Perşembe, Nisan 20, 2006

bir ekim hikayesi

Tamamlanmamis bi yazimı buldum ve neden bunu da yayinlamayayim dedim:)

Bir Ekim gecesiydi; yeni başlayan sıradan bir sonbahar ayının, sıradan bir gecesi ta ki o gecede karşılaşan iki kişinin tuhaf tanışmasına kadar… Biri erkek, diğeri kadın; konuşmalarının “naber, nasılsın?”la sınırlı kalması gereken, başka şehirlerin, başka hallerdeki, bambaşka kişileri...

Güzün büyülü havası mıydı çarpan, o tanıdık hal tavır mıydı çekici gelen, samimiyet miydi o sıcaklığı doğuran bilinmez; ama olmayacak olamayacak bir şeyler oluyordu. Tek gerçek vardı, sanki hepsi rüyaydı. Işık hızıyla gerçekleşen, önüne geçilemeyen, dudaklara gülümseme özgürlüğünü verip, dişleri aradan görünmeye iten bir takım şeyler. Bastırdıkça fışkırıyordu dipteki her şey sanki. Hiçbir şey karanlıkta kalmak istemiyor, her şey güne kavuşmak, gerçeğe dönüşmek istiyordu...

Bir Ekim sabahıydı, beraber edilen dostça bir kahvaltı, ta ki erkeğin kızın kulağına fısıldadığı “seninle çok tuhaf bir arkadaşlığımız var” cümlesine kadar. Sonrasında kaynaşan ılık nefesler, birleşen dudaklar…

Dostluk çizgisi geçilmiş, yasak meyve yenmişti. Paylaşılan suç ekstra yakınlık sağlamıştı sanki. Susmaz olmuştu telefonlar ve telefona giden ellere söz geçirse bile beyin, düşünceleri durduramıyordu. Bir minik kuş girmişti yüreğe, çıkmıyordu. Kanatlarını çırptıkça çırpıyor, çarpıntı yapıyordu...

Hiç yorum yok: