Çarşamba, Kasım 01, 2006

30 yaz gördün daha, 30 kış sadece...

30 yaz gördün daha, 30 kış sadece, 5’ini hatırlamıyorsundur bile… 2 ay önceydi, damatlığın içinde, alkışlar arasında, ömrü boyunca seninle birlikte olacağına inanan sevgilinle el ele salona giriyordun. Annenin gözlerindeki yaşlar çok farklıydı şimdikinden, seviniyordu bir yandan o zaman. Oysa şimdi toprağın altında bedenin… Üstelik aldığın kurşunlarla delinmiş, kanamış, canın kim bilir ne çok acımış...
Dün karşılaşmış arkadaşlardan biri seninle otobüste, Pazar birlikte yemek yeriz demişsiniz… Önümüzdeki hafta neler yapacağını anlatmışsın. Oysa önünde değil artık o hafta. Sen “gelecek yıl”ın, “ertesi gün”ün, “bu yaz”ın anlamını kaybettiği bir yerlerdesin muhtemelen. Hala küçük bir çocuğa aitmiş gibi görünen kara gözlerinle şaşkın şaşkın bakıyorsun belki de etrafına, kim bilir.
Fotoğrafımıza bakıyorum ben de burada, hani senin gece geç yatmana rağmen sabah üşenmeyip, onca yolu geldiğin, çimenlerde yayıldığımız, denize girdiğimiz o gün çekilmiş fotoğraf. Adımla hitap etmiştin bana o gün, şaşırmıştım. Keyfimi yerine getirmek için ne çok uğraşmıştın. Hararetle bir şeyler anlatıyorsun belli ki. En az 10 kişiyiz fotoğrafta, ben buradayım hala, Murat da, Hakan da… Sen yoksun oysa. Yüzemeyeceksin bizimle bir daha.
Fasıl gecesi de hala aklımda, tokuştururken rakı kadehlerini, kim bilir neyin şerefine içiyorduk. Neden “hayat”ımızın şerefine içmek gelmez ki hiçbir zaman aklımıza. Yaşamazsak ne anlamı kalır ki sahip olduğumuz şeylerin… Ne tuhaf en değerli şeyimizin, bu kadar ucuz olması, bu kadar kolay kaybedilmesi.
Nerden bilebilirdin, giderken o yolda, adamın silahını çıkarıp seni vuracağını, sen eve dönerken alacaklarını düşünüyordun belki ya da haftaya kadar yetiştirmen gereken işleri, telefon faturanı, kuru temizlemeden alınacak ceketi, buluşmak üzere söz verdiğin, bir türlü buluşamadığınız arkadaşını, eşine çiçek almayı, babana uğramayı, henüz adresini değiştirmediğin için annenlere giden mektuplarını almayı…
Kalanlara ne demeli Koray, onlar ne yapsın? Gözpınarları kuruyana kadar ağlasalar, gözyaşlarının tamamı aksa dindirir mi acılarını? Sevecek başka insanlar bulsalar, doldurur mu yerini? Seninle birlikte abin de gitmiş, hangi kalp böylesi iki koca acıya dayanabilir ki? Torunlarını sevmeyi bekleyen ailen, bunu nasıl kaldırsın? Sanmıyorum anneciğin sakinleştiriciler olmadan ayakta kalsın…
Bu arada aramak gelmiyor kimseyi içimden, kime ne diyeyim, “başınız sağ olsun”ların biraz olsun olur mu faydası, tanımıyorum bile kimseyi, gruba posta atsam ne olacak? Bakabilecek misin maillerine? Ne kadar çok başsağlığı dileyen var görebilecek misin? Kaçı görev icabı yazmış ya da telefona sarılmış sayabilecek misin? Arayanların kaçı seni tanıyor? Kaçı tanımadan bile gerçekten üzülebiliyor? Ve seni tanıyan kaç üzgün ne telefonuna ne posta kutusuna saldırıp, seni kendince bir yazıyla uğurluyor...

Hiç yorum yok: