Cuma, Haziran 30, 2006

kedi olsam o evde

Bazen bir kedi olmak istiyorum, sevdiğimin evinde. Sabah onu uyandırmak, yanına sokulup zorla kendimi sevdirmek, o işe gittiğinde tüm gün yayılmak koltuklarda... Güneş gelince, pencerenin kenarına zıplamak, yoldan geçenleri izlemek. Her geçenin yüzüne, hareketlerine uzun uzun bakıp, nasıl bir hayat sürdüğünü düşünmek... Sıkıldıkça tırnaklarımı koltukların ayaklarında bilemek, sinekleri kovalarken perdelere tırmanmak, o pıtır pıtır olan perdeler için sevgili sahibimden azar işiteceğimi bilmek, ama affedeceğini düşünerek pek de kaale almamak, o etrafta yokken yine ve yine tepelere çıkmak. Minik topumla kendi kendime oynamak, zıp zıp zıplamak, yorulup tekrar koltuklara yayılmak... Akşama doğru onun yolunu gözlemek, geldiğinde bacakları arasında dolanmak, ölesiye kendimi sevdirmek ve sonra yemeğimi vermesini beklemek... Yemeğimi her zamanki gibi ondan önce bitirmek... Anlamadığımı zannederek bana yaptığı konuşmaları dinlemek. Her şeyi niye bu kadar zorlaştırdığına, niye bu kadar karmaşık düşündüğüne anlam verememek... Onun fıstık ve birasıyla televizyonun önüne yerleşmesini beklemek, ardından kucağındaki yerimi almak. Sağ eli fıstık ve birayla ilgilenirken, sol elinin üzerimde gezinmesi... Dalıp da beni sevmeyi unuttuğu vakit parmaklarının altında kıpırdanmak... Sonra beraber yatağa gitmek. Koynunda sabaha kadar mırıl mırıl uyumak...

Perşembe, Haziran 29, 2006

hafifletmek için yürekleri

hafifletmek için yürekleri;
bi şeyler yazmalı, çıktıkça parmaklardan kelimeler, sıkıntılar kağıda geçmeli...
dans etmeli deliler gibi, umursamadan kimseyi...
sesin kısılana kadar şarkı söylemeli, bağıra çağıra...
hayal kurmalı, derindekiler kalbe, kalptekiler akla üşüşmeli, bir gülümseme yayılmalı dudaklara...
dostlara koşmalı, söz söylemeye gerek kalmadan, sıcak sohbetler, anlayışlı bakışlar bulmalı...
sevdigini görmeli, unutup herşeyi kocaman sarılmalı, kollarında uyumalı...

Çarşamba, Haziran 28, 2006

aşk & aseton

Sendin süren o ojeyi tırnaklarına, o özenle baktığın, kırılmasın diye yoğun çaba harcadığın tırnaklarına. Ne de olsa o ojeyi süren ya da sürülmesine izin veren olamaz senden başka... Sevdiremez ya kimse kendini sana zorla, tıpkı onun gibi işte. Sen seversin, onu kalbine sen koyarsın, tıpkı oje gibi tüm kalbine sürersin. Şimdi kenarları çıkmış, uçları kalkmış, çıkarmanın vakti gelmiş diyorsun o ojeyi yani gönlünden çıkarmanın vakti gelmiş olmalı sevdiğini. Peki ya asetonun yoksa çıkarabilir misin? Mümkün mü dersin? Elbet kazıyabilirsin tırnaklarından, ama sorun da bu ya o zaman tırnaklarını zedelersin. Çıkmış olsa da oje ellerinden, izi kalır bu sefer... Anlayacağın işin kötüsü ojeyi, iz bırakmadan, ancak aseton çıkarır. Ve iş kalpteki aşkı çıkarmaya gelince anlarsın ki, o ojenin asetonu bir tek oje sahibinde bulunur. İstediğin kadar uğraş, karşındaki gelip silmeden ya da sana asetonu vermeden, silemezsin onu kalbinden. Belki üzerine başka ojeler sürerek kapatırsın kalkmış kısımları ya da değiştirirsin tonunu, ama gitmez hiç bir yere, en altta durur öylece, iki de bir görünür aşağılardan bir yerlerden, hem görmesen bile bilirsin zaten. Bitmez sevgin, ölmez aşkın, eğer bir şeyler yarım kalmışsa... Sen henüz yaşarken onu, paylaşırken herşeyi onunla, bırakmışsa o, cümlen tamamlanmamış, sözlerin eksik, dudakların aralık... Arkasını dönüp çıkıp gitmişse, “bitti” demişse sen “sonsuz” sanarken, ya da “hiç olmadı”, sen uğruna ölebilecekken. Bu durumda en iyi ihtimalle nefrete dönüşür aşkın, oysa nefret aşkın zıddı değildir. Hiç bir şey hissetmemektir, aşkın tersi. Çünkü nefret en az aşk kadar yoğun, bir o kadar da aşka yakın bir duygudur. Sadece ince bir çizgi vardır aralarında. Nefretin bir adım gerisi aşk, aşkın bir adım ötesi nefrettir. Belki de tek bir kelimeyle bu sınır geçilebilir. Nefretinin geçmesi ya da aşkının sönmesi için, "O"nun geri gelmesi gerekir, onun da senin çektiğin kadar acıyı çekmesi, günlerce ağlaması, seni özlemesi ve tüm bunları dile getirmesi. İşte budur asetonu senin ojenin. Başka türlü çıkmaz... Başka türlü iyileşmez kanayan yaran, belki kabuk tutar ama iyileşmez. Onun tek bir hareketi koparıverir yaranın kabuğunu, tek bir bakışı, tek bir sözü... Onu görmek acı verir her seferinde, durmaksızın onu düşünürsün, geleceği, kıymetini anlayacağı günü beklersin. Gelmeyeceğinden emin bile olsan fark etmez, kendine itiraf edemesen bile umudun hiç tükenmez. Küllenir elbet bir gün kor gibi yüreğin... Ne de olsa zaman çaresi herşeyin. Ama hiç bir şey asetona benzemez, asetonsuz aşkların izi yüreklerden hiç ama hiç silinmez...

Çarşamba, Haziran 21, 2006

aşk & okey taslari

belki de tum ogrenim hayatimda gordugum ingilizce kitaplarindan en cok aklima yer eden kısım şu: birbirini kovalayan insan resimleri ve altindaki yazi: mary loves john, john loves susan, susan loves george, george loves ann, ann loves joe, joe loves kate...

neden karsiliksiz asklar olur insanlarin hayatinda, neden john'a butun kizlar hastayken, susan cekici bulmaz onu? ya da neden john susan'a delirir sırf? bunlari dusunurken sunu fark ettim. insanlar okey taşlarına, gonul meseleleri de bu okey oyununa benziyor... bir el diziliyor, gelişiyor gelişiyor, zamanla içindeki taşlar da, beklenen taşlar da değişiyor. sen kırmızı 4'lüyü beklerken dört gözle, karşı taraftaki adam umarsızca atıyor yere onu ve öteki tenezzül edip almıyor bile, yerden yeni bir taş çekiyor. gözlerin, eline gelseydi çok mutlu olacağını bildiğin o 4'lüde, yapabileceğin bir sey yok, üzgünsün sadece. Taşlar karılıp, yeni oyun başladığındaysa belki de yere ilk attığın taş oluyor senin de o kırmızı 4'lü. unuttun gitti ona olan aşkını. veyahut aynı el içinde öyle bir durum oldu ki bozdun 4'lü serisini, attın gitti diğer 4'lüleri, artık faydası var mı yerden o kırmızı 4'lünün gelmesinin. neden Susan istemiyor John'u dersen, işte tam da bu yüzden. çünkü Susan'ın eline yeşil 8 lazım. Susan ise John'un tam ara taşı, şöyle 5'lisinin ortasına girecek, belki de onu bulsa işte "the one" bu diyip bitecek, kazanacak oyunu. ama umutsuzluğa kapılmamak lazım, elbet oluyor tabii John & Susan'in birbirlerini sevdigi, en iyi çift seçildiği, şangur şungur diye diğer çiftleri devirip, ele güne kendini gösterdiği. oluyor kazanılan oyunlar, oluyor evlenip ömür boyu mutlu yaşayanlar...

Salı, Haziran 20, 2006

kiraz bahçesinde...

dün uzaklastim sehrin gurultusunden. dallarindan kiraz toplayabilecegim agaclarin oldugu bahcelere gittim. güllerle bezeli kapıdan geçtim. köpekle oynadim bahcedeki. o bebekligini bildigim, patileri corap giymis gibi beyaz, aslen tarçın rengi koca köpekle. cikarttim sandaletlerimi, koydum kenara, yalın ayak koştum, nefes nefese kalana kadar. kardesim atladi sırtıma, biraz da öyle koştum. derken güreşe tutuştum kardeş ve köpekle. sonra babamla, tutunamadım yine onun karşısında, amcamın verdiği tüm ipuçlarına rağmen, devrildim yere. sonra duvarlara, demirlere tırmandim, kiraz topladim. ardından pazar gazetelerini kesfettim, toplayip hepsini kolumun altina, yayildim şezlonga. babama da verdim biraz, kıyamadım yine ona. bir elim kiraz tabaginda, diğeri gazeteyi tutmakta, kayısı agacının gölgesinde geçti zaman uyuklamakla... anneler çalışıyordu her zamanki gibi, mutfaktan bahçeye, bahçeden mutfağa... ne zor anne olmak, hep çocuk kalmalı ya da baba olmalıyım veya çok çalışıp eve bi anne kiralamalıyım...

...derken mangal yandı, gelsin etler, gitsin tavuklar, ekmek arasına sucuklar. "fasulyeyi uzatır mısın? tuz nerde?" sofrada rakı, fonda Zeki Müren plağı. ve benim keyfim yerinde. çocuk kalmalısın diyor bir yanım. sofra kurulurken köpekle oynamalı, ağaç tepelerinde kiraz toplamalısın. annen seslenmeli, "hadi in aşağı, yemeğe gel" diye. büyükler saatlerce oyalanırken sofrada, anlam veremeyip onlara, iki lokma atıp ağzına kalkmalısın oyuna. oysa rakı-mangal-zeki müren-sohbet halinden memnunum. yaşlanmış olmalıyım. bi masada saatlerimi oturarak geçirebildiğime, duydukça "hiçbir şeyde gözüm yok, sen yanımda ol yeter" diyen hafif cızırtılı çıkan o sesi duygulandigima, ailemle aynı sofrada oturabilecegim zamanın gittikce daraldıgını dusunup ağlamaklı olduguma gore...


Cumartesi, Haziran 17, 2006

favorite gifts

pekala bugun yazi sepetimizde hediyeler var; arkadaslarimin aldigi en cok sevdigim ve kullandigim hediyeler...
taylan'in hediyesi tepe tepe kullandigim mavi bel cantam
asli'nin hediyesi gri askili bluz (herseye uyuyo valla, hem spor hem sik, ister kumas pantalonla giy, ister kotun uzerine gecir)
suleyman'in hediyesi kirmizi bluz (onu giyince herkes bana bayiliyo, ne gusel olmussun dio:) (ben zaten suleyman kadar zevkli bi erkek gormedim, alisverisi de bi kadar seviyo saolsun)
cemil'in hediyesi inekli kumbaram (cok sevimliii, is yerinde, masamda duruyo, bi ara 50 milyon etmisti icinde biriken para)
altin kizlarin (gozde-dalsu-zeynep) hediyesi super melekli fincanim (cok uzulerek bu fincanimin gecenlerde kirildigini acikliyorum, maalsef teknokent'e gecer gecmez telef olmus burdaki mutfakta)
caner'in hediyesi mavi anahtarlik (ev anahtarlarimi tasima serefine erisen bu anahtarlik aslen canerin olup, benim cok begenmem uzerine bana verilmistir)
nergis'in hediyesi bardak altlıgi ( bundan nergis'te de var, is yerinde duruyo, tabi eskiden karsilikli oturuyoduk, uyum icinde koyuyoduk fincanlarimizi bardak altligimizin uzerine. ühhü, simdi o bi kat asagida, onsuzluk zor...)
pelin'in hediyesi siyahlı küpeler (yillar evveldi, orta son bile olabilir, pelin'le karum'da geziyorduk, bu kupeleri begenmistim, o da hemen almisti bana)
...
simdilik aklima gelenler bunlar, geldikce yazarim...

Cuma, Haziran 16, 2006

hersey ne kadar basit...

If you have ever wondered.. All I Ever Really Needed to Know I Learned in Kindergarten
Robert Fulgham
Most of what I really need to know about how to live, and what to do, and how to be, I learned in Kindergarten. Wisdom was not at the top of the graduate school mountain, but there in the sandbox at nursery school.
These are the things I learned...
Share everything. Play fair. Don't hit people. Put things back where you found them. Clean up your own mess. Don't take things that aren't yours. Say sorry when you hurt somebody. Wash your hands before you eat. Flush. Warm cookies and cold milk are good for you. Live a balanced life. Learn some and think some and draw and paint and sing and dance and play and work every day some.
Take a nap every afternoon. When you go out into the world, watch for traffic, hold hands, and stick together. Be aware of wonder. Remember the little seed in the plastic cup? The roots go down and the plant goes up and nobody really knows how or why, but we are all like that.
Goldfish and hamsters and white mice and even the little seed in the plastic cup - they all die. So do we.
And then remember the book about Dick and Jane and the first word you learned, the biggest word of all: LOOK. Everything you need to know is in there somewhere. The Golden Rule and love and basic sanitation. Ecology and politics and sane living.
Think of what a better world it would be if we all - the whole world had cookies and milk about 3 o'clock every afternoon and then lay down with our blankets for a nap. Or if we had a basic policy in our nation and other nations to always put things back where we found them and cleaned up our own messes. And it is still true, no matter how old you are, when you go out into the world, it is best to hold hands and stick together.

ben neymisim: lion king

Sevgili okuyucu, bugun bu kosede beni tanimayanlarin tanimasi, yakinlarimin cozmesi, cozenlerin parmaginda oynatmasi icin ipuclarina yer verecegim... bendeniz aslan burcuyum. ve tipik aslan ozelliklerini sergilemekteyim. simdi bir burc yorumu uzerinden giderek, gerekli yerlerde araya girerek ben'i ogrenecegiz. nasi biseymis, nerde ne istermis, ne yaptin mi yumusar, ne yaptin mi kizarmis gorecegiz...

Aslan, kişiliğinde canlılığı, yaşam gücünü, ihtirası, yiğitliği ve asaleti temsil eder. Yürüyüşü, canlı hareketleri, sıcaklığı, sağlam ve sakin görünüşü ile tanınır. Asla kendisinden şüpheye düşürmeyecek güçlü bir yapıya sahiptir ve son derece sıcak kalplidir. Doğallığı, neredeyse çocuksu cazibesi ve gözlerinde parıldayan yaşam sevinci, birçoklarında reddedilemez etki bırakan bir çekim gücüne dönüşür. Böyle seçkin yeteneklere sahip bir başka burç yoktur. (bunu her burca diyolar di mi:) neyse yine de guzel laf) Asalet, cesaret, doğru sözlülük, azim, sevme yeteneği, büyüklük, iyilik, gerçekten krallara göre bir kişilikte birleşebilir. (kralice diyelim biz) Bunun yanında, kibir, gurur, hakimiyet hırsı, küstahlık, kendini beğenmişliği de vardır ve eğer bu kötü huyları artarsa, çekilmez, bencil bir krala dönüşebilir. (kabul, ama henuz o kadar da cekilmez degilim di mi? tamam belki pelin ya da nilay evet diyebilir ama siz bakmayin onlara, sizlere onlar kadar samimi davranmam icin yuzyil gecmesi lazim, korkmaniza gerek yok) Kesin olan şey, bu özelliklerin ve burada sayılamayacak eğitim, arkadaş etkisi ve sosyal çevre gibi faktörlerin değişik kişiliklere yol açabileceğidir. İdeal durumlarda dürüst, sıcak kalpli, geniş ve iyi insanlarla karşılaşabilir. (hah, iste)Şaşırtıcı olan Aslan insanlarının büyük problemleri çözerken bile, sakinliklerini çabuk kaybetmemeleridir. Kendilerine verdikleri değere bağlı olan ve her problemi çözmelerine yarayan güçlü azim, onları gıpta edilecek derecede hoş gösterir. Canlıları anlama ve dikkatlerini her şeyin özüne yöneltme yetenekleri vardır. Bu özelliği onu korkulan bir eleştirmen yapar. Gözüne batan her şeyi acı alaylar, yaralayıcı sözler ve en iyi durumda kırıcı bir imayla acımasızca eleştirecektir. (evet, ama acı soyleyen dosttur) Eleştirileriyle bir insanı kırıp kırmadığı onun için önemsizdir. (tarzimi biraz mazur gorup, dinlerseniz, aslinda sizin icin iyi seyler soyledigimden emin olabilirsiniz.) Başka bir fikrin doğruluğunu kabul etmemekte direnir. Onun kararları "hatasızdır." (o kadar da diil, eger aklima yatiyorsa, gercekten mantikliysa kabul ederim. benim anlayacagim dilde anlatmaniz yeterli)Genellikle doğru olan öğütlerini severek paylaşır birisinin bunu isteyip istemediği önemsizdir. Tamamen iyi yüreklilikle buna teşebbüs eder, ama bazen bu öğütler, bazılarına fazla gelebilir ve bu yönüyle sevilmeyebilir. Aslanın yapısı herkese hoş gelmez. ( :):) galiba bu da dogru, kolay degil beni cekmek, ama "tamamen iyi yüreklilikle buna teşebbüs ettigim dogru) Ayrıca hakimiyet hırsı, ilk bakışta anlaşılmasaydı gizli kalabilirdi. Aslan başka türlü yapamaz. Her şeye ve herkese hükmetmelidir. (yes) Bu da onunla ilişkiyi zorlaştırır. Öte yandan çok duygusaldır. Eğer birisi ondan şüphelenmeye veya yeteneklerini sınamaya kalkarsa, hemen yakıcı cevaplarına maruz kalır. (yesss) Bu tür bir yaklaşım onu çok derinden yaralayacak ve tepkisi herkesi şaşırtacak kadar sert olacaktır. (yesss, anasindan emdigi sutu getiririm burnundan alimallah :)) Ama ümitsizliği uzun sürmez, çünkü temel yapısı iyimserdir. Yaşama sevinci yüzeye çıkar. (ehe, buna da yes)
Sevdiği ve kendisini seven sadık insanı ortada bırakmaz. Dürüsttür, eğilimlerini bilen birisi, ona güvene bilir. (dogruu, benim ipimle kuyuya inilir:) ) Kendini feda etme derecesine varabilen iyi kalpliliği, verdiği sözlerden anlaşılabilir.
İnsanları tanıma konusunda pek iyi değildir. Saf, çocuksu olabilir. Kötü niyetli insanlar tarafından kullanılma veya aldatılma tehlikesi içindedir. Yalancılar ve sahtekâr işadamları için, o iyi bir kurbandır, onun iyi şöhretini ve güvenilir kişiliğini kullanarak herhangi bir kirli işe onu bulaştırmak isteyebilirler. (o kadar saf mıyım yaw? sanmiyorum ama bilemedim valla)

Aslan insanları "hayatını sanat gibi yaşayanlara" hayrandırlar. Ama sanatla basitliği birbirinden ayırt edemezler. Onlara uymayan şeyleri taklit etmeye çalışırlar. (yok artık, mal mıyız?) Bu yüzden ciddi sorunlarla karşılaşabilirler.

Aslan insanı, esprili, girişken ve konuşkan bir dosttur. (konuskan kismi biraz fazla mi ne? sonucta hakan'in benim icin soyle dedigini biliyoruz: "servise kitap getirmiyorum artik, bizim kız servisle gelmeye basladi da, hic susmuyo, okuyamiyorum") Şehrin gizli ama seçkin yerlerini bilir ve en iyi yemeğin nerede yenilebileceği, en ilginç insanların nerelere gittiği gibi konulardan haberdardır. Onu sanat olaylarında, antika dükkanlarında ve bit pazarlarında görebilirsiniz, buraları iyi koku alan burnuyla bulur. (ay hic isim olmaz, seckin yerleri ne bilirim, ne severim, antika falan da benden uzak allaha yakin)

Güçlü kişisel cazibesi ve doğal çocukçuluğu yeni insanlarla tanışmasını kolaylaştırır. (hahha foyam meydana mi cikiyor ne?) İnsanlar onun dostluğunu ararlar. Bir Aslanla arkadaş olmak herkes için kazançtır. (allaaah :) )İyimser canlılığı, etrafına da bir ferahlık yayar. Huzuru, kendine güveni ve gücünden kaynaklanır.

hah bitti, budur iste, bu kadarcik biseyim:) ozetle su kralice mevzusunu unutmuyosunuz biir. sozumu dinliyosunuz ikii. arada bi iki guzel laf etmeyi unutmuyosunuz üüüc...

Cuma, Haziran 09, 2006

tatil ozlemi

kum kacsin gozume,
kizarsin gozum, yansin,
kulagima da su,
cikmasin gunlerce sinir etsin beni.
yansin ayaklarim sıcak kumdan,
soyulsun omuzlarim, dokunulamasin,
kanasın dizlerim voleybol oynamaktan,
bitap duseyim sıcaktan,
uykusuz geceler gecireyim bunalmaktan,
yeter ki tatile gideyim,
bugun burasi degil benim yerim...

Perşembe, Haziran 08, 2006

sıkıldım

baydım burda calismaktaaan, devamli bi kosturmaca & is yetistirme halinde olmaktan. aslinda derdim nedir tam olarak anlamadim. cunku bundan onlarca kat fazla calisiyodum belki eski is yerimizde, sabahladigim, ust uste gunlerce 10da, 12de ciktigim oluyodu. ama niyeyse batmiyodu. belki yer degisikligine, teknokente, buradaki insanlara, bir üstum, onun üstu, onun daha üstu, onun daha da üstu, onun da oteki yandan üstu, ama bu yandan dengi vs gibi onlarca takim kaptani, zart sorumlusu, zurt patronu, fırt yetkilisi meselesine alisamadim. veya da benimseyemedim yaptigimiz isi bi turlu. hani sanki olay bulasiklari yikamak ve biz once o bulasiklari renklerine gore gruplandirip, listeliyoruz, sonra cinslerine, sonra hangi cinslerin hangi renklerde oldugunun tablosunu vs. hazirliyoruz. bu arada her bardagin, canagin kac dakikada yikanacagini tahmin ediyoruz. sonra bulasiklari baska yerlerde, baska evlerde, baska ulkelerde nasil yikiyorlar onu arastirip yaziyoruz. sonra diyoruzki bu bulasiklari ingiltere'de lavaboya kopuklu suya basiyolar, oysa turkiyede akan suda yikiyolar, amerikada elde yikamaca hic yok. o zaman en iyisi biz bunlari once kopuklu suya basip, ardindan turk usulu bi de sungerle kopurtup, durulama isini de makineya birakalim. herkese uysun. oysa ne ingiliz sever bunu, ne amerikali ne de turk. haa bu arada ne ise yaradi bizim gunlerce bulasik cinsleri vs hakkinda cikardiklarimiz. hiiiic! yapmamiz gereken en fazla plan program şu olmaz miydi? ali sen kap gel sofradan bulasiklari, suraya koyuver. ben yikiyorum, ayse al bez sen kurula, mustafa aha bardaklar buraya, tabaklar suraya sen de yerlestir. bitti gitti kardesim... sonra hep beraber film izleyelim:) yok illa bos durmak yoksa gidip komsunun bulasiklari da yikayalim. ya da Mr. & Mrs. Brown'un bulasiklarini yikayalim lavaboya kopuklu suya basma tarzinda. ama sonucta bi bulasik yikama isi icin bu kadar vakit kaybetmeyelim. inanmak lazimmis

Perşembe, Haziran 01, 2006

hayat & mutluluk üzerine

birkaç insan taniyorum ve birçok yazi okuyorum insanlarin hayatlarindan memnuniyetsizlikleriyle ilgili, sonra kendiminkini sorgulamaya basliyorum, neden bende yok boyle bir his diye... gercekten cok mu guzel yasiyorum hayati, yoksa durumumun vahametini anlamayacak kadar salak mıyım? gerci şu fazla anlam yuklemek icin ugrasip durulan hayatin ana amacinin, mutlulugu yakalamak oldugunu dusundugume ve mutlu olduguma gore, memnuniyetimin salakligimdan mi ustunlugumden mi kaynaklaniyor olmasi onemsiz kaliyor. tut ki bunu gectik. gercekten memnun muyum yoksa kendimi mi kandiriyorum diye irdelemeye basladik. neler sormaliyim kendime, gercekleri kesfedebilmek icin?

yeniden dogsam yine BEN mi olurdum, boyle mi yasardim, hangi kararlarimi degistirirdim, nelerden vazgecerdim, neleri yapmazdim, akillar pazara ciksa yine kendi aklimi mi alirdim, kimler olurdu sevgililerim, olur muydu yeni cevremde istemediklerim, ayni okullara mi giderdim, ayni mekanlara mi, ayni evlere mi? aynı sokaklarda mı gezerdim, aynı kişilerin telefonlarını mı beklerdim, aynı seyleri mi giyerdim, ayni seylerimi satın alırdım...

dusunuyorum, evet yine ben olurdum, kesinlikle BEN! yine kendi aklimi alirdim pazardan. yine ailemi cok severdim, yine hayvanlara, dogaya, kendime boyle davranirdim. ayni okullara giderdim. fen lisesi derdim yine ve yine matematik ve yine master bu bolumde. sonra bu sirket, sonra oburu... ayni kulüp. ayni insanlari tanimak isterdim. beni uzenler, ugruna yillarca acı icinde kıvrandiklarim, yastiklara gömülüp agladiklarim, sayesinde odama kapanip, insandan kactiklarim, uykusuz kaldiklarim dahil... zaten onlar olmasa tanidiklarim, ayni olmasa yasadiklarim ayni BEN olamam ki... ve ben BEN'den memnunum. tamam belki bi kac farkli kararirim da olurdu. mesela sirf beni cagiran hocaya kıl oluyorum diye, vazgecmezdim basket takimina girmekten. ya da gel seni voleybol takimina alalim diyen o yakisikli voleybolcudan utanmaz, giderdim pesinden. biraz daha yumusak olmasini isterdim dilimin, cok degil, azıcık, beni benlikten çıkarmayacak kadar. daha cok sey bilmek isterdim bi de. daha cok cografya, daha cok tarih mesela... pek de bisey yok bunlarin disinda.

bunlara bakarsak salaklıktan ziyade pollyannacılık olabilir söz konusu olan, yani tartışılması gereken: SAPTIGIM HER YOLUN GUZELLİKLERİNİ Mİ GORUYORUM, YOKSA HEP DOGRU YOLLARA MI SAPIYORUM?

ve bundan sonra da soyle bi soru geliyor: SAPTIGIM HER YOL, ASLINDA SAPMAM GEREKEN BİR YOL MUDUR? bi an mutsuzluk duysam bile girmeliyim belki de o yola, gormeliyim o yolun kenarındaki cicekleri, tanımalıyım o evdekileri, öğrenmeliyim o şehrin güneşini. yoksa esas yola geldigimde bilemem belki de yapmam gerekeni. aşı gibi kimbilir bazı yollar, hastalıga karşı bağışıklık kazanman için vücuduna verilen o zayıflatılmış mikroplar. küçüktüm, aşının aslında ilaç değil, mikrop olduğunu öğrendiğimde, çok şaşırmıştım hem de çok ve anlam verememiştim uzun süre, şimdi ne kadar da anlamlı geliyor. evet kimbilir aşıdır bazı yollar bizim için... hepsi degil elbet, yoksa kaderin ellerine bırakırdım kendimi. tamam kabul ediyorum, rüzgara açtığım oluyor yelkenlerimi ama tutuyorum da bi yandan dümeni... bu arada inanıyorum da omzumda meleklerim olduguna, bi sekilde bi seylerin benim mutlulugum icin cabaladigina...