aşk; yüreğinin tam ortasina saplanmış hançerdir.
aşk; boğazındaki düğümdür.
aşk; kuruyan dudaklardır.
aşk; dile dökemediğin sözcüklerdir.
aşk; karın ağrısıdır.
aşk; hayal kırıklığıdır.
aşk; gözyaşıdır.
aşk; uykusuzluktur.
aşk; acıdır.
aşk; tek kişilik bir şeydir.
bunlar da sakıza yazilamayanlar...
havadan sudan, içten, hayattan, ondan, bundan,
şundan,
bunaldıkça, güldükçe, paylaşmak icin...
Çarşamba, Ağustos 30, 2006
Pazartesi, Ağustos 28, 2006
kitap "onu seviyordum"
dun "onu seviyordum" diye bi kitap okudum, anna gavalda'nin ilk
romaniymis. hafif bulacagimdan korkarak almistim, ama guzelmis. icinde
cok bisey yoktu, bir o kadar da cok sey vardi. "bu ne demek lan?"
derseniz, soyle cevap veririm, konusu enteresan degil, ama duygular
guzel verilmis... ilginc bulmuyo ama yine de okumaktan keyif
aliyorsunuz... konusuna gelirsek:
yillarca kimseyle dogru duzgun iletisim kurmayan kayinpeder, oglunun aldatip terk ettigi gelinini ve torunlarini alip baska bir eve goturur, kadinin bu olayi atlatmasi icin ona yardim eder, bu arada kendi aldatma hikayesini onunla paylasir, yillardir neredeyse hic konusmamis iki insanin boyle bir paylasimi cok ilginctir gercekten. romanin icinde yogun olarak aldatmak ve ask acisi var haliyle. aldatanin ve aldatilanin psikolojisini gercekten guzel hissettirmisler. o kadar cok yer oluyor ki insanin kendini buldugu... oyle bi okuyusta bitireyim, kadin-erkek neler hissediyomus bu aldatma mevzusunda bi ogreneyim, bu is nasi yapilir, yakalaninca ne olur tecrube edineyim diyorsaniz okuyunuz. yok kitap okumadan konuyla ilgili daha detayli bilgi sahibi olmak istiyorsaniz, benim engin tecrubelerimden faydalanmak uzere msn'den bana basvuruyorsunuz :P
karisik kafalariniz netlestirilir, bogazinizdaki dugumler cozulur, "bu kadin ne diyor?", "bu adam daha ne istiyor?" seklinde aklinizi kurcalayan sorulariniza cevap bulunur, problemleriniz icin en gercekci, en az acılı cozum yollari bizde!
yillarca kimseyle dogru duzgun iletisim kurmayan kayinpeder, oglunun aldatip terk ettigi gelinini ve torunlarini alip baska bir eve goturur, kadinin bu olayi atlatmasi icin ona yardim eder, bu arada kendi aldatma hikayesini onunla paylasir, yillardir neredeyse hic konusmamis iki insanin boyle bir paylasimi cok ilginctir gercekten. romanin icinde yogun olarak aldatmak ve ask acisi var haliyle. aldatanin ve aldatilanin psikolojisini gercekten guzel hissettirmisler. o kadar cok yer oluyor ki insanin kendini buldugu... oyle bi okuyusta bitireyim, kadin-erkek neler hissediyomus bu aldatma mevzusunda bi ogreneyim, bu is nasi yapilir, yakalaninca ne olur tecrube edineyim diyorsaniz okuyunuz. yok kitap okumadan konuyla ilgili daha detayli bilgi sahibi olmak istiyorsaniz, benim engin tecrubelerimden faydalanmak uzere msn'den bana basvuruyorsunuz :P
karisik kafalariniz netlestirilir, bogazinizdaki dugumler cozulur, "bu kadin ne diyor?", "bu adam daha ne istiyor?" seklinde aklinizi kurcalayan sorulariniza cevap bulunur, problemleriniz icin en gercekci, en az acılı cozum yollari bizde!
Cumartesi, Ağustos 26, 2006
babamla dialog
baba uyuklamaktadir, gozleri yari aciktir, dirsekleri masaya
dayanmistir... bir seyle dalga gecercesine tonlamali ve hic kullanmadigi
bir sekilde tepki verir. kiz sasirip bunu nerden duydugunu sorar:
-...
BABA- "yapma yauw"
KIZ- nerden duydun sen bu "yapma yauw"u?
BABA- televizyondan
KIZ- televizyonda kimden?
BABA- senden
KIZ ben televizyona mi cikiyorum?
BABA- hiç aklımdan çıkmıyosun.
ehe:) bilmiyorum disardan nasi gorunuyo, okuyunca da ayni etkiyi yapiyo mu ama, ben su an bile guluyorum:)
BABA- "yapma yauw"
KIZ- nerden duydun sen bu "yapma yauw"u?
BABA- televizyondan
KIZ- televizyonda kimden?
BABA- senden
KIZ ben televizyona mi cikiyorum?
BABA- hiç aklımdan çıkmıyosun.
ehe:) bilmiyorum disardan nasi gorunuyo, okuyunca da ayni etkiyi yapiyo mu ama, ben su an bile guluyorum:)
Cuma, Ağustos 25, 2006
3 kitap & 1 film
hatirlarsaniz 2 hafta evvel filan kutuphaneye gitmistim ucurumun
kiyisinda diye bi kitap almistim, buraya da yazmistim... ertesi gun bi
daha gidip 2 kitap daha aldim... dun itibariyle 3'unu de bitirmis
durumdayim, bugun kosemde sizlere 3'den bahsedeceğim, hatta yetinmeyip
bir de sinema filmi taniticağım. siz de bundan sonra kultur-sanat
etkinlikleriniz icin benim bloguma basvuracaksiniz... oncelikle
kitaplarin arka kapaklarini yansitalim kosemize:)
UÇURUMUN KIYISINDA:
Uçurumun Kıyısında, 3 adamın karşılamalarına dair kırık bir anlatı, rastlantı ve zorunluluk üzerine bir deneme, ya da erk ve adalete değinen bir polisiye olarak okunabilir. Ama bu kitap, her şeyden once giderek çıgrindan cikan bir dunyada hakikatin cekilmek zorunda bırakıldıgı son sıgınaga, akıl hastanesinin korunakli ortamına "içerden" yöneltilen, saygı dolu bir bakıştır. Ceza yasalarıyla tanımlanabilecek bir suç bulunmadıgını dusunen bir sorgu yargıcı, adalete hic inanmadigi icin hukuk ogrenimi goren bir katil ve "normal" iliskilerden korunmaya calisan bir gonullu surgunun karsilasmalari rastlantisaldir ve bir bulusma asla gerceklesmez.
TANRI GELİNİ SİBYL:
Tanrı acımasızdır. En insansal olmayan şeydir o. Vahşidir. Apansız vurur insana, tüm zulmünü ortaya çıkartarak. Ya da aşkını. Her şey gelebilir ondan. Tanrısal olan, insansal değildir. Yabancıdır, tiksindiricidir, deliliktir o. Uğursuz, tehlikeli ve sakınılmaz. Tanrı, rahibe ve aşık üçgeninin ortasında üç şey daha vardı: Lanetlenmiş bir adam, babası bilinmeyen bir çocuk ve keçiler...
UYKUNUN KARDEŞİ: (kitabın ilk sayfasından)
... sonuna kadar, uykuda geçirilen zamanın israf edildiğini ve bundan dolayı da arafta diğerlerine eklenecek bir günah olduğunu cesaretle savundu, çünkü ona göre insan uykuda ölü gibiydi, en azından gerçek yaşam değildi bu. Eski bir sözün uyku ve ölümü iki kardeşe benzetmesi boşuna değildi! Nasıl olur da diye düşünüyordu, bir erkek karısını ömür boyu seveceğini temiz kalple ileri sürebilir? Bunu belki gündüzleri gerçekleştirebilir, o da belki bir düşünce anı süresince. Hayır gerçek değildir bu söylediği, çünkü uyuyan bir kişi sevemez.
gelelim yorumlara, hmm ne desem, 3 kitap da fena degildi, aslinda enteresanlardi. ama 3'u de kacirilmaz ya da siddetle tavsiye edilecek kitaplar degillerdi. kitap bolumlerini yazmaktan, uzun uzun yorum yazmaya usendim:) geciyorum. ilgilenen ve kitap hakkinda detayli bilgi edinmek isteyen okuyucularim olursa, msnden irtibata gecsinler:)
heee, gelelim filmee, GARFIELD II !
üzgünüm ama bunu da siddetle tavsiye edemicem, aslinda vasat bile denebilir. birinciye gore kesinlikle kotuydu, halbuki ne umutlarla gitmistim...
tamam biliyorum yorum dedigin bu muydu dieceksiniz. aklimda uzun uzun yorumlar yapmak vardi, ama napim sıkıntı bastı, alla allaa, begenmegen okumasin kardesim. gitsin sinema dergisi alsin, gazetedeki kitap yorumlarina baksin. delirtmeyin adami!
UÇURUMUN KIYISINDA:
Uçurumun Kıyısında, 3 adamın karşılamalarına dair kırık bir anlatı, rastlantı ve zorunluluk üzerine bir deneme, ya da erk ve adalete değinen bir polisiye olarak okunabilir. Ama bu kitap, her şeyden once giderek çıgrindan cikan bir dunyada hakikatin cekilmek zorunda bırakıldıgı son sıgınaga, akıl hastanesinin korunakli ortamına "içerden" yöneltilen, saygı dolu bir bakıştır. Ceza yasalarıyla tanımlanabilecek bir suç bulunmadıgını dusunen bir sorgu yargıcı, adalete hic inanmadigi icin hukuk ogrenimi goren bir katil ve "normal" iliskilerden korunmaya calisan bir gonullu surgunun karsilasmalari rastlantisaldir ve bir bulusma asla gerceklesmez.
TANRI GELİNİ SİBYL:
Tanrı acımasızdır. En insansal olmayan şeydir o. Vahşidir. Apansız vurur insana, tüm zulmünü ortaya çıkartarak. Ya da aşkını. Her şey gelebilir ondan. Tanrısal olan, insansal değildir. Yabancıdır, tiksindiricidir, deliliktir o. Uğursuz, tehlikeli ve sakınılmaz. Tanrı, rahibe ve aşık üçgeninin ortasında üç şey daha vardı: Lanetlenmiş bir adam, babası bilinmeyen bir çocuk ve keçiler...
UYKUNUN KARDEŞİ: (kitabın ilk sayfasından)
... sonuna kadar, uykuda geçirilen zamanın israf edildiğini ve bundan dolayı da arafta diğerlerine eklenecek bir günah olduğunu cesaretle savundu, çünkü ona göre insan uykuda ölü gibiydi, en azından gerçek yaşam değildi bu. Eski bir sözün uyku ve ölümü iki kardeşe benzetmesi boşuna değildi! Nasıl olur da diye düşünüyordu, bir erkek karısını ömür boyu seveceğini temiz kalple ileri sürebilir? Bunu belki gündüzleri gerçekleştirebilir, o da belki bir düşünce anı süresince. Hayır gerçek değildir bu söylediği, çünkü uyuyan bir kişi sevemez.
gelelim yorumlara, hmm ne desem, 3 kitap da fena degildi, aslinda enteresanlardi. ama 3'u de kacirilmaz ya da siddetle tavsiye edilecek kitaplar degillerdi. kitap bolumlerini yazmaktan, uzun uzun yorum yazmaya usendim:) geciyorum. ilgilenen ve kitap hakkinda detayli bilgi edinmek isteyen okuyucularim olursa, msnden irtibata gecsinler:)
heee, gelelim filmee, GARFIELD II !
üzgünüm ama bunu da siddetle tavsiye edemicem, aslinda vasat bile denebilir. birinciye gore kesinlikle kotuydu, halbuki ne umutlarla gitmistim...
tamam biliyorum yorum dedigin bu muydu dieceksiniz. aklimda uzun uzun yorumlar yapmak vardi, ama napim sıkıntı bastı, alla allaa, begenmegen okumasin kardesim. gitsin sinema dergisi alsin, gazetedeki kitap yorumlarina baksin. delirtmeyin adami!
Perşembe, Ağustos 24, 2006
su an ne isterdim?
tam ve net olarak su an istedigimi yaziyoruum, buyuk bahceli bi evin
icindeyim, camlar yere kadar ve etraf goz alabildigine cimen, agac vs.,
disardan gelen tek gurultu fiskiyelerin sulama sesi, ev de soyle
buyugunden, ustume gelmiyo hic bisey, ferah ferah, boyle acik bi renk,
mesela beyaz ve kahve olabilir etraf... kocaman deri bi koltugun
uzerindeyim, soyle 3 kisilik ama 5 kisinin sigacagi kadar buyuk.
uzerimde efil efil bi elbise... bacaklarim sicaktan koltuga yapısmakta,
ama sorun degil... elimde sise buyuklugunde bi bardak, ici buzlu kahve
dolu, ama dondurmali mondurmali, oyle dandikten diil. ve esas olan
tv'nin karsisindayim, ne acik bilin... foxkids!!! cizgi filmlere
gomulmusum, cizgi film saati bitene kadar da kalkmicaaam...
not: demin hakana ne izlemek istedigimi soylerken, foxkids yerine kidsplus dedim iyi mi:) (kidsplus ney ki diyenlere cvbim kisaca benim eski firmanin urunu die cvp verebilirim)
not: demin hakana ne izlemek istedigimi soylerken, foxkids yerine kidsplus dedim iyi mi:) (kidsplus ney ki diyenlere cvbim kisaca benim eski firmanin urunu die cvp verebilirim)
Çarşamba, Ağustos 23, 2006
böög
yok yetmedi sabahtan yazdiklarim, daha yazasim var... hatta boyle bi
patlayasim, sıkılasım, kendimden nefret edesim, saçmalayasım ve vs'nin
oldugu bir takim duygu yogunlugu mevcut bünyemde. kazadandir diyenler
bosuna nefes tuketmesinler, etkisi oldugu dogrudur ancak tek sebep o
olamaz, cunku kazadan evvel de hissediyordum... ya bişiler oldu bana,
extra sorumsuz davranislar sergilemeye basladim, ozellikle iş ve
rotaract hayatımda. ayrica hic zamanimi bu kadar bosa harcamamistim...
ben bu diilim, bu olamam. huzursuzum, hem de çok. ve ben rahatlık
adamiyim. rahatlik severim. yani "rahatim kim ne derse desin, işler
kenarda beklesin, onemli degil" degil, tam tersi ben herseyimi duzgun
yapayim, once kendime saygimi kazanayim, sonra rahatima bakayim... biri
beni silkelese kendime gelsem... neden boyle oldu ya? depresyonda miyim
acaba? ama depresyonda gibi de hissetmiyorum. yani gayet de gülüp
egleniyorum. hatta oyle ki bunca igrencligime ragmen niye kendimi kötü
hissetmiyorum diye sinirleniyorum bile bazen... "şizofrenlige giriş"
kisminda miyim acaba? aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
Salı, Ağustos 22, 2006
trafik kazasının devami
ya ben dunki yazimda belirtmeyi unuttum, ama soylemeden gecilecek gibi
degil... iste ben o gun geldim eve, hastane mastane ugrasmisiz, uzanayim
dedim. soyle yuz ustu yayildim ve sıcramam bir oldu niye derseniz,
güzel, beyaz, tombis gobegimden arı sokmustu! son arı soktugunda epey
kucuktum, unutmusum acısını, epey yandı, sonra da deliler gibi kasinmaya
basladi... bi sey daha var, hani simdi ben arabanin burnunu dagittim
ya, arkasi saglam degil mi arabanin? cevaplari alayim, evet 1-2 kılın
dısında hepiniz "eveet" diyorsunuz. ama yaniliyorsunuz. niye derseniz
gerizekali cekici arabayi indirdikten sonra geri geri gidip araya
carpmis. arkasi da yamulmus anlayacaginiz. bu arada gerizekali herif o
kadar gerizekali ki arabanin anahtarini da kaybetmis, hatta gerizekali
otesi bi sekilde anahtari aldigini bile reddediyo. neyse bak yazdikca
kuduruyorum, gerek yok sabah sabah sinire. gulup oynayalim, kelebeklerle
ucalim, kuslarla cıvıldayalım. lay lay loom...
trafik kazasi
kaza yaptim ben:( gecen hafta basinda, tam hatirlamiyorum gunlerden
pazartesi olmali... edalaydim, "yemek bahane sohbet sahane", seklinde
takildik, sonra ayrildik. ben galerianin ordan hacettepeye gitmeye
calisiyordum... ama basarili olamadim, kala kaldim arada bir yerde,
boyle asfalt parcalari, taş toprak yığını olan bir tepecigin uzerinde.
baska bir arabayla carpistim. adamcagizin elmacık kemigi kirildi,
benimse bel-boyun-kalca üçlemesinde agrilarim var... ayrica airbag
saolsun acilirken kollarimi, agzimi, burnumu biraz zedelemis. ilk
anlarda kollarim ve burnum deli gibi acirken, gecen gunler dikkatimi
boynumda yogunlastirmami sagladi... iste boyle cok sıkıcı ve kotu bi
durum... by the way tum ziyaretime gelen, arayan soran, mail atan
arkadaslarima tesekkur ederim...
Pazartesi, Ağustos 21, 2006
Bodrum Bodrum
bir küçük pansiyon düşün deniz kenarında,
tahta masa ve sandalyeleri olsun, asmaların gölgesindeki bahçesinde,
kırmızı beyaz kareli kumaştan divanları, yastıklarla kaplı,
kahvaltını edeceğin ya da akşam üzerleri yayılıp kahve içeceğin...
deniz hemen önünde,
kumsalda minderler,
ağaçların gölgesi yetmiş, gerek kalmamış şemsiyelere...
ellerinde kitabın,
hafif bir meltem geziyor yanık teninde...
dost kahkaları duyuyorsun,
ikisi tavla oynuyor arkadaşlarının,
bir diğeri seni yüzmeye çağırıyor.
öteki elinde dondurmalar çabuk yiyin eriyecek diyor...
bir sevdiğim eksik diye düşünüyorsun...
özellikle hamakta uyuklayan aşıkları gördüğünde.
bir sevdiğim eksik...
akşam oluyor,
alınmış duşlar, yapılmış makyajlar,
herkes bodrum'a hazırlanıyor...
Tekila'cı da buluyorsun kendini,
mekanin adı gercekten "Tekila'cı",
ve tequilaya vuruyorsun kendini,
3-5-10 derken 15'i buluyor,
bir de birayla kafalar tam oluyor...
iyiden iyiye artmaya başlıyor gülüşmeler,
sesi yükseliyor masanın...
körfez'e geçiyorsun veya kule'ye,
biraz da orada devam ediyorsun...
sabaha karşı midye tava istiyor canın,
ama yine wafflecı da buluyorsun kendini,
kocaman bir waffle parçası, gözlerinin önünde, sığmaz dediğin bir ağza giriyor.
biri sana ikram etmeye çalışırken waffle'ı yanağına yapıştırıyor.
çikolata olmuş ağız burunlarla, girmiş kol kola, çizgiyi tutturamadan yürüyorsun dolmuşlara.
odanın kapısını açtığını bile hatırlamıyorsun.
hatta sabah kesin anahtarı zor buluyorsun...
sadece yatağın super geldigi var aklında,
zaten 2-3 saniye içinde de ilk rüyanı görüyorsun...
tahta masa ve sandalyeleri olsun, asmaların gölgesindeki bahçesinde,
kırmızı beyaz kareli kumaştan divanları, yastıklarla kaplı,
kahvaltını edeceğin ya da akşam üzerleri yayılıp kahve içeceğin...
deniz hemen önünde,
kumsalda minderler,
ağaçların gölgesi yetmiş, gerek kalmamış şemsiyelere...
ellerinde kitabın,
hafif bir meltem geziyor yanık teninde...
dost kahkaları duyuyorsun,
ikisi tavla oynuyor arkadaşlarının,
bir diğeri seni yüzmeye çağırıyor.
öteki elinde dondurmalar çabuk yiyin eriyecek diyor...
bir sevdiğim eksik diye düşünüyorsun...
özellikle hamakta uyuklayan aşıkları gördüğünde.
bir sevdiğim eksik...
akşam oluyor,
alınmış duşlar, yapılmış makyajlar,
herkes bodrum'a hazırlanıyor...
Tekila'cı da buluyorsun kendini,
mekanin adı gercekten "Tekila'cı",
ve tequilaya vuruyorsun kendini,
3-5-10 derken 15'i buluyor,
bir de birayla kafalar tam oluyor...
iyiden iyiye artmaya başlıyor gülüşmeler,
sesi yükseliyor masanın...
körfez'e geçiyorsun veya kule'ye,
biraz da orada devam ediyorsun...
sabaha karşı midye tava istiyor canın,
ama yine wafflecı da buluyorsun kendini,
kocaman bir waffle parçası, gözlerinin önünde, sığmaz dediğin bir ağza giriyor.
biri sana ikram etmeye çalışırken waffle'ı yanağına yapıştırıyor.
çikolata olmuş ağız burunlarla, girmiş kol kola, çizgiyi tutturamadan yürüyorsun dolmuşlara.
odanın kapısını açtığını bile hatırlamıyorsun.
hatta sabah kesin anahtarı zor buluyorsun...
sadece yatağın super geldigi var aklında,
zaten 2-3 saniye içinde de ilk rüyanı görüyorsun...
Çarşamba, Ağustos 09, 2006
dun ve bgn
dün aksam odami topladim, kendimle gurur duyuyorum. odamı topladim
derken, gorunurde odamda bi daginiklik yoktu da, detaya girdim biraz.
kapimin arkasindaki kiyafet yiginiyle ilgilendim, ayrica askilardaki tum
pantalonlarimi deneyip, terzi/ kardes/ arkadas/ verilecekler... diye
grupladim. haa bi de bu isi gecenin bi yarisi 00:30-02:30 saatleri
arasinda yaptim. annemin gozleri yasardi... neyse kapatiyorum bu konuyu,
sadece bu gururlu animi sizlerle paylasmak istedim, biliyorum
takipcileri var blogumun, onlar hatirlarlar icime dert olmustu o
daginiklik, is plani isimli bi yazimda bahsetmistim hatta.
gelelim bugune, sekreteriyim bgn bolumun, inci abla izinde de her gun birimiz bakicaz yerine. bgn sira bende. anliycaginiz, telefon bakiyorum gerekirse milleti telefona cagiriyorum, bolumun icinde ordan oraya gidiyorum, bu arada 6. kez bolum icindeki tasinmami gerceklestirdim, eski is yerime laf atardim burda ordaki rekorumu coktan kirdim, baska baskaaa bölüme su ısmarladım, bi bilgisayar varmis formatlancak, onu bagladim filan, neyse iste oyle, oglene kadar oyle gecti vakit. oglen bizimkilerle (ozlem, caner, nergis) bulusacaktim, ama biraz da bu sekreterlik meselesi yuzunden bolume gec kalmak istemedigimden inmiyim dedim bilkente, hakanin yemek teklifini de geri cevirdim, bu arada ben de bikac red aldim. ornegin asistanlar teker teker dokuldu, yemege gitmedi hic biri, deliler mi neler anlamadim, kim ogle yemegi yemek istemez ki, ben 11de basliyorum yemek diye sayıklamaya. neyse naparsin, dustum tek basima yola. yemek merkezlerini dolasa dolasa gittim, begenmedikce bir sonrakini denedim. sonunda city centerda yemeye karar verdim, aslinda oldukca hosuma gitti, uzun sure olmustu ust katta, o hep takildigimiz balkonda yemeyeli. esiyodu da. ooh mis gibi, gonlume gore de bi yemek yedim, boyle makarna + sebzeli, ustu kasarli, besamel soslu tavuk. tek basima yedigim icin erkenden bitti yemegim. cunku normalde kimse yetisemiyo hızıma... bi suru vakit vardi ogle tatilinin bitmesine. harika! yalniz takilmayi oldukca seviyorum aslinda, yine bu hiz meselesinden ve insanlarin kararsizliklarini beklemek ve dinlemekten hoslanmadigimdan alisverise de tek basima cikmayi tercih ediyorum. gerci alisveris sevmem, ama kalabalik yapilanini hic sevmem... neyse, yemegimin erken bitecegini tahmin ettigimden, geri kalan vakit icin bi plan yapmistim zaten. [plan program insaniyim ne de olsa:) ] kutuphaneye gidecektim! ama dersle ilgili bisey icin degil, romanlara bakmak icin, bi kirtasiyede vakit gecirmeyi seviyorum bi de kitapcilarda zaten. gittim kutuphaneye, kitaplarin arasinda dolandim durdum, hic bisi taramadim, taramak istemedim, sadece bi iki ipucu buldum ve onlarin sayesinde aradigim kitaplara vardim. ona baktim buna baktim, toplam 3 tane kitap kestirdim gozume. sonunda da birinde karar kildim: Uçurumun Kıyısında (Gerhard Roth) şunların yazdığı arka kapakla dikkatimi çekti, oldu olcak onu da yazayım:
Uçurumun Kıyısında, 3 adamın karşılamalarına dair kırık bir anlatı, rastlantı ve zorunluluk üzerine bir deneme, ya da erk ve adalete değinen bir polisiye olarak okunabilir. Ama bu kitap, her şeyden once giderek çıgrindan cikan bir dunyada hakikatin cekilmek zorunda bırakıldıgı son sıgınaga, akıl hastanesinin korunakli ortamına "içerden" yöneltilen, saygı dolu bir bakıştır. Ceza yasalarıyla tanımlanabilecek bir suç bulunmadıgını dusunen bir sorgu yargıcı, adalete hic inanmadigi icin hukuk ogrenimi goren bir katil ve "normal" iliskilerden korunmaya calisan bir gonullu surgunun karsilasmalari rastlantisaldir ve bir bulusma asla gerceklesmez.
fena degil di mi? ilginc geldi bana. su akil hastanesinin tarif edilis sekli de suc ve cezanin yorumlanisi da, adalet-inanc meselesi de, -normal iliskilerin- tırnak isaretinin icine alinmasi da, hosuma gitti... okuyalim bakalim.
gelelim bugune, sekreteriyim bgn bolumun, inci abla izinde de her gun birimiz bakicaz yerine. bgn sira bende. anliycaginiz, telefon bakiyorum gerekirse milleti telefona cagiriyorum, bolumun icinde ordan oraya gidiyorum, bu arada 6. kez bolum icindeki tasinmami gerceklestirdim, eski is yerime laf atardim burda ordaki rekorumu coktan kirdim, baska baskaaa bölüme su ısmarladım, bi bilgisayar varmis formatlancak, onu bagladim filan, neyse iste oyle, oglene kadar oyle gecti vakit. oglen bizimkilerle (ozlem, caner, nergis) bulusacaktim, ama biraz da bu sekreterlik meselesi yuzunden bolume gec kalmak istemedigimden inmiyim dedim bilkente, hakanin yemek teklifini de geri cevirdim, bu arada ben de bikac red aldim. ornegin asistanlar teker teker dokuldu, yemege gitmedi hic biri, deliler mi neler anlamadim, kim ogle yemegi yemek istemez ki, ben 11de basliyorum yemek diye sayıklamaya. neyse naparsin, dustum tek basima yola. yemek merkezlerini dolasa dolasa gittim, begenmedikce bir sonrakini denedim. sonunda city centerda yemeye karar verdim, aslinda oldukca hosuma gitti, uzun sure olmustu ust katta, o hep takildigimiz balkonda yemeyeli. esiyodu da. ooh mis gibi, gonlume gore de bi yemek yedim, boyle makarna + sebzeli, ustu kasarli, besamel soslu tavuk. tek basima yedigim icin erkenden bitti yemegim. cunku normalde kimse yetisemiyo hızıma... bi suru vakit vardi ogle tatilinin bitmesine. harika! yalniz takilmayi oldukca seviyorum aslinda, yine bu hiz meselesinden ve insanlarin kararsizliklarini beklemek ve dinlemekten hoslanmadigimdan alisverise de tek basima cikmayi tercih ediyorum. gerci alisveris sevmem, ama kalabalik yapilanini hic sevmem... neyse, yemegimin erken bitecegini tahmin ettigimden, geri kalan vakit icin bi plan yapmistim zaten. [plan program insaniyim ne de olsa:) ] kutuphaneye gidecektim! ama dersle ilgili bisey icin degil, romanlara bakmak icin, bi kirtasiyede vakit gecirmeyi seviyorum bi de kitapcilarda zaten. gittim kutuphaneye, kitaplarin arasinda dolandim durdum, hic bisi taramadim, taramak istemedim, sadece bi iki ipucu buldum ve onlarin sayesinde aradigim kitaplara vardim. ona baktim buna baktim, toplam 3 tane kitap kestirdim gozume. sonunda da birinde karar kildim: Uçurumun Kıyısında (Gerhard Roth) şunların yazdığı arka kapakla dikkatimi çekti, oldu olcak onu da yazayım:
Uçurumun Kıyısında, 3 adamın karşılamalarına dair kırık bir anlatı, rastlantı ve zorunluluk üzerine bir deneme, ya da erk ve adalete değinen bir polisiye olarak okunabilir. Ama bu kitap, her şeyden once giderek çıgrindan cikan bir dunyada hakikatin cekilmek zorunda bırakıldıgı son sıgınaga, akıl hastanesinin korunakli ortamına "içerden" yöneltilen, saygı dolu bir bakıştır. Ceza yasalarıyla tanımlanabilecek bir suç bulunmadıgını dusunen bir sorgu yargıcı, adalete hic inanmadigi icin hukuk ogrenimi goren bir katil ve "normal" iliskilerden korunmaya calisan bir gonullu surgunun karsilasmalari rastlantisaldir ve bir bulusma asla gerceklesmez.
fena degil di mi? ilginc geldi bana. su akil hastanesinin tarif edilis sekli de suc ve cezanin yorumlanisi da, adalet-inanc meselesi de, -normal iliskilerin- tırnak isaretinin icine alinmasi da, hosuma gitti... okuyalim bakalim.
Salı, Ağustos 08, 2006
love is...
Son
yazılarıma baktım da, hiç eğlenceli değiller, şöyle değişik bir şeyler
yazayım bugün. Hani bir sakız var Şıpsevdi diye. Onun içinde "love is..." diye
başlayıp aşkı tanımlayan cümleler vardı. Hah işte ben o sakızın içine
yazılacak kıvamda cümleler yazayım kendimce:) hehhehehe:D
aşk; onun ne güzel oturdugunu, ellerini ne güzel yıkadığını, herşeyi ne güzel yaptığını düşünmektir...
aşk; o konuşurken onu izlemeye dalıp, söylediklerine dikkat edememektir...
aşk; uyurken onu izlemektir...
aşk; onun hastası olmaktır...
aşk; telefonda arayanın o olduğunu anladığında kalp atışlarının hızlanmasıdır...
aşk; birkaç saatliğine bile olsa ondan ayrılmak istememektir...
aşk; kollarında uyuma fikri için çıldırmaktır...
aşk; o istiyor diye saatlerce yürümektir...
aşk; onun huysuzluklarına katlanmaktır...
aşk; onun hayallerinin senin de hayallerin olmasına izin vermektir...
aşk; onun ne güzel oturdugunu, ellerini ne güzel yıkadığını, herşeyi ne güzel yaptığını düşünmektir...
aşk; o konuşurken onu izlemeye dalıp, söylediklerine dikkat edememektir...
aşk; uyurken onu izlemektir...
aşk; onun hastası olmaktır...
aşk; telefonda arayanın o olduğunu anladığında kalp atışlarının hızlanmasıdır...
aşk; birkaç saatliğine bile olsa ondan ayrılmak istememektir...
aşk; kollarında uyuma fikri için çıldırmaktır...
aşk; o istiyor diye saatlerce yürümektir...
aşk; onun huysuzluklarına katlanmaktır...
aşk; onun hayallerinin senin de hayallerin olmasına izin vermektir...
Pazar, Ağustos 06, 2006
tuhaf bi gün
dun eski evimizin oraya gittim, komsu, nilay diye seslendi bana,
karistiriyodu artik isimleri... çam agaci carpti o sırada gozume
bahcedeki, biz cocukken dikmişlerdi, oyun diye onun uzerinden atlardik.
bir baktim 3'u gecmis, 4. kata gelmis boyu. bi tuhaf oldum... muratcan
gecti uzaktan, biz ablayken dogmus, uzunca bi sure mahallenin en kucugu
olmustu, simdiyse boyu 1.90ı bulmus, kizlari cildirtacak erkek bedenine
sahip olmuş. bi tuhaf oldum... arkadaslarimla bulustum aksam, gulup
eglenirken dusundum, nerden baksan 5 yil olmus tanisali. bi tuhaf
oldum... if / manhattan / overall derken secip gittik birine, cok da
degil aslinda bir kac ay evvel hoslandigim cocuk karsimda duruyordu,
samoalari vardi yine ayaginda, gitar eline yine cok yakisiyordu. onunla
tanismak icin nasil ugrastigim geldi bi an aklima, simdiyse merhaba bile
demek istemiyordum, gelmedim göz göze, ne cok degismisim. bi tuhaf
oldum... kızlar devam ederken eglenmeye, sabah erken kalkıcam diye
ayrıldım yanlarından, üstelik henüz annem aramadan, kimse eve
cağırmadan... eve gittim, hic alkol almamistim, o kadar gec saatte o
kadar ayık olmaya, merdivenleri tutunmadan çıkmaya alışık degilim. bi
tuhaf oldum... yaşlanıyor muyum nedir?
Cumartesi, Ağustos 05, 2006
Sabah Trafiği
bu sabah evden buraya 1 saat 20 dakikada geldim, yol normalde 20 dakika. bu ne demektir, 4 kati vakit aldi bu sefer.
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa.
toz toprak korna gurultu ve geç kalma... nefret ediyorum...
aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa.
toz toprak korna gurultu ve geç kalma... nefret ediyorum...
Cuma, Ağustos 04, 2006
dun basimdan gecenler
sali msn'de denk geldigimiz bi tanidiga, onu okulda gordugumu sandigimi
soyledim, dogruymus, gordugum oymus, o da buradaymis. konusurken dun
yemek yemeyi teklif etti, kabul ettim. ona soz verdigim icin bilkente ya
da odtuye gitmeyip hacettepede kaldim, saat 12de aradim, o daha okulda
degilmis. ve o saatten sonra uzaga gitmeye usenip geldigimden beri
(nerdeyse 1 aydir) ilk kez okulda yemeye karar verdim, asistan
arkadaslarimla takildim, yemek esnasinda doktora icin üds'ye girmem
gerektigini ve bugunun de üds'nin son gunu oldugunu ogrendim. (bakar
misiniz doktoram neye bagli) basvurayim dedim. (tabii yine sardi beni
derin dusunceler, hayatımız sırf tesaduflere mi bagli, yoksa yolum
çizilmiş, doktora yapmam için o sınava girmeliydim ve biri ya da bişey
bunu sağladı, çocuk geç uyandı mesela ve yemege gec kaldi? ya da tamamen
çizilmiş değil belki, ama su sag omzumdaki melek -hani boyle peter
pan'daki tinkerbell tipli minik bişi debelenip duruyor benim için.
kaldiki bilenler bilir benim bu bolume nasil geldigimi, mastera baslamam
da bir ayri alemdir, yurtdisinda oldugu icin, konusmadigimiz bir
arkadasimla msnde karsilasmistim- ben gece girmisim, ki normalde girmem,
o da sabah girmis sansina kanada'dan, -dusunun bu iki yil icinde 1 tek
sefer oldu sanirim- master icin baska bi universitede baska bi bölüme
basvuracaktim, bana boyle bir bolumun varligindan soz etti ve burdayim,
haa boyle gidersek lisansa girmem de bi bu kadar tuhaf, yaptim
tercihlerimi, vericem artik, bi hocam dedi ki tercihlerini hep su yonde
yapmissin, "su bolumu de yaz", iyi dedim ve ordan mezun oldum:) ister
melek olur, ister evrenin benim icin dilekleri, ister tesadufler, ama
hep benim iyiligim, mutlulugum icin olduguna inaniyorum tum bunlarin)
neyse uzun oldu ama kapattim parantezi... allahtan yanimda foto varmis,
yoksa epey kasmam gerekirdi, gerci kastım da... once ziraate gidip para
yatirdim, oraya giderken sadece goz asinaligim olan universitede gorevli
bi amcayla karsilastim, borc para istedi, üds'ye yatiracagim icin
yeterince yoktu param, bunu soyledim, ama sonra dert oldu icime, para
cekeyim de vereyim diye, geri dondum, ama yetisemiycegim kadar
uzaklasmisti amca. ziraatten cikip para cekmeye gittim, 50 milyonumu
alamadan ciktim atm'den. hem atm salakti, hem ben. belki de benden
sornakine verdi benim parami, bilmiyorum. sonucta o parayi niye adama
vermedim diye cok hayiflandim. hatta bir kac saat once, ulen bilmem kac
yuz milyon kredi karti borcun gelmis, azcik sahip ol kendine, gel su
haftasonu sehirdisi olayindan vazgec demistim. ona da hayıflandim, bak
dedim boyle yaparsan, ucar paralarin havaya ya da boyle unutursun
atm'lerde:) ilahi adalet :D neyse sonra kirk saat garantinin telinde o
numara bu numaraya basip millete derdimi anlatmakla gecirdim. onlara da
kil oluyorum zaten, bilmemneyse 1'e, zartsa 2'ye, zurt'sa 3'e...bekle
bekle bekle, zaten tam emin olamiyorsun kaca basman gerektiginden alla
allah sesleriyle basiyosun bişeye, sonra tekrar bi yol ayrimi, pirtsa
1'e, hirtsa 2'ye, cırtsa 3'e ... 15 dakka sonunda bi yere varamadim, cep
telefonu sıcaktan kulagima yapisti. telefondakilerden iş cıkmayınca
mail attim. bakalim... ha nerde kalmiştik, ziraatten cikip garantiye
gitmistim, ordan cikip halk bankasina gittim cayyoluna, bu arada once
arayip halk bankasinin yerini sordum subeye, kadinla aramizda soyle bi
muhabbet gecti,
-ümitköyü biliyo musunuz?
-evet
-metsan var?
-bilmiyorum
-ketfam var? (ketfam diil de heralde de ona benzer bişeydi, aynısı metsan içinde geçerli, simdi orada oturanlar kafayı yemesin neresiymis lan orasi diye)
-bilmiyorum
-o zaman siz ümitköyü bilimiyosunuz hamfendü!!
-(tövbe estagfurullaaah) belki de haklisiniz... peki daha baska bir yer yok mu tarif edebileceginiz?
-galeria var biliyo musunuz?
-(e be geri zekali kadin, ketzam, fetbam diye abidik gubidik seyler soyleyecegine galeria'yaya gore tarif etsene!) hah evet biliyorum galeria'yi.
-galeria'nin biraz ilerisinde.
-(allaam ya, o kadar kolay mıydı?) tamam anladim, tesekkur ederim...
halk bankasini halledip, formumu vermek uzere rektorluge dondum. verdim kurtuldum. gunun geri kalaninda pek de bişi gelmedi basima.
-ümitköyü biliyo musunuz?
-evet
-metsan var?
-bilmiyorum
-ketfam var? (ketfam diil de heralde de ona benzer bişeydi, aynısı metsan içinde geçerli, simdi orada oturanlar kafayı yemesin neresiymis lan orasi diye)
-bilmiyorum
-o zaman siz ümitköyü bilimiyosunuz hamfendü!!
-(tövbe estagfurullaaah) belki de haklisiniz... peki daha baska bir yer yok mu tarif edebileceginiz?
-galeria var biliyo musunuz?
-(e be geri zekali kadin, ketzam, fetbam diye abidik gubidik seyler soyleyecegine galeria'yaya gore tarif etsene!) hah evet biliyorum galeria'yi.
-galeria'nin biraz ilerisinde.
-(allaam ya, o kadar kolay mıydı?) tamam anladim, tesekkur ederim...
halk bankasini halledip, formumu vermek uzere rektorluge dondum. verdim kurtuldum. gunun geri kalaninda pek de bişi gelmedi basima.
Perşembe, Ağustos 03, 2006
iş planı
ya ben dagildim ya, ben boyle duzensiz, disiplinsiz bi insan diilim,
olamam, olsam da bu sekilde huzur bulamam. hani yeni yilin ilk gunu icin
planlar yapilir veya pazartesileri rejime girilir. iste bugun ayin 1'i,
ben de bunu kendime ceki duzen vermek icin bir firsat olarak goruyorum.
pekala birikmiş işler listemizi yapalim:
teeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeez
rotaracttan uluslararasi iliskiler komitesi isleri
tatil icin izin, bilet, rezervasyon
banka hesaplarini duzenle
birinde internet sifren gecersiz oldu, yenisini al
printeri baglamak icin uzun kablo al
usb icin de bi kablo lazim
fis, visalari duzenle
çekmece, dolap toplama
kapinin arkasinda yigilmis o esyalara bak neymis ne diilmis, at sat bişi yap
cd'lerini duzenle, cd'lik al/yap
...
dun bu listeyi yaptim, bugun ayin 2'si yaziyi ancak tamamlayip yayinliycam. allaam dandik yaziyi yayinlamayi bile ertelemisim hale bak! neyse ama dun biraz da olsa listeden is yaptim. tez icin bir adet makaleyi okumaya basladim, evde de gec gitmeme ragmen fis-visa meselesine giristim. bugun de caliscam soz...
ilk gun icin fena degil...
teeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeez
rotaracttan uluslararasi iliskiler komitesi isleri
tatil icin izin, bilet, rezervasyon
banka hesaplarini duzenle
birinde internet sifren gecersiz oldu, yenisini al
printeri baglamak icin uzun kablo al
usb icin de bi kablo lazim
fis, visalari duzenle
çekmece, dolap toplama
kapinin arkasinda yigilmis o esyalara bak neymis ne diilmis, at sat bişi yap
cd'lerini duzenle, cd'lik al/yap
...
dun bu listeyi yaptim, bugun ayin 2'si yaziyi ancak tamamlayip yayinliycam. allaam dandik yaziyi yayinlamayi bile ertelemisim hale bak! neyse ama dun biraz da olsa listeden is yaptim. tez icin bir adet makaleyi okumaya basladim, evde de gec gitmeme ragmen fis-visa meselesine giristim. bugun de caliscam soz...
ilk gun icin fena degil...
Çarşamba, Ağustos 02, 2006
etkileyici soz
bunu boyle bir film fragmanindan firlamiscasina, derinden gelen ama
fisilti gibi duyulan bir ses tonuyla okuyunca size de cok etkileyici
gelmiyo mu?
" History became legend and legend became myth…
and those things which should not have been forgotten…
were lost… "
" History became legend and legend became myth…
and those things which should not have been forgotten…
were lost… "
Salı, Ağustos 01, 2006
Giden Temmuz'un Ardından
giden temmuzun ardindan,
gulumseyesim var, ne guzel bir aydın diye
dogum gunumun sahibisin, yazin en guzel ayı sensin
aglayasim var, ne cabuk gectin
her ay boyle gecerse omur cok cabuk biter diye
el sallayasım var, temmuza hoscakal,
agustosa merhaba dercesine
hüzünlenesim var, bu yaz da geldi geciyor
kışlar yaz kadar güzel olmuyor diye
düşünesim var, bu ay biriken işleri,
bugünün işini yarına bırakma diyenleri dinlemeyişimi...
gulumseyesim var, ne guzel bir aydın diye
dogum gunumun sahibisin, yazin en guzel ayı sensin
aglayasim var, ne cabuk gectin
her ay boyle gecerse omur cok cabuk biter diye
el sallayasım var, temmuza hoscakal,
agustosa merhaba dercesine
hüzünlenesim var, bu yaz da geldi geciyor
kışlar yaz kadar güzel olmuyor diye
düşünesim var, bu ay biriken işleri,
bugünün işini yarına bırakma diyenleri dinlemeyişimi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)