "çok çalışmam lazım çok" diye çıktım jüriden.
Bloguma yazmayı özledim...
Ama saat 8, bölümdeyim ve bitirmem gereken işin ancak 3'te 1'ini falan yapmış olabilirim...
Pazar, Kasım 22, 2009
Yüksek lisans tezimden biliyorum, en baştaki teşekkür kısmı tabii ki en son yazılır, tezin son dönemlerinde yoğunlaşan acı, yorgunluk ve kurtulmanın getirdiği sevinç ile hayatının anlamını kaybedeceğine yönelik garip bir kaygıyla. Acaip bir duygu yoğunluğu içinde yazmıştım teşekkürümü, hala okusam tekrar tekrar, sıkılmam her nasılsa. Herkesi kendimden bildiğimden de tüm teşekkürleri aynı heyecanla okurum...
Bir günde 3 tane tezin teşekkür kısmını okudum. Gonca'nın, Gökhan'ın ve Ümmühan'ın, hepsinde adım var, teşekkür etmişler bana... Çok duygulandım, hatta düşündüm teşekkür ettikleri tam olarak ne diye, mesela geceleri bölümde çalışırken çok meyve soyup götürdüm, besledim Gökhan'ı, ondan mı acaba?
Hele Gonca'nın gidişi de yaklaştı ya, onunkinde bir ayrı duygulandım. Tuhaftır ki sadece kendi adım geçen paragraf değil tamamı etkiledi beni, Vildan'a, Turgay'a, Gökhan'a yazdıkları da. Biz ne güzel bir takımız diye düşündüm, yakında "ne güzel bir takımdık" diyeceğimden korktum...
Cumartesi, Kasım 21, 2009
"Tez önerisi vermem lazım", ancak teslim tarihi tahmin ettiğimizden neredeyse 1 ay öne gelince "bir tez önerivermem lazım" durumuna geçtim. Çarşamba'dan beri bol bol uykusuz kalarak, gayet dengesizce beslenerek, dünyanın abur cuburunu tüketerek, sinir stres içinde her tarafım kasılmış vaziyette, ayrıca klavye ve fare kullanımı yüzünden acı çekerek, tez önerisi yazma çabası içindeyim. Neyse ki durmaksızın çalışmam ancak Pazar'a kadar sürecek, Pazar gecesi teslim. Ne kadar olursa artık... Not: Şu an Cuma gecesi saat 04.00
Perşembe, Kasım 19, 2009
Salı, Kasım 17, 2009
"Premenstruel sendrom (PMS) kadınlarda adet öncesi dönemde başlayan ruhsal ya da fiziksel birtakım belirtiler topluluğunu ifade eden bir terimdir. Bu belirtiler genellikle adetin başlamasına bir hafta kala ortaya çıkar ve adet görülmesiyle birlikte birkaç günde kaybolurlar. PMS, iş kaybına, sosyal ilişkilerde sorunlara, kişide depresyona yol açacak kadar şiddetli olabilir. PMS'nin ruhsal belirtileri depresyon, yorgunluk hissi, aşırı uyuma, çevreye ilginin azalması, duygu durumunda dalgalanmalar, sinirlilik, gerginlik, asabileşme şeklinde olabilir. Başağrısı, bulantı-kusma, kabızlık, ishal, iştah artışı, sivilce ortaya çıkması diğer sık gözlenen belirtilerdir." (http://www.jinekoloji.net/dosyalar/pms.html)
Diyorum ki bu dönemdeki kadınlara iş yerinden izin verilmeli. 1 hafta verilse yeter. 4'ünü adet öncesine, 3'ünü de adet esnasına kullanırız. 2'si haftasonu zaten, 5 gün izin yeter. Bu durumda olmak kadar, bu hastalarla aynı ortamda durmak da sakıncalıdır, bence yalnız kadınlar değil erkekler de bu fikri desteklemelidir. Onlar yeterki işe gelmesin biz onların 5 günlük işlerine de bakarız desinler :)
Pazartesi, Kasım 16, 2009
Cuma, Kasım 13, 2009
Düz patlıcan yemeğini sevmiyor diye, karnıyarık yaptım geçen akşam kocama. Ev hanımlığı için küçük, ancak benim için büyük bir adımdı; öyle ki birine karnıyarık yapmanın ona gerçekten aşık olmanın bir göstergesi olduğunu bile düşündüm. Ha pek tabii beyim daha kapıdan girer girmez, ona "ilk ve son!" karnıyarığını yaptığımı söyledim o ayrı.
Salı, Kasım 10, 2009
Pazartesi, Kasım 09, 2009
Tezimle ilgili bir salınma halindeyim, aslında bir şey yapmıyor değilim, ama bir türlü netleşemeyen durum, bir çok konu hakkında genel bilgi sahibi olmamı sağlamakla birlikte, tezimin literatürüne katkı sağlamıyor. Sanki boş durmuyor, yürüyorum da; doğru yolda mı yürüyorum, daha kestirmesi vardı da ben uzatıyor muyum, bir yere varacak mıyım hiç bilmiyorum...
Cuma, Kasım 06, 2009
Pakize Suda, şöyle demiş zamanın birinde;
Evlilik;
Eve istediğiniz saatte döndüğünüz günleri özlemle anmanız demektir.
Seksin de memuriyetinin olabileceğini görmeniz demektir.
Kararlarınızı onaylatacağınız bir merci oluşturmanız demektir.
Akrabalarınızın ikiye katlanması demektir.
Talimat denen şeyin sadece amirden alınmayacağını öğrenmek demektir.
Hayallerinizin, ideallerinizin, plan ve programlarınızın yatağınız gibi çift kişilik olması demektir.
Teslim olmak suretiyle esir olmak demektir.
İki ayrı dünyadan bir ucube dünya yaratmak demektir.
...
Evlilik;
Eve istediğiniz saatte döndüğünüz günleri özlemle anmanız demektir.
Seksin de memuriyetinin olabileceğini görmeniz demektir.
Kararlarınızı onaylatacağınız bir merci oluşturmanız demektir.
Akrabalarınızın ikiye katlanması demektir.
Talimat denen şeyin sadece amirden alınmayacağını öğrenmek demektir.
Hayallerinizin, ideallerinizin, plan ve programlarınızın yatağınız gibi çift kişilik olması demektir.
Teslim olmak suretiyle esir olmak demektir.
İki ayrı dünyadan bir ucube dünya yaratmak demektir.
...
Cuma, Ekim 30, 2009
Pazartesi, Ekim 26, 2009
Kim demiş bilmiyorum, orada burada gezinirken buldum...
"When I was 5 years old, my mom always told me that happiness was the key to life. When I went to school, they asked me what I wanted to be when I grew up. I wrote down "happy". They told me I didn’t understand the assignment and I told them they didn’t understand life."
Cuma, Ekim 23, 2009
Çarşamba, Ekim 21, 2009
Haa bir de unutmadan Agatha Christie'ye sarmış durumdayım, onu da söyliyeyim. Okuduğum kitapları vardı, ama hepsini okumamıştım, (niye okumadıysam, hem polisiye roman sevip hem de bu hanımın kitaplarını bunca zaman okumamış olmak aptallık, neyse) kayınpederimde tüm romanları varmış, bu koleksiyonu keşfettim ve 3 tanesini yalayıp yuttum bile. "10 Küçük Zenci", "Doğu Ekspresinde Cinayet" ve "Filler de Hatırlar", geriye 40 tane falan kaldı :) Neyse bunlar beni bir süre idare eder. Bir de ince ince kitaplar ya, sürükleyici de, çekirdek gibi gidiyor :D Yaşasın Agathaaa!!!
Salı, Ekim 20, 2009
Madem kitap konusunu açtık, birkaç kitaptan daha bahsedeyim. "Sinestezya"yı okudum. Kitabın kapağı muhteşem, insanı çarpıyor zaten. Akıl hastalıklarıyla ilgili, akıcı ya da iddialı bir hikaye yok ortada. Ama karakterlerinin alzheimer, sinestezya gibi rahatsızlıkları var, kitap da onların günlüklerinden, neler yaşadıklarını, düşündüklerini anlamanıza yarıyor. Bu arada bence sinestezi inanılmaz bir hastalık, bunu bir hastalıktan ziyade yetenek olarak tanımlayanlara hak bile verebilirim...
Pan'ın Labirenti'ni izledim dün, oldukça beğendim. Sinemada oynarken gitmek istemiştim, olmamıştı bir türlü, televizyonda rastladım dün. Fantastik bir film, güzel bir hikaye...
Ondan önceki günse UP'a gittim, sinemaya, aylardır beklediğim animasyondu, ona da gidin, sempatik bir animasyon işte. Gerçi ben Pan'ın Labirenti'nde ağlamayı, Up'ta ise oldukça hüzünlenmeyi başardım.
Cuma, Ekim 16, 2009
Perşembe, Ekim 15, 2009
Kaza yapıyordum sabah, dönülmez yerden dönen bir servisçinin yüzünden. Ve adam o kadar terbiyesizdi ki, utanmadan ışıkta yanıma geldi camımı açtırdı ve bana laf yetiştirdi, sonunda adama dedim ki "oradan dönemezsiniz", o da cevap verdi "istediğim yerden dönerim sana mı soracam". Bu mantık çerçevesinde verilmiş cevabın üzerine diyologu daha fazla sürdürmemeye karar verdim. Ve "keşke çarpsaydım da kim haklı görseydik." demek suretiyle ortamı terk ettim. Adam 8'de 8 suçlu çıkacaktı çünkü... Ha tabii tüm bu konuşmalar sinir içinde geçti, şu an sinirim mideme ve belime vurdu, aynı zamanda bütün boyun kaslarım gerilmiş durumda. Her sabah sinirlerim yıpranmış olarak geliyorum işe, millet yollara dökülmeden yola çıkmayı planlıyorum, gerekirse uykumdan feragat edeceğim ama kafaya koydum yapacağım bunu...
Çarşamba, Ekim 14, 2009
Bugün, şu dakika kati kararımı vermiş bulunmaktayım: ben sanatla uğraşmalıyım! İçimde beni dürten ama 20 yıldır geçiştirdiğim, ufak tefek işlerle oyaladığım hissi daha fazla bastırmamalıyım, hayattan aldığım keyfi bu kadar artırabilecek başka bir şey yokken, neden inat ediyorum, niçin direniyorum. Yok aslında mesele direnmek değil, direnmiyorum; ben sadece harekete geçmiyorum, hep bir geçiştirme içindeyim. Matematik okuyup, el sanatları kulübüne üye oluyorum, bilgisayarda master yaparken biraz kursa gidiyorum, arada desen dersine katılıyorum, doktoradayken seramik atölyesine gidip bir şeyler yapıyorum vs. vs. Yok ama bunlar yetmiyor. Ben bunu okumalıyım, yapmalıyım, hatta paramı bundan kazanmalıyım. Yok yok bu böyle gitmez, sıkıştığım köşeden kaçıp kurtulmalıyım...
Salı, Ekim 13, 2009
Pazar günü Ahlatlıbel'e gittik, tüm ekibi toplayıp. Minderler, kilimler götürdük, çekirdekler ve cipsler de. Termoslara da çay doldurduk. Keyifle yayıldık çimlerde, Ekim'in ortasında yazdan kalma bir günde. Topumuz, frizbimiz de vardı. Sucuk ekmek yedik, buz gibi Efes içtik, bol sohbetle tüm günü geçirdik...
Pazartesi, Ekim 12, 2009
Cumartesi tiyatroya gittik, Deliler Boşandı, Aziz Nesin'in bir eseri. Aziz Nesin şahane adam zaten, oyunu da bir güzel günümüze uyarlamışlar ki... Hoşuma gitti, bir kaç kişi hariç oyunculuk iyiydi, dekor da falan da göze batan bir şey yoktu, ama müzikal kısmında söylemek yerine banttan yayınlıyorlar, o işi pek sevmedim, hatta bazı sözleri bu yüzden anlayamadım. Yine de tavsiye ederim. Ekin Tiyatrosu'nda.
Perşembe, Ekim 08, 2009
Uyuzum çok, sonbahar depresyonuna mı girdim naptım... Yanlış yerde miyim, yanlış işler, yanlış kişilerle mi uğraşıyorum? İşimi hiç mi sevmiyorum? Bir yazda mı yaşlandım, birden mi çöktüm? Sinirlenme hakkımı elimden mi aldı evlilik, gönlümce asabi olmazsam -hiç- mi oluyorum? Ana gibi yar olmaz da, ben onu mu istiyorum? Boğazımdaki düğüm gripal bir enfeksiyonun mu sonucu, yoksa psikolojim mi bozuldu? Köşeye mi sıkıştım, odalar mı daraldı? Kalbim büyüdü, göğüs kafesime mi sıkıştı? Gidesim var da, kalkasım mı yok? Kaçasım var da gidecek yerim mi yok? Yapasım var da, bahanem mi çok?
Salı, Ekim 06, 2009
Bir duyuru yapmak için bölümden kalkıp tee amfiye kadar gitmem gerekiyordu, acaba amfideki derse gidecek çocuklardan hiç birine rastlar mıyım, benim duyuruyu ona yaptırsam falan diye hayaller kuruyordum. Bu arada orada ders verecek hocayı da tanımıyorum ve hatta adını dahi bilmiyordum. Ama ne olsa beğenirsiniz, hoca sabah bölümü aramış, dersin amfideki hangi sınıfta olduğunu sormuş, sekreterimiz o sırada yokmuş, o da cep telefonu numarasını bırakmış, hizmetlimiz de bunu bana söyledi, böylece hocaya sınıfı bildirmek için arama işini üstüme aldım, o arada da istediğim duyuruyu yaptırdım :) Şansım mı yaver gitti, omzumdaki melek bir üfürdü dileğimi mi yerime getirdi bilmiyorum, ama sabah sabah neşelendiğim garanti...
Cuma, Ekim 02, 2009
Perşembe, Ekim 01, 2009
Berk gidiyor. Bildiğin gidiyor... Dünyanın öbür ucuna, bilinmeyen bir zamana kadar gidiyor. Ve ben bunu ancak, dün gecenin bir vakti ona sarıldığımda hissediyorum, bunca konuşmaya, hazırlığa rağmen o zamana kadar inanmıyorum da sanki, son anda dank ediyor. Bir şey düğümleniveriyor boğazımda, daha uzun sarılmak istiyorum, sıkıca göğsüme bastırmak ve gitme sevdasından vazgeçene kadar bırakmamak... Ne de olsa şimdiden ne çok özleyeceğimi tahmin edebiliyorum. Ama yeniden bir "daha mutlu olacaksa napalım" deyip, kenara çekiliyorum. Bunun bir "elveda" değil, yalnız veda olmasını umuyorum...
Çarşamba, Eylül 30, 2009
Pazartesi, Eylül 28, 2009
Perşembe, Eylül 24, 2009
Bodrum'daydım, güzel bir tatil geçirdim, kayınvalidem ve kayınpederimle ilk tatilimdi bu haliyle, beni seviyor olabilirler sanırım, e ben de onları seviyorum. Daha ne olsun... Biraz yüzme fırsatı buldum, terasta mangal keyfi yaptım, balıkçıya gittim, Körfez'e uğradım, kocamla gece yarısı bom boş bir kumsalda, iskele üzerinde öpüşüp koklaştım. Bir de artık yeni bir elbiseye, evim için güzel bir anahtarlığa ve kardeşim için aldığım, ama çok beğendiğim için vermekten vazgeçmek üzere olduğum kiraz küpelere sahibim :)
Perşembe, Eylül 17, 2009
Çarşamba, Eylül 16, 2009
ooof! çok pis adam dövesim var bugünlerde. şöyle harbi haksız birini bulsam, pisliğin teki olsa, dayak yemek için onlarca sebep yaratsa ve benim de onu dövmeye gücüm yetse, ha birde bu dayak seansı başıma hiç bir iş açmayacak olsa. şöyle bir temiz sopalasam. attığım yumruklardan ellerim acısa, kan ter içinde kalana kadar boğuşsam, yere yapıştırana kadar yumruklasam, sonra bir güzel diz atsam, kapaklanıverse yere, sonra durmaksızın ve tüm kuvvetimle tekmelesem. onu orada öylece, yarı baygın bıraksam, taş, sopa ya da kesici bir alet almaya gittim zannedip götü uçuklasa, ama yine de yerden kalkacak hali olmasa. ben arabama atlayıp çekip gitsem, elimin kanını arabadaki ıslak mendille biraz temizlesem, üstümün başımın kan içinde olduğunu fark etsem, eve gitsem, zaten eskimiş olan tişörtümü çöpe atsam, kotumu da çamaşır makinasına ve sonra duşa girsem, ılık bir duşa... çıkınca, kendime yiyecek bir şeyler hazırlayıp, tv'nin karşısına geçsem...
Salı, Eylül 15, 2009
Gonca, Turgay ve Vildan'ın oluşturduğu ve benim de kendimin odası varsaydığım, tüm "bas git!" tehditlerine, beni kaçırmak için üzerime atılan silgilere rağmen çıkmak bilmediğim oda bugün bomboş. Hatta haftanın geri kalanında da boş olacak, 3'ü birden ülkenin farklı yerlerine dağıldılar. Hiç biri olmadan tüm hafta nasıl geçecek bilmiyorum... Kiminle yemek yiyeceğim, kiminle çay, kahve içeceğim, gidip kime sataşacak, bunalınca kime dertleneceğim, sıkışınca başım, kimden yardım isteyeceğim :(
Pazartesi, Eylül 14, 2009
Cumartesi günü öğleden sonra, azıcık TV karşısına geçeyim dedim, cnbc-e'yi açıverdim, bir dizi çıktı karşıma...
‘In the land of myth, on the time of magic, the destiny of a great kingdom rests on shoulder of a young boy. His name.. Merlin..’
İzledim, fantastik bir şey, zaten bilindik de bir hikaye ama hoşuma gitti, devamlı izlediğim hiç bir dizi yok aslında, olması da tercih ettiğim bir şey değil zaten, ama bunu izlesem hoşuma gidecek gibi...
"Monday is an awful way to spend 1/7th of your life"
Sanırım Pazar gününü sevmememe sebep olan da bu aptal Pazartesi'ler... Dolayısıyla oran 1/7 değil 2/7 oluyor... Genel olarak iyimser bir insan olduğumdan gün gelecek ve ben Pazar'ı seveceğim dedim durdum yıllardır kendime. Ama olmuyor işte. Okul bitse, Pazartesi'ye tüm haftasonunun ödevlerini yetiştirmeye çalışmasan seversin demiştim; okul bitti, yine de sevemedim. İş hayatına geçsem severim dedim, geçtim sevemedim. Yok yok Pazar aile günü ben sevgilimle zor görüşüyorum, evlensem severim dedim, yine sevemedim. Umudum kalmadı...
Cuma, Eylül 11, 2009
Perşembe, Eylül 10, 2009
evlendim evleneli parmaklarımdaki kesikler hiç geçmiyor. her gün yenileri ekleniyor. bir de ellerim soğan kokuyor... dün turgay bu yaşantımı ömrümün sonuna kadar sürdüreceğimi mi, yoksa bunun geçici bir heves mi oldugunu sordu. kendi sorup unuttu, ama soru bana harbi dokundu, cevap veremedim ve hatta cevabı ben de merak ettim. evciligin kiz cocuklarinin en sevdigi oyun oldugunu biliyorum, cok oynadim, ama benim robotlarim, arabalarim, bilyelerim de vardi, oynamaktan zevk aldigim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)