Perşembe, Haziran 01, 2006

hayat & mutluluk üzerine

birkaç insan taniyorum ve birçok yazi okuyorum insanlarin hayatlarindan memnuniyetsizlikleriyle ilgili, sonra kendiminkini sorgulamaya basliyorum, neden bende yok boyle bir his diye... gercekten cok mu guzel yasiyorum hayati, yoksa durumumun vahametini anlamayacak kadar salak mıyım? gerci şu fazla anlam yuklemek icin ugrasip durulan hayatin ana amacinin, mutlulugu yakalamak oldugunu dusundugume ve mutlu olduguma gore, memnuniyetimin salakligimdan mi ustunlugumden mi kaynaklaniyor olmasi onemsiz kaliyor. tut ki bunu gectik. gercekten memnun muyum yoksa kendimi mi kandiriyorum diye irdelemeye basladik. neler sormaliyim kendime, gercekleri kesfedebilmek icin?

yeniden dogsam yine BEN mi olurdum, boyle mi yasardim, hangi kararlarimi degistirirdim, nelerden vazgecerdim, neleri yapmazdim, akillar pazara ciksa yine kendi aklimi mi alirdim, kimler olurdu sevgililerim, olur muydu yeni cevremde istemediklerim, ayni okullara mi giderdim, ayni mekanlara mi, ayni evlere mi? aynı sokaklarda mı gezerdim, aynı kişilerin telefonlarını mı beklerdim, aynı seyleri mi giyerdim, ayni seylerimi satın alırdım...

dusunuyorum, evet yine ben olurdum, kesinlikle BEN! yine kendi aklimi alirdim pazardan. yine ailemi cok severdim, yine hayvanlara, dogaya, kendime boyle davranirdim. ayni okullara giderdim. fen lisesi derdim yine ve yine matematik ve yine master bu bolumde. sonra bu sirket, sonra oburu... ayni kulüp. ayni insanlari tanimak isterdim. beni uzenler, ugruna yillarca acı icinde kıvrandiklarim, yastiklara gömülüp agladiklarim, sayesinde odama kapanip, insandan kactiklarim, uykusuz kaldiklarim dahil... zaten onlar olmasa tanidiklarim, ayni olmasa yasadiklarim ayni BEN olamam ki... ve ben BEN'den memnunum. tamam belki bi kac farkli kararirim da olurdu. mesela sirf beni cagiran hocaya kıl oluyorum diye, vazgecmezdim basket takimina girmekten. ya da gel seni voleybol takimina alalim diyen o yakisikli voleybolcudan utanmaz, giderdim pesinden. biraz daha yumusak olmasini isterdim dilimin, cok degil, azıcık, beni benlikten çıkarmayacak kadar. daha cok sey bilmek isterdim bi de. daha cok cografya, daha cok tarih mesela... pek de bisey yok bunlarin disinda.

bunlara bakarsak salaklıktan ziyade pollyannacılık olabilir söz konusu olan, yani tartışılması gereken: SAPTIGIM HER YOLUN GUZELLİKLERİNİ Mİ GORUYORUM, YOKSA HEP DOGRU YOLLARA MI SAPIYORUM?

ve bundan sonra da soyle bi soru geliyor: SAPTIGIM HER YOL, ASLINDA SAPMAM GEREKEN BİR YOL MUDUR? bi an mutsuzluk duysam bile girmeliyim belki de o yola, gormeliyim o yolun kenarındaki cicekleri, tanımalıyım o evdekileri, öğrenmeliyim o şehrin güneşini. yoksa esas yola geldigimde bilemem belki de yapmam gerekeni. aşı gibi kimbilir bazı yollar, hastalıga karşı bağışıklık kazanman için vücuduna verilen o zayıflatılmış mikroplar. küçüktüm, aşının aslında ilaç değil, mikrop olduğunu öğrendiğimde, çok şaşırmıştım hem de çok ve anlam verememiştim uzun süre, şimdi ne kadar da anlamlı geliyor. evet kimbilir aşıdır bazı yollar bizim için... hepsi degil elbet, yoksa kaderin ellerine bırakırdım kendimi. tamam kabul ediyorum, rüzgara açtığım oluyor yelkenlerimi ama tutuyorum da bi yandan dümeni... bu arada inanıyorum da omzumda meleklerim olduguna, bi sekilde bi seylerin benim mutlulugum icin cabaladigina...

Hiç yorum yok: