belki de tum ogrenim hayatimda gordugum ingilizce kitaplarindan en cok
aklima yer eden kısım şu: birbirini kovalayan insan resimleri ve
altindaki yazi: mary loves john, john loves susan, susan loves george,
george loves ann, ann loves joe, joe loves kate...
neden karsiliksiz asklar olur insanlarin hayatinda, neden john'a butun
kizlar hastayken, susan cekici bulmaz onu? ya da neden john susan'a
delirir sırf? bunlari dusunurken sunu fark ettim. insanlar okey
taşlarına, gonul meseleleri de bu okey oyununa benziyor... bir el
diziliyor, gelişiyor gelişiyor, zamanla içindeki taşlar da, beklenen
taşlar da değişiyor. sen kırmızı 4'lüyü beklerken dört gözle, karşı
taraftaki adam umarsızca atıyor yere onu ve öteki tenezzül edip almıyor
bile, yerden yeni bir taş çekiyor. gözlerin, eline gelseydi çok mutlu
olacağını bildiğin o 4'lüde, yapabileceğin bir sey yok, üzgünsün sadece.
Taşlar karılıp, yeni oyun başladığındaysa belki de yere ilk attığın taş
oluyor senin de o kırmızı 4'lü. unuttun gitti ona olan aşkını. veyahut
aynı el içinde öyle bir durum oldu ki bozdun 4'lü serisini, attın gitti
diğer 4'lüleri, artık faydası var mı yerden o kırmızı 4'lünün
gelmesinin. neden Susan istemiyor John'u dersen, işte tam da bu yüzden.
çünkü Susan'ın eline yeşil 8 lazım. Susan ise John'un tam ara taşı,
şöyle 5'lisinin ortasına girecek, belki de onu bulsa işte "the one" bu
diyip bitecek, kazanacak oyunu. ama umutsuzluğa kapılmamak lazım, elbet
oluyor tabii John & Susan'in birbirlerini sevdigi, en iyi çift
seçildiği, şangur şungur diye diğer çiftleri devirip, ele güne kendini
gösterdiği. oluyor kazanılan oyunlar, oluyor evlenip ömür boyu mutlu
yaşayanlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder