bir küçük pansiyon düşün deniz kenarında,
tahta masa ve sandalyeleri olsun, asmaların gölgesindeki bahçesinde,
kırmızı beyaz kareli kumaştan divanları, yastıklarla kaplı,
kahvaltını edeceğin ya da akşam üzerleri yayılıp kahve içeceğin...
deniz hemen önünde,
kumsalda minderler,
ağaçların gölgesi yetmiş, gerek kalmamış şemsiyelere...
ellerinde kitabın,
hafif bir meltem geziyor yanık teninde...
dost kahkaları duyuyorsun,
ikisi tavla oynuyor arkadaşlarının,
bir diğeri seni yüzmeye çağırıyor.
öteki elinde dondurmalar çabuk yiyin eriyecek diyor...
bir sevdiğim eksik diye düşünüyorsun...
özellikle hamakta uyuklayan aşıkları gördüğünde.
bir sevdiğim eksik...
akşam oluyor,
alınmış duşlar, yapılmış makyajlar,
herkes bodrum'a hazırlanıyor...
Tekila'cı da buluyorsun kendini,
mekanin adı gercekten "Tekila'cı",
ve tequilaya vuruyorsun kendini,
3-5-10 derken 15'i buluyor,
bir de birayla kafalar tam oluyor...
iyiden iyiye artmaya başlıyor gülüşmeler,
sesi yükseliyor masanın...
körfez'e geçiyorsun veya kule'ye,
biraz da orada devam ediyorsun...
sabaha karşı midye tava istiyor canın,
ama yine wafflecı da buluyorsun kendini,
kocaman bir waffle parçası, gözlerinin önünde, sığmaz dediğin bir ağza giriyor.
biri sana ikram etmeye çalışırken waffle'ı yanağına yapıştırıyor.
çikolata olmuş ağız burunlarla, girmiş kol kola, çizgiyi tutturamadan yürüyorsun dolmuşlara.
odanın kapısını açtığını bile hatırlamıyorsun.
hatta sabah kesin anahtarı zor buluyorsun...
sadece yatağın super geldigi var aklında,
zaten 2-3 saniye içinde de ilk rüyanı görüyorsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder