Uzun
uzun çaldırdı Selen Arzu’nun ev telefonunu, açmadığına şaşırdı, o
mızmızlığını bırakıp evden çıkmış olabilir miydi? Pek ihtimal vermedi
buna, duşta olduğunu düşündü, haklıydı da. Arzu bu aralar evde boş boş
oturuyor, canı hiç bir şey yapmak istemiyordu, buzdolabıyla televizyonun
önündeki koltuk arasında mekik dokuyor, sanki iyi gelecekmiş gibi
durmaksızın ağzına bir şeyler tıkıyordu. Ancak yakın arkadaşlarının
telefonlarını cevaplıyor, bir tek onlarla görüşüyordu. Selen sık sık
arıyordu onu. Çünkü hem neler hissettiğini çok iyi biliyor, hem Arzu’yu
çok iyi tanıyordu, onun bu beladan sıyrılmasının epey zaman alacağını
düşünerek, üzülüyordu arkadaşı için. Birini sevmek hiç bu kadar kötü
olamazdı. Diğerlerinde her zaman bir umut olurdu çünkü... Giyinir
süslenirdin, onu göreceğin, onunla aynı ortama gireceğin için
sevinirdin, edeceğiniz bir kaç cümle, beraber gideceğiniz bir film
heyecan verirdi, hoşlanmıyorsa bile belki bir gün hoşlanırdı o da
senden, belki bir gün gelirdi sana. Oysa evli birini sevmek bambaşka bir
şeydi. Hiç bir zaman gelmeyeceğinden emin olurdun. Sana bunu tüm
yalınlığıyla söylerlerdi. Bilirdin her zaman karısından, çocuklarından
sonra geleceğini, seni ancak fırsat bulursa arayabileceğini ve senin
asla onu arayamayacağını. Günlerce, haftalarca her telefona, onun
aradığını umarak koşardın. Belki birinde ondan olurdu telefon, çok da
sıcak olmayan bir sesle halini hatrını sorardı. İyi olup olmadığına
bakar, aslında bunu tamamen seni biraz sakinleştirmek, olası bir
çılgınlığını engellemek için yapardı. Bir delilik yapıp onu aramandan,
kalkıp yanına gitmenden, birilerine ilişkinizden bahsetmenden korkardı
aslında... Ve sen uzunca bir süre seni özlediği için aradığını
zannederdin. Esas sevdiği kadının sen olduğunu ama çocukları için o
evliliği sürdürmesi gerektiğini düşünürdün. Onu, çocuklarını düşünen bir
adam olduğu için daha çok sever, bu durumu hoş görürdün. Bir süre sonra
aramalar azaldığında ya da kulağına karısıyla nerede görüldükleri,
nasıl el ele gezdikleri, ne kadar mutlu göründükleri çalındığında, hafif
de olsa kalkardı gözündeki perde. Bir kuşku düşerdi içine, neden o
hayatına devam ederken senin süründüğünü sorgulamaya başlardın. Akıllı
bir erkekse, anlardı sesinin tonundan aklından neler geçtiğini ve seni
kaybetmemek için hemen hoşuna gidecek adımlar atardı. Bir çiçek gelirdi
evine isimsiz. Bir otel odasına davet alırdın belki. Odada yerdiniz
yemeğinizi, ne de olsa insan içine çıkamazsınız siz. Sevişirdiniz, ama
uyumazdı koynunda, karısına, gerçek yatağına dönerdi. Yalnız uyanırdın.
Bir gün evvel gözüne çok güzel görünen loş oda, güneşin içeri dolması ve
sandalyede asılı ceketin yok olmasıyla, tokat gibi gelirdi insana. Ama
yine de yüreğin durulmuş olurdu biraz. Akşam duyduğun güzel sözlerini
döndüre döndüre tekrarlardın, herşeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlar
gülümserdin kendi kendine. Ne de olsa kısıtlı bir zaman olurdu hep,
beraber geçirebileceğiniz, ancak tekrar tekrar düşünerek yayardın sen
onu tüm zamana. Başka türlü tutamazdın devamlı hayatında...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder