Bilmem başka havaalanlarında var mı ama ben bugüne kadar ilk kez rastladım; New York LaGuardia Havaalanında her taraf iPad dolu. Tüm kapıların önüne onlarca iPad yerleştirmişler. Hmm internete şöyle bir göz attım da LaGuardia bu uygulamada ilkmiş anlaşılan (detaylar burada). Ben de diyorum bunca havaalanı gördüm, hiç mi denk gelmedim :P Bazı havaalanlarında ücretsiz internet dahi bulamazken, interneti aracıyla beraber sunmaları süper olmuş, hizmet tamamen ücretsiz, o kadar çok ki çoluk çocuk herkese yer var, öyle kapış kapış durumu falan da yok. Hepsinin internet bağlantısı var, içinde oyunlar, uygulamalar var ayrıca her biri sipariş verebileceğiniz bir sisteme bağlı. Yemeğinizi, kahvenizi gidip sıraya girmeden söyleyebilirsiniz, hemen yanda kredi kartı geçirebileceğiniz bir zımbırtı var, olay öyle yürüyor. Ayrıca iPad açtığınızda uçuşunuzu belirlemenizi istiyor, böylece uçuşla ilgili bilgileri güncelliyor ve sizi bilgilendiriyor. Gidip ekranlarda gözünüzü yormanıza gerek kalmıyor.
havadan sudan, içten, hayattan, ondan, bundan,
şundan,
bunaldıkça, güldükçe, paylaşmak icin...
Pazartesi, Aralık 31, 2012
Pazar, Aralık 30, 2012
Şehr-i New York
Efendim New York'ta nereleri gezdik, aklımda kaldığı kadarıyla onları not düşeyim. Gidip görecek olanlara da az biraz rehberlik edeyim. Tabii bu gezme tozma işlerini iki NY'lunun önderliğinde yaptığımızı da, teşekkür eşliğinde söyleyeyim.
Metropolitan, MoMa, Natural History ve Guggenheim gezdiğimiz müzeler. Bilim merkezine vaktimiz kalmadı, hafif bir içimde kalma durumu yaşıyorum, kader utansın.
Gelelim diğerlerine, hem Manhattan'ın hem bünyelerimizin altını üstüne getirmek suretiyle meşhur 5th Avenue, Times Square, Brooklyn Bridge, Wall Street, China Town, Union Square, Chelsea Market, Soho, West Village, Central Park, Flat Iron, Grand Central Station, yıkılmış ikiz kulelerin yeni versiyonları, Empire State Building, ünlü çam ağacının ve buz pateni pistinin olduğu Rockafeller Center ki tepesine de çıktık, tüm NY'u ayaklarımız altına aldık. Ayrıca pek tabii özgürlük heykelini gördük, adanın yanından geçmek için bot turu bile yaptık. Bu bot turu esnasında, bir İstanbul slayt şovu yapıp peşinden broşür dağıtmak suretiyle İstanbul'un reklamını yapasım ve 'bunun kat kat güzeli Türkiye'de' diye bağırasım geldi, ama ne mümkün.
Bol bol sokak gezdik, mükemmel yeni yıl süslemeleriyle dolu vitrinleri izledik. Christmas'da NY başkadır dedikleri kadar varmış. Bu arada bir Off Broadway Show'a da gittik, esas Broadway şovlarına bilet bulamadık, daha küçük çaplısı olsa da son dakikada Broadway'de bir şova gitmeyi başardık.
Ne yediniz ne içtiniz sorusunu ise cevapsız bırakmaya karar verdim, 8 günde, kahve molalarıyla 25-30 ayrı yer denemişizdir. Ara öğünleri sokak hot dog'cularından ve dilim pizzacılardan sağladık.
Özetle New York seyahati gayet güzeldi, kocacım ve kardeşimle buluşmuş olmanın keyfinin yanı sıra iki eski dostla vakit geçirmek de harikaydı. Artık NY'un kurdu olmuş Seda olmasa böyle bir seyahat bile olmazdı belki, olsa da bu kadar güzel olmazdı eminim. Ayça'nın yolunun İspanya'dan NY'a tam da bizim gittiğimiz zamanda denk gelmesi ise inanılmaz bir şans ve görüşme fırsatı oldu :D
Cumartesi, Aralık 29, 2012
Sweet Home Alabama!
Sweet home Alabama
Where the skies are so blue
Sweet home Alabama
Lord, I'm coming home to you
Here I come, Alabama
Bu Sweet Home Alabama şarkısının ne zaman söyleneceğini keşfettim. New York insanı pisliği, soğuğu, pahalılığı ve karmaşıklığı ile 1 haftada telef edince, sıcacık, yeşil, temiz, olaysız, sakin evine dönerken söyleniyormuş :) Şaka bir yana, NYC macerasını geride bıraktım, Alabama'nın güvenli kollarına, aile saadetine geri döndüm. Harika vakit geçirdim, deli gibi gezdim, 1 aşkım, 1 kardeşim, 2 dostumla beraberdim. Anlatacak çok şeyim var, genelde çok şey olunca yazmayı beceremiyorum ama unutmamak için mutlaka not düşmem lazım. Elimden geleni yapacağım...
Pazartesi, Aralık 17, 2012
Biz gideriz Tennessee'ye hey Tennessee'ye
Hafta sonunu Tennessee'de geçirdim, Micheal'ın kardeşi Lee'nin Nashville'deki evine Christmas partisine davetliydik, o vesileyle düştük yollara. Böylece sağ alt köşede ayak bastığım eyaletlere bir yenisini ekledim: Tennessee, Alabama, Georgia, Florida, Mississisppi, Louisiana, Texas. Çok dolandım aşağılarda New York'a gitmek farz oldu :)
Bol abur cuburlu, güzel bir gezi oldu. Örneğin Pazar sabahı Dunkin' Donut'ta kahvaltı ettik. Favorimi hemen belirledim, Maple Donut! Bu arada Five Guys'ta cheeseburger denedim, onu da beğendim. Tabii Starbucks'ta molalarımız oldu ki her şube kendine özel bir Christmas kutlaması yapıyor. Kimi promosyon yapmış, kiminde Santa Cranberry Bliss Bar ikram ediyor. Bilmiyorum Türkiye'de var mı ama bu Cranberry barı da tavsiye listeme alabilirim.
Bu arada gittiğim ev bir grafik tasarımcıya ait olduğundan ve haliyle konukların çoğu sanatçı olduğundan, içime yine bir sanat ateşi düştü. Kesinlikle sanatla ilgili bir şeyler okumalıyım. Kursa mı gideceğim, okula mı yazılacağım, yine misafir olarak derslere mi gireceğim, her neyse, ama mutlaka yapmalıyım...
Cumartesi, Aralık 15, 2012
Fuego ve Nasıl bağlandıysa yine: Eğitim
Cuma gecesi ateşimizi bir Meksika lokantası olan Fuego'da ki Fuego da ateş demek olsa gerek, Nesrin ve Zekai ile söndürdük. Hemen de söndü sağ olsun. Hiç uzatmadı. 10 olmadan eve döndüm. Çok geçe kalmıyorum, ne derler uzun süre spor yapmayınca, o misal, hamlamışımdır zaten, birden yüklenmek olmaz.
Ne yedik, ne içtik köşemizde, 'gözüne dizine dursun' temasına yer vereceğiz, nitekim denediğim içkileri sayma imkanım yok. Passion Fruit Mojito favorimdi onu söyleyebilirim. Margaritasını beğenmedim. Herhalde 10 çeşit kadar da bira denedim, tadımlıktı, burada bira tatma işi var, müthiş ve inanılmaz gerekli. O kadar çeşit var ki bilmek mümkün olmadığı gibi, size hiç uygun olmayan bir bira çıkma olasılığı da oldukça yüksek, örneğin bana bugün şekerli mi şekerli bir bira denetti kız, lohusa şerbeti mi içiyorum, bira mı içiyorum ayırt edemedim. O kadar denemeden sonra da farklı bir bira tüketmek konusunda başarıya ulaşamadım, gidip de ne beğendin derseniz seçe seçe Samuel Adams seçtim. Kötü mü değil, ama buzdolabında da var ondan, bilmem anlatabildim mi? Bu arada Zekai onca tadımdan sonra bana acı bir gerçek açıklamak istediğini söyledi ve benim birayı sevmediğimi dile getirdi :) Gerçeklik payı olan bir tespit olabilir...
Bu arada yan masada kalabalık bir ekip vardı, yılbaşı kostümleriyle geceye katılmış, birinin doğum gününü kutluyorlardı. İddiaya girmişlerdi, kimin kostümü daha iyi yarışmasında oyumu noel baba olan sempatik bir kıza verdim, hatta gece sonunda da kucağına oturup fotoğraf bile çektirdim.
Güzel insan, güzel insan ya. Güzel insan, dil, din, ırk ayrımı yapmaz mesela. Sevgi dolu birinin ayrımcılık yapması, birilerinin kötülüğünü istemesi, hele hele onlara bilerek isteyerek zarar vermesi falan mümkün değil bence.
Eğitim kurtarır ancak bu dünyayı diyorum ya, öğreteceğimiz içeriği de biliyorum, sevmeyi öğretmeliyiz. Düşünmeyi falan da öğretelim, ama sevmeyi öğretelim en önce. Gerekirse, çamaşırı elimizde yıkar, dumanla haberleşiriz. Gökdelenlerde değil, derme çatma evlerde otururuz. Ama 20 yaşında bir gencin önce annesini öldürüp sonra ilkokulu bastığını, 20'si çocuk 28 kişiyi öldürdüğünü görmeyiz en azından tv'de. Hele, daha 3 gün önce alışveriş merkezinde taranıp ölenleri unutmamışken daha.
Perşembe, Aralık 13, 2012
Jim 'N Nick's
Bunca gözlemi, satır satır aklıma yazıyorum. Tüm duygularımı kalbimde derinlere gömüyorum. Düşüncelerimi kat kat içimde biriktiriyorum. Blogada ancak şunu yedim, bunu içtim, oraya gittim diye dökülüyorum. En kolayı bu oluyor da ondan sanırım.
Jim 'N Nick's'teydik Demet ve Zekai ile. Dakika başı masaya gelen, en son sofrada içecekler varken, 'hesap için hazır mısınız?' diye bizi dürten, sinir olduğum garson ve onun saçtığı negatif enerjiden nasibini alan masamızla değişik bir deneyimdi benim için.
Avondale Vanillaphant Porter denedim, oysa Sweetwater 420 denesem daha mutlu olurmuşum onu fark ettim. Hatırlatın da Porter denemeyeyim başka. Gerçi Samuel Adams'ınkileri sevmiştim sanki...
İşte öyle...
Pazartesi, Aralık 10, 2012
Christmas Süslemeleri
Tıpkı içi gibi hızlı bu hafta sonunda, Adine, yeğeni Cruz ve Tolga misafir olarak bizimleydi, 'Full House' buydu işte :) Bugün tıpkı Halloween'de olduğu gibi hayvanat bahçesindeydik, ufaklıklara süslemeleri gösterdik. Işıktı, balondu, oyundu bunlar için benim yaşım hiç geçmiyor sanki :) Ufaklıklar bahane. Ha bir de Cruz'la beraber buz pateni yaptık orada, not düşelim kara kaplıya.
Cumartesi, Aralık 08, 2012
Choo Choo Evan is Two
Epeydir kuzenciğimle ufaklığın doğum gününe hazırlanıyorduk. Daha doğrusu ben ona yardım ediyordum. Uzmanlık alanım (Arts & Crafts) olduğu için başarıyla :P ve pek tabii keyifle. Bizimkinin trenleri çok sevmesi sebebiyle tren temalı bir parti hazırlığı içindeydik. Parti geçti. Çok da güzel oldu, hazırladığımız railroad crossing tabelasını koyduğumuz yerden yolcularını alarak sokakta gezdiren bir tren, evin içine döşenmiş raylar, yemek vagonu olarak süslenmiş bir çocuk masası, vagon şeklinde kutuların içinde çikolatalar, tren sesi çıkaran düdükler, cupcake'ler, balonlar dahil hep aynı tonlarla yapılmış süslemeler...
Gezme Tozma
Dolu Çarşamba'dan sonra dolu bir Cuma. Akşamüstü Lucy's Cafe. Cafe'de güzel bir kahve olan Rocha Mocha. Zorlu bir mücadelenin ardından Nesrin'le buluşma, NCAA Collage Cup kapsamında stadyumda futbol maçı seyretme, işin komik yanı basket maçı zannederek gitme. P. F. Chang's'da beğendiğim, yine olsa yine içeceğim Organic Agave Margarita ile geceyi bitirme.
Perşembe, Aralık 06, 2012
çıtırım çıtır
Yazacaklarımı bekletmeyi, biriktirmeyi hiç mi hiç sevmiyorum. Öyle olduğu zaman bir görev havasına giriyorum. Gönderilerde sadece olayları özetleyip konuyu kapatmak istiyorum hızlı hızlı. Oysa yazmak keyif olmalı. Ancak ister istemez birikti yazacaklarım. Evdeki internet bağlantımız problemli olduğu için. Daha da kötüsü kaç sefer yazmaya niyetlenip de yazamadığım için hevesim de kaçtı :( Neyse başlayalım bakalım yazmaya, olduğu kadar artık...
Çarşamba geldiğimden beri en dolu günümü geçirdim sanırım. Bir günde 5-6 kuş vurmuşumdur ve okulu astım desem yeridir :) Öğlen Zekai ile çıktık yola, önce Fish Market'e (fotoda sol üst köşe) balık yemeğe gittik. Balık kokusunun haricinde güzel bir mekandı, kokuya da er geç alıştım. Somonlarımızı yiyip kalktık. Sonra kuzeye doğru yürüyüşe geçtik, buralarda yürümek hayvanlara has olduğundan, hareketimiz oldukça garipsendi. Oysa yürümek de ayrıca keyifliydi ki buralarda insan hareketi çokça özlüyor. Ne de olsa en büyük hareket alışveriş arabasını itmek gibi görünüyor. Her neyse yürüyüşümüz sırasında biraz da olsa christmas süslemelerini gördük ve son nokta olarak şehrin sanat müzesine ulaştık. Bu şehirden beklenmeyecek kadar çok eser vardı. Modern çalışmalar sadece birkaç parçayla sınırlıydı ki daha çok olmasını tercih ederdim; yine de güzeldi. Müze gezmesi bittikten sonra kuzey meselesi de ters tarafa bir yaya hareketiyle son buldu. Kendi çiftliğimize gelince Demet'le buluştuk, önce Naked Art Galerisi'ne (çoğunlukla buluntu nesnelerle yapılan sanatsal çalışmalara yer veren bir galeri) ardından da hep beraber J. Clyde'a gittik. Yanlış hatırlamıyorsam 4-5 sayfa bira çeşidi vardı menüde. Çok büyük sıkıntılar çektim seçimde :) Süper bir garsonumuz vardı da sağ olsun, daha önce deneyip sevdiklerimden yola çıkarak, iyi önerilerde bulundu, tabii Demet'in önerileri de yadsınamazdı, onu da dinledim. Hatırladığım kadarıyla not düşelim dersek, Goose Island'dan ama kimbilir ne tipi, hangi marka olduğunu bilmediğim bir chocolate stout, bir de Founders bir şey ale olması lazım... Kendimi henüz 18'ine basmış, ilk kez bara giden biri gibi hissettiğim bu uzuuun (!) günün ardından transfer işini çözüp yurda dönebildim :)
Çarşamba, Aralık 05, 2012
Türk Kahvesi
Meryem'le gizli kapaklı içtiğimiz, sıcacık ve kısacık sohbetlere meze yaptığımız Türk kahveleri, Gonca ve Turgay ile şen kahkahalı molaların bahanesine dönüşmüştü. Derken ufacık tefecik bir peri çıkageldi, hepimizin gönlünü fethetti, kahve seanslarına dahil oldu. Sonra Gonca gitti, eksik kaldı kahveler. Gökhan ortak oldu o ara, arada yaptı bile hatta, sonra mı sonra Fatma geldi, sevgi dolu kanatlarıyla Türk kahvesini sahiplendi. Kahve öğle yemeklerinin ardından gerçekleşen bir seramoniye dönüştü. Bir minik daha eklendi aramıza, Türk kahvesi tam bir ritüel oldu.
Zerre kadar özlemedim Türk kahvesini, bir gün olsun, 'olsa da içsek' demedim geldiğimden beri. Kahvenin yanındaki lokumları çekiyor canım sadece, sohbetlerini, gülümseyişlerini, kikirdeyişlerini. Bir de kahve öncesi öğle yemeklerini özlüyorum, yemekleri değil onlarla yemeyi özlüyorum. Beni seçeceğim insanlarla ıssız adaya atsan bana mısın demeyeceğim belli ki.
Zerre kadar özlemedim Türk kahvesini, bir gün olsun, 'olsa da içsek' demedim geldiğimden beri. Kahvenin yanındaki lokumları çekiyor canım sadece, sohbetlerini, gülümseyişlerini, kikirdeyişlerini. Bir de kahve öncesi öğle yemeklerini özlüyorum, yemekleri değil onlarla yemeyi özlüyorum. Beni seçeceğim insanlarla ıssız adaya atsan bana mısın demeyeceğim belli ki.
Nabeel's diye bir yere gittik bugün Demet ve Zekai ile, üniversiteye yakın. Yunan kahvesi adı altında Türk kahvesi içtim. Bulaşık suyuna benziyordu, nerede Fatma'nınkiler nerede, lokumlar nerede?
Pazartesi, Aralık 03, 2012
Bardak altlığı koleksiyonu
Rojo yazımdan sonra vesileyle bardak altlığı koleksiyonuma dair bir gönderi yapayım dedim. Koleksiyon kelimesi iddialı olabilir, amatör koleksiyon diyelim... Fotoğraf oda değişikliğinde yeni duvara taşımam esnasında çekildi, yaklaşık 2 katı altlık vardır sanıyorum. 2005 senesiydi yanlış hatırlamıyorsam, çok eğlendiğim ya da özel bir olayın olduğu gecelerden bardak altlığı saklamaya ve üzerine tarih atıp, o gece kimlerle beraber olduğumu yazmaya başladım. Bardak altlıkları birkaç tane olunca iş yerindeki kübiğimin duvarına yapıştırmaya başladım ki benim için bir fotoğraftan farksızlardı. Mesele bana hatırlattıklarıydı. Bir gün şirketten bir arkadaş, bana Guinnes bardak altlığı getirdi, o zaman Guinnes piyasa yeni çıkmıştı ve zor bulunuyordu sanıyorum. Koleksiyonuna eklersin diye düşündüm dedi. Oysa ben o zamana kadar bir koleksiyon yaptığımı düşünmüyordum, dediğim gibi anılar biriktiriyordum. Fakat kendisinin verdiği parçayla bunu bir koleksiyona dönüştürmeye karar verdim. Çılgınca bir durum yok, para verip satın almıyorum. Kendi gittiğim yerlerden topluyorum, çoğunlukla bara gidip rica ediyorum. Çok normal karşılayıp her çeşitten birer tane veriyorlar, ben de kibarlık ediyor, sadece bende olmayanları seçip alıyorum. Bir de duvarımda gördükçe toplayıp getirenler oluyor. Hatırladığım kadarıyla Almanya, Amerika, Malezya, Yunanistan'dan hediye geldi, dediğim gibi Serhat Kanada'da topluyor benim için :)
Pazar Gezmesi
Efendim bu Pazar bir değişiklik yapıp 'fantastic four' olarak tanımlanabilecek 2 Murat, 1 Zekai ve bir adet benden oluşan ekiple yaklaşık 1 saatlik mesafedeki Ave Maria Grotto'ya gittik. Joseph Zoettl biraderimizin deniz kabuğu, taş gibi topladığı parçalardan sabırla oluşturduğu, Kudüs'ün minyatür halini bizler de sabırla gezdik. Gezinin ardından ev yemeği ve bir parça Texas Hold'em ile geceyi kapattık. Dün de biraz yeni yıl alışverişi ve Don Pepe'de meksika yemeği ile geçmişti. Alışverişi sevmediğimi söylemiş miydim? Meksika yemeği ise favorim, sanırım bunu söylemiştim...
Cumartesi, Aralık 01, 2012
Üzüntü Hapı
Düzenli üzüntü alıyorum bu aralar, ilaç yutar gibi. Zehir içer gibi. Parkinson'la ilgili okuyorum her gün. Okuduklarımı kaldırabilecekmişim gibi. Bilgiler; boğazımı yırtarak mideme iniyor, alev alev oraları yakıyor, kalbimin ritmini bozup, nefesimi daraltıp, biraz ağlatmadan beynime geçmiyor. Devam etmek için tek motivasyon, beynimdekilerin sevdiğim bir beyni iyileştirmesi ihtimali...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)