Sevmemelisin belki de pek fazla, bu kadar “senden” olmamalı hiç kimse,
çok fazla değer vermeye başlayınca diğerlerine, kendini unutuyorsun ne
de olsa… Canın olunca onlar senin, gidişlerinde kopuyor canından bir
parça. Hatta gideceklerini bilmek, düşünmek bile üzmeye yetiyor insanı…
Katıldığın bir aile yemeğinde ağlamaya başlıyorsun, tuvalete
kaçıp… Gözyaşlarını görmesinler diye çaktırmadan uzaklaşıp... Seni 25
yıldır ilgiyle takip eden insanlara bakıyorsun, bebekliğini
anlatıyorlar, sonra ortaokul balosundaki elbiseni, üniversitede kepinle
çekilen resmini… Sonraları işinin derdine düşmüş oluyorlar ve
sevdiğinin, kalbinin, olacak bebeklerinin…
Bir bakıyorsun küçükken çekindiğin o dağ gibi heybetli adama, kalamamış
masada, şimdi içerde yatıyor odada. Bir diğeri inat etmiş, direnmiş ama o
da uyukluyor koltukta. Kapı çalıyor, açıyorsun, o 3-5 basamakla nefes
nefese kalmış, sana hala “minik prensesim” diye hitap eden kadını
görüyorsun. Gençliğini hatırlıyorsun, nasıl da koşardı senin peşinden...
Alev topu yutmuş gibi oluyorsun. Kolunu dürtüyor o sırada biri,
tanımamış geleni, kim olduğunu soruyor, anlatıyorsun, ama biliyorsun 2
dakika içinde aynı sorunun yineleneceğini, hiçbir şey diyemiyorsun,
boğazın acıyor, yutkunuyorsun. Sonra dönüp beyaz saçlı, o nur yüzlü
kadına bakıyorsun, küçük küçük alıyor lokmaları, pek fazla bir şey
yiyemiyor, acıyor olmalı canı, ama yerinde aklı, bir yandan ne tatlı
hikayeler anlatıyor, ne çok biriktirmiş anıları. Birden korkuyorsun ne
kadar çok anı, o kadar yıl... Her geçen yıl, bir adım öteye gitmektir ve
ayrılma vakti yaklaşmış belki de ölüm az ötede beklemektedir. Sıkışıyor
kalbin…
Bunlar bir yana, diğer tarafta kendinden küçükleri görüyorsun, sadece
yaş değil ki mesele onlar için de endişelenecek şeyler buluyorsun. Bu
çocuk okumadı, ne yiyip ne içecek, nasıl geçinecek diyorsun. Bu kız çok
saf, hep sırtına saplanacak hançerler, çok acıyacak canı diye
düşünüyorsun. Yanlış birine sevdalanmış ötekini görüp, gerçeği görmesi
için öğüt vermek istiyorsun. Ben olmasam, annesi olmasa, abisi olmasa ne
olacak bunların hali diye kara düşüncelere dalıyorsun. Çok şey söylemek
istiyorsun, hiç birini dile dökemiyorsun…
Tanıdığı herkesle beraber yok olmalı insanlar diyorum bazen. Sonra kısa
kalacak ya da çok uzayacak hayatlara kıyamıyorum. Daha iyisini
bulamadığım için var olan düzene saygı duyuyorum…
Arkadaşın olsa da fark etmiyor durum, ne zaman bulacak sevecek birini ya
da babasının hastalığı düzelecek mi? Atabilecek mi kafasından o
şerefsizi, sürünmekten kurtulabilecek mi? Borçlarını ödeyebilecek mi?... soruları kurcalıyor kafanı.
Uzaklara gidecek belki bir gün diyorsun, başka şehirde, başka
birileriyle içecek akşam üstü çayını. Elbet unutmayacak seni, ama gözden
ırak olan gönülden de ırak oluyor ister istemez. Bozulacak kan
kardeşliğiniz, yutar olacaksınız lokmaları birbirinizsiz. O ağlamaya
alıştığın omuz olmayacak, sana akıl verip uyaramayacak…
Sevgilinden ayrıldığında da... Parmaklarının arasında dolanan
parmakların boşluğunu hissedeceksin. Durmaksızın neler yaptığınızı,
geçirdiğiniz vakitleri hayal edeceksin. Hiçbir işe yaramayacak. Kalbin ağrıyacak, bildiğin ağrıyacak,
göğsünde bir ağırlık hissedeceksin. Kimi zaman anlamsızlaşacak
bakışların, kimi zaman kıp kırmızı olacak ağlamaktan gözlerin. Göz
pınarlarından gözyaşı eksik olmayacak. Hayalete döneceksin. Onsuz bir
hiç olduğunu düşünüp, başını yastıklara gömeceksin…
Belki de çok sevmemeli insan,
Yoksa kurtulamıyor acıdan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder