Pazartesi, Aralık 31, 2012

Havaalanında iPad'in bini bir para!


Bilmem başka havaalanlarında var mı ama ben bugüne kadar ilk kez rastladım; New York LaGuardia Havaalanında her taraf iPad dolu. Tüm kapıların önüne onlarca iPad yerleştirmişler. Hmm internete şöyle bir göz attım da LaGuardia bu uygulamada ilkmiş anlaşılan (detaylar burada). Ben de diyorum bunca havaalanı gördüm, hiç mi denk gelmedim :P Bazı havaalanlarında ücretsiz internet dahi bulamazken, interneti aracıyla beraber sunmaları süper olmuş, hizmet tamamen ücretsiz, o kadar çok ki çoluk çocuk herkese yer var, öyle kapış kapış durumu falan da yok. Hepsinin internet bağlantısı var, içinde oyunlar, uygulamalar var ayrıca her biri sipariş verebileceğiniz bir sisteme bağlı. Yemeğinizi, kahvenizi gidip sıraya girmeden söyleyebilirsiniz, hemen yanda kredi kartı geçirebileceğiniz bir zımbırtı var, olay öyle yürüyor. Ayrıca iPad açtığınızda uçuşunuzu belirlemenizi istiyor, böylece uçuşla ilgili bilgileri güncelliyor ve sizi bilgilendiriyor. Gidip ekranlarda gözünüzü yormanıza gerek kalmıyor.

Pazar, Aralık 30, 2012

Şehr-i New York

Efendim New York'ta nereleri gezdik, aklımda kaldığı kadarıyla onları not düşeyim. Gidip görecek olanlara da az biraz rehberlik edeyim. Tabii bu gezme tozma işlerini iki NY'lunun önderliğinde yaptığımızı da, teşekkür eşliğinde söyleyeyim.

Metropolitan, MoMa, Natural History ve Guggenheim gezdiğimiz müzeler. Bilim merkezine vaktimiz kalmadı, hafif bir içimde kalma durumu yaşıyorum, kader utansın. 

Gelelim diğerlerine, hem Manhattan'ın hem bünyelerimizin altını üstüne getirmek suretiyle meşhur 5th Avenue, Times Square, Brooklyn Bridge, Wall Street, China Town, Union Square, Chelsea Market, Soho, West Village, Central Park, Flat Iron, Grand Central Station, yıkılmış ikiz kulelerin yeni versiyonları, Empire State Building, ünlü çam ağacının ve buz pateni pistinin olduğu Rockafeller Center ki tepesine de çıktık, tüm NY'u ayaklarımız altına aldık. Ayrıca pek tabii özgürlük heykelini gördük, adanın yanından geçmek için bot turu bile yaptık. Bu bot turu esnasında, bir İstanbul slayt şovu yapıp peşinden broşür dağıtmak suretiyle İstanbul'un reklamını yapasım ve 'bunun kat kat güzeli Türkiye'de' diye bağırasım geldi, ama ne mümkün.

Bol bol sokak gezdik, mükemmel yeni yıl süslemeleriyle dolu vitrinleri izledik. Christmas'da NY başkadır dedikleri kadar varmış. Bu arada bir Off Broadway Show'a da gittik, esas Broadway şovlarına bilet bulamadık, daha küçük çaplısı olsa da son dakikada Broadway'de bir şova gitmeyi başardık.

Ne yediniz ne içtiniz sorusunu ise cevapsız bırakmaya karar verdim, 8 günde, kahve molalarıyla 25-30 ayrı yer denemişizdir. Ara öğünleri sokak hot dog'cularından ve dilim pizzacılardan sağladık.

Özetle New York seyahati gayet güzeldi, kocacım ve kardeşimle buluşmuş olmanın keyfinin yanı sıra iki eski dostla vakit geçirmek de harikaydı. Artık NY'un kurdu olmuş Seda olmasa böyle bir seyahat bile olmazdı belki, olsa da bu kadar güzel olmazdı eminim. Ayça'nın yolunun İspanya'dan NY'a tam da bizim gittiğimiz zamanda denk gelmesi ise inanılmaz bir şans ve görüşme fırsatı oldu :D

Cumartesi, Aralık 29, 2012

Sweet Home Alabama!



Sweet home Alabama
Where the skies are so blue
Sweet home Alabama
Lord, I'm coming home to you
Here I come, Alabama

Bu Sweet Home Alabama şarkısının ne zaman söyleneceğini keşfettim. New York insanı pisliği, soğuğu, pahalılığı ve karmaşıklığı ile 1 haftada telef edince,  sıcacık, yeşil, temiz, olaysız, sakin evine dönerken söyleniyormuş :) Şaka bir yana, NYC macerasını geride bıraktım, Alabama'nın güvenli kollarına, aile saadetine geri döndüm. Harika vakit geçirdim, deli gibi gezdim, 1 aşkım, 1 kardeşim, 2 dostumla beraberdim. Anlatacak çok şeyim var, genelde çok şey olunca yazmayı beceremiyorum ama unutmamak için mutlaka not düşmem lazım. Elimden geleni yapacağım...

Pazartesi, Aralık 17, 2012

Biz gideriz Tennessee'ye hey Tennessee'ye

Hafta sonunu Tennessee'de geçirdim, Micheal'ın kardeşi Lee'nin Nashville'deki evine Christmas partisine davetliydik, o vesileyle düştük yollara. Böylece sağ alt köşede ayak bastığım eyaletlere bir yenisini ekledim: Tennessee, Alabama, Georgia, Florida, Mississisppi, Louisiana, Texas. Çok dolandım aşağılarda New York'a gitmek farz oldu :)
Bol abur cuburlu, güzel bir gezi oldu. Örneğin Pazar sabahı Dunkin' Donut'ta kahvaltı ettik. Favorimi hemen belirledim, Maple Donut! Bu arada Five Guys'ta cheeseburger denedim, onu da beğendim. Tabii Starbucks'ta molalarımız oldu ki her şube kendine özel bir Christmas kutlaması yapıyor. Kimi promosyon yapmış, kiminde Santa Cranberry Bliss Bar ikram ediyor. Bilmiyorum Türkiye'de var mı ama bu Cranberry barı da tavsiye listeme alabilirim. 
Bu arada gittiğim ev bir grafik tasarımcıya ait olduğundan ve haliyle konukların çoğu sanatçı olduğundan, içime yine bir sanat ateşi düştü. Kesinlikle sanatla ilgili bir şeyler okumalıyım. Kursa mı gideceğim, okula mı yazılacağım, yine misafir olarak derslere mi gireceğim, her neyse, ama mutlaka yapmalıyım...

Cumartesi, Aralık 15, 2012

Fuego ve Nasıl bağlandıysa yine: Eğitim

Cuma gecesi ateşimizi bir Meksika lokantası olan Fuego'da ki Fuego da ateş demek olsa gerek, Nesrin ve Zekai ile söndürdük. Hemen de söndü sağ olsun. Hiç uzatmadı. 10 olmadan eve döndüm. Çok geçe kalmıyorum, ne derler uzun süre spor yapmayınca, o misal, hamlamışımdır zaten, birden yüklenmek olmaz. 
Ne yedik, ne içtik köşemizde, 'gözüne dizine dursun' temasına yer vereceğiz, nitekim denediğim içkileri sayma imkanım yok. Passion Fruit Mojito favorimdi onu söyleyebilirim. Margaritasını beğenmedim. Herhalde 10 çeşit kadar da bira denedim, tadımlıktı, burada bira tatma işi var, müthiş ve inanılmaz gerekli. O kadar çeşit var ki bilmek mümkün olmadığı gibi, size hiç uygun olmayan bir bira çıkma olasılığı da oldukça yüksek, örneğin bana bugün şekerli mi şekerli bir bira denetti kız, lohusa şerbeti mi içiyorum, bira mı içiyorum ayırt edemedim. O kadar denemeden sonra da farklı bir bira tüketmek konusunda başarıya ulaşamadım, gidip de ne beğendin derseniz seçe seçe Samuel Adams seçtim. Kötü mü değil, ama buzdolabında da var ondan, bilmem anlatabildim mi? Bu arada Zekai onca tadımdan sonra bana acı bir gerçek açıklamak istediğini söyledi ve benim birayı sevmediğimi dile getirdi :) Gerçeklik payı olan bir tespit olabilir...
Bu arada yan masada kalabalık bir ekip vardı, yılbaşı kostümleriyle geceye katılmış, birinin doğum gününü kutluyorlardı. İddiaya girmişlerdi, kimin kostümü daha iyi yarışmasında oyumu noel baba olan sempatik bir kıza verdim, hatta gece sonunda da kucağına oturup fotoğraf bile çektirdim. 
Güzel insan, güzel insan ya. Güzel insan, dil, din, ırk ayrımı yapmaz mesela. Sevgi dolu birinin ayrımcılık yapması, birilerinin kötülüğünü istemesi, hele hele onlara bilerek isteyerek zarar vermesi falan mümkün değil bence. 
Eğitim kurtarır ancak bu dünyayı diyorum ya, öğreteceğimiz içeriği de biliyorum, sevmeyi öğretmeliyiz. Düşünmeyi falan da öğretelim, ama sevmeyi öğretelim en önce. Gerekirse, çamaşırı elimizde yıkar, dumanla haberleşiriz. Gökdelenlerde değil, derme çatma evlerde otururuz. Ama 20 yaşında bir gencin önce annesini öldürüp sonra ilkokulu bastığını, 20'si çocuk 28 kişiyi öldürdüğünü görmeyiz en azından tv'de. Hele, daha 3 gün önce alışveriş merkezinde taranıp ölenleri unutmamışken daha.

Perşembe, Aralık 13, 2012

Jim 'N Nick's

Bunca gözlemi, satır satır aklıma yazıyorum. Tüm duygularımı kalbimde derinlere gömüyorum. Düşüncelerimi kat kat içimde biriktiriyorum. Blogada ancak şunu yedim, bunu içtim, oraya gittim diye dökülüyorum. En kolayı bu oluyor da ondan sanırım.

Jim 'N Nick's'teydik Demet ve Zekai ile. Dakika başı masaya gelen, en son sofrada içecekler varken, 'hesap için hazır mısınız?' diye bizi dürten, sinir olduğum garson ve onun saçtığı negatif enerjiden nasibini alan masamızla değişik bir deneyimdi benim için. 

Avondale Vanillaphant Porter denedim, oysa Sweetwater 420 denesem daha mutlu olurmuşum onu fark ettim. Hatırlatın da Porter denemeyeyim başka. Gerçi Samuel Adams'ınkileri sevmiştim sanki...

İşte öyle...

Pazartesi, Aralık 10, 2012

Christmas Süslemeleri

Tıpkı içi gibi hızlı bu hafta sonunda, Adine, yeğeni Cruz ve Tolga misafir olarak bizimleydi, 'Full House' buydu işte :) Bugün tıpkı Halloween'de olduğu gibi hayvanat bahçesindeydik, ufaklıklara süslemeleri gösterdik. Işıktı, balondu, oyundu bunlar için benim yaşım hiç geçmiyor sanki :) Ufaklıklar bahane. Ha bir de Cruz'la beraber buz pateni yaptık orada, not düşelim kara kaplıya.

Cumartesi, Aralık 08, 2012

Choo Choo Evan is Two

Epeydir kuzenciğimle ufaklığın doğum gününe hazırlanıyorduk. Daha doğrusu ben ona yardım ediyordum. Uzmanlık alanım (Arts & Crafts) olduğu için başarıyla :P ve pek tabii keyifle. Bizimkinin trenleri çok sevmesi sebebiyle tren temalı bir parti hazırlığı içindeydik. Parti geçti. Çok da güzel oldu, hazırladığımız railroad crossing tabelasını koyduğumuz yerden yolcularını alarak sokakta gezdiren bir tren, evin içine döşenmiş raylar, yemek vagonu olarak süslenmiş bir çocuk masası, vagon şeklinde kutuların içinde çikolatalar, tren sesi çıkaran düdükler, cupcake'ler, balonlar dahil hep aynı tonlarla yapılmış süslemeler...

Gezme Tozma

Dolu Çarşamba'dan sonra dolu bir Cuma. Akşamüstü Lucy's Cafe. Cafe'de güzel bir kahve olan Rocha Mocha. Zorlu bir mücadelenin ardından Nesrin'le buluşma, NCAA Collage Cup kapsamında stadyumda futbol maçı seyretme, işin komik yanı basket maçı zannederek gitme. P. F. Chang's'da beğendiğim, yine olsa yine içeceğim Organic Agave Margarita ile geceyi bitirme.

Perşembe, Aralık 06, 2012

çıtırım çıtır

Yazacaklarımı bekletmeyi, biriktirmeyi hiç mi hiç sevmiyorum. Öyle olduğu zaman bir görev havasına giriyorum. Gönderilerde sadece olayları özetleyip konuyu kapatmak istiyorum hızlı hızlı. Oysa yazmak keyif olmalı. Ancak ister istemez birikti yazacaklarım. Evdeki internet bağlantımız problemli olduğu için. Daha da kötüsü kaç sefer yazmaya niyetlenip de yazamadığım için hevesim de kaçtı :( Neyse başlayalım bakalım yazmaya, olduğu kadar artık...

Çarşamba geldiğimden beri en dolu günümü geçirdim sanırım. Bir günde 5-6 kuş vurmuşumdur ve okulu astım desem yeridir :) Öğlen Zekai ile çıktık yola, önce Fish Market'e (fotoda sol üst köşe) balık yemeğe gittik. Balık kokusunun haricinde güzel bir mekandı, kokuya da er geç alıştım. Somonlarımızı yiyip kalktık. Sonra kuzeye doğru yürüyüşe geçtik, buralarda yürümek hayvanlara has olduğundan, hareketimiz oldukça garipsendi. Oysa yürümek de ayrıca keyifliydi ki buralarda insan hareketi çokça özlüyor. Ne de olsa en büyük hareket alışveriş arabasını itmek gibi görünüyor. Her neyse yürüyüşümüz sırasında biraz da olsa christmas süslemelerini gördük ve son nokta olarak şehrin sanat müzesine ulaştık. Bu şehirden beklenmeyecek kadar çok eser vardı. Modern çalışmalar sadece birkaç parçayla sınırlıydı ki daha çok olmasını tercih ederdim; yine de güzeldi. Müze gezmesi bittikten sonra kuzey meselesi de ters tarafa bir yaya hareketiyle son buldu. Kendi çiftliğimize gelince Demet'le buluştuk, önce Naked Art Galerisi'ne (çoğunlukla buluntu nesnelerle yapılan sanatsal çalışmalara yer veren bir galeri) ardından da hep beraber J. Clyde'a gittik. Yanlış hatırlamıyorsam 4-5 sayfa bira çeşidi vardı menüde. Çok büyük sıkıntılar çektim seçimde :) Süper bir garsonumuz vardı da sağ olsun, daha önce deneyip sevdiklerimden yola çıkarak, iyi önerilerde bulundu, tabii Demet'in önerileri de yadsınamazdı, onu da dinledim. Hatırladığım kadarıyla not düşelim dersek, Goose Island'dan ama kimbilir ne tipi, hangi marka olduğunu bilmediğim bir chocolate stout, bir de Founders bir şey ale olması lazım... Kendimi henüz 18'ine basmış, ilk kez bara giden biri gibi hissettiğim bu uzuuun (!) günün ardından transfer işini çözüp yurda dönebildim :)

Çarşamba, Aralık 05, 2012

Türk Kahvesi

Meryem'le gizli kapaklı içtiğimiz, sıcacık ve kısacık sohbetlere meze yaptığımız Türk kahveleri, Gonca ve Turgay ile şen kahkahalı molaların bahanesine dönüşmüştü. Derken ufacık tefecik bir peri çıkageldi, hepimizin gönlünü fethetti, kahve seanslarına dahil oldu. Sonra Gonca gitti, eksik kaldı kahveler. Gökhan ortak oldu o ara, arada yaptı bile hatta, sonra mı sonra Fatma geldi, sevgi dolu kanatlarıyla Türk kahvesini sahiplendi. Kahve öğle yemeklerinin ardından gerçekleşen bir seramoniye dönüştü. Bir minik daha eklendi aramıza, Türk kahvesi tam bir ritüel oldu.
Zerre kadar özlemedim Türk kahvesini, bir gün olsun, 'olsa da içsek' demedim geldiğimden beri. Kahvenin yanındaki lokumları çekiyor canım sadece, sohbetlerini, gülümseyişlerini, kikirdeyişlerini. Bir de kahve öncesi öğle yemeklerini özlüyorum, yemekleri değil onlarla yemeyi özlüyorum. Beni seçeceğim insanlarla ıssız adaya atsan bana mısın demeyeceğim belli ki.
Nabeel's diye bir yere gittik bugün Demet ve Zekai ile, üniversiteye yakın. Yunan kahvesi adı altında Türk kahvesi içtim. Bulaşık suyuna benziyordu, nerede Fatma'nınkiler nerede, lokumlar nerede?

Pazartesi, Aralık 03, 2012

Bardak altlığı koleksiyonu

Rojo yazımdan sonra vesileyle bardak altlığı koleksiyonuma dair bir gönderi yapayım dedim. Koleksiyon kelimesi iddialı olabilir, amatör koleksiyon diyelim... Fotoğraf oda değişikliğinde yeni duvara taşımam esnasında çekildi, yaklaşık 2 katı altlık vardır sanıyorum. 2005 senesiydi yanlış hatırlamıyorsam, çok eğlendiğim ya da özel bir olayın olduğu gecelerden bardak altlığı saklamaya ve üzerine tarih atıp, o gece kimlerle beraber olduğumu yazmaya başladım. Bardak altlıkları birkaç tane olunca iş yerindeki kübiğimin duvarına yapıştırmaya başladım ki benim için bir fotoğraftan farksızlardı. Mesele bana hatırlattıklarıydı. Bir gün şirketten bir arkadaş, bana Guinnes bardak altlığı getirdi, o zaman Guinnes piyasa yeni çıkmıştı ve zor bulunuyordu sanıyorum. Koleksiyonuna eklersin diye düşündüm dedi. Oysa ben o zamana kadar bir koleksiyon yaptığımı düşünmüyordum, dediğim gibi anılar biriktiriyordum. Fakat kendisinin verdiği parçayla bunu bir koleksiyona dönüştürmeye karar verdim. Çılgınca bir durum yok, para verip satın almıyorum. Kendi gittiğim yerlerden topluyorum, çoğunlukla bara gidip rica ediyorum. Çok normal karşılayıp her çeşitten birer tane veriyorlar, ben de kibarlık ediyor, sadece bende olmayanları seçip alıyorum. Bir de duvarımda gördükçe toplayıp getirenler oluyor. Hatırladığım kadarıyla Almanya, Amerika, Malezya, Yunanistan'dan hediye geldi, dediğim gibi Serhat Kanada'da topluyor benim için :)

Pazar Gezmesi

Efendim bu Pazar bir değişiklik yapıp 'fantastic four' olarak tanımlanabilecek 2 Murat, 1 Zekai ve bir adet benden oluşan ekiple yaklaşık 1 saatlik mesafedeki Ave Maria Grotto'ya gittik. Joseph Zoettl biraderimizin deniz kabuğu, taş gibi topladığı parçalardan sabırla oluşturduğu, Kudüs'ün minyatür halini bizler de sabırla gezdik. Gezinin ardından ev yemeği ve bir parça Texas Hold'em ile geceyi kapattık. Dün de biraz yeni yıl alışverişi ve Don Pepe'de meksika yemeği ile geçmişti. Alışverişi sevmediğimi söylemiş miydim? Meksika yemeği ise favorim, sanırım bunu söylemiştim...

Cumartesi, Aralık 01, 2012

Üzüntü Hapı

Düzenli üzüntü alıyorum bu aralar, ilaç yutar gibi. Zehir içer gibi. Parkinson'la ilgili okuyorum her gün. Okuduklarımı kaldırabilecekmişim gibi. Bilgiler; boğazımı yırtarak mideme iniyor, alev alev oraları yakıyor, kalbimin ritmini bozup, nefesimi daraltıp, biraz ağlatmadan beynime geçmiyor. Devam etmek için tek motivasyon, beynimdekilerin sevdiğim bir beyni iyileştirmesi ihtimali...

Cuma, Kasım 30, 2012

Rojo

Bir Cuma'yı olsun az biraz Cuma gibi geçirdim sonunda. Türkiye'de herhangi bir hafta içi akşamıma tekabül ediyordu, okul çıkışı Turgay'ı, Alper'i takmışım koluma, 1-2 saat takılmışım gibi. Ama olsun, buradaki anti-sosyalliğimin içinde müthiş bir eğlenceymiş gibi geldi. Rojo'ya gittik, Tunalı Kıtır'a benziyor havası. Bu çılgın (!) eğlence nasıl mı gerçekleşti? Zekai'nin sayesinde Demet'le tanıştım, oldukça benden birine benziyor kendisi. O götürdü bizi...

Yerel biralardan Good People Brown Ale'yi denedim, sevdim. Farklı 2 çeşit daha yerel bira denemiştim ama adlarını unuttum, hay allah... Bu arada bardak altlığı koleksiyonum için bir parça almayı da unutmadım :) Bardak altı koleksiyonuma katkıda bulunmak isteyen olursa elime mum diksin. Bu öneriyi kendisi bana getiren Kanada temsilcim Serhat'a buradan teşekkürü borç bilirim :) Benim için Kanada'dan topladığı 9 parça vardı en son :D

Perşembe, Kasım 29, 2012

Mektup

Sürprizi kaçmasın diye paylaşamadığım heyecanları yazma zamanım geldi. Bilenler bilir burası kart cennetidir. Tıpkı el işi mağazalarında kendimi kaybettiğim gibi, rengarenk, neşeli kartların içinde de kaybettim ben haliyle kendimi. Aileme ve bir kısım arkadaşıma postalamak üzere tek tek kart seçtim, saatlerimi aldı, ama çok keyifliydi. Sürpriz yapmak uğruna maalesef yalnızca adreslerini ezbere bildiklerime gönderebildim. İki de işbirlikçim vardı ;) 

Görünen o ki, en yakın arkadaşımınki hariç kartlar artık yerlerini buldu. Hatta cevap bile geldi :D Acaip bir duygu mektup almak, yollamak da öyle, sıcacık bir his, küçükken de çok severdim mektuplaşmayı. İlkokuldaydım komşunun kızı Reyhan vardı, Kayseri'ye taşınmışlardı, ilk mektup arkadaşım oydu sanırım, helal bana hala adını unutmamışım. Üniversitenin ilk yıllarında dahi mektuplaşıyordum Amerika ve Almanya'daki arkadaşlarımla. Sonra e-postaya terfi olduk (!). Gerçi not yazma alışkanlığımı hiç kaybetmedim, sıklıkla aileme, yakın arkadaşlarıma ve pek tabii sevdiceklerime* not yazardım. 

Diyeceğim o ki peşpeşe iki tane mektup aldım. Mektuba bu kadar sevinmek, sevinç göstermek ne kadar güzel. İçim kıpır kıpır etti :D Aynı hisleri kendim yollarken ve onların eline ulaştığını öğrendiğimde de hissetmiştim. Gelenlerden birinde bana özel yapılmış ufak çaplı çizimler var, diğerinde tam bana göre bir hediye, ufacık not defteri. Üstelik de geldiğimden beri kendime ufak not defteri aradığımı ama bir türlü beğenemediğimi hissetmiş gibi :)

*Sevdicek diye kelime yok TDK'da, biliyorum sevdiceğim çok da doğru geliyor kulağıma.

Yolun yarısı

Ayın yirmi sekizi,
'Yolun yarısı eder',
'Dante gibi ortasındayız ömrün'...

Salı, Kasım 27, 2012

Bir yanım diyor ki

Çocuk ailene vermek için fazla büyük bir hediye değil mi ya? Çocuk yapmak, hayatını yeterince yaşadığını, artık gerisini yaşamak istemeyip, çocuğuna bağışlamayı kabul ettiğin bir sözleşmeyi imzalamak değil mi? Yok efendim 'yaşlandığında bla bla bla' komik bir hikaye sadece; çocuğa harcayacağın parayı kenara koysan, kendine çift bakıcı tutarsın, bir de yük oldum derdi taşımazsın. Nedir bu üstümüzdeki ve içimizdeki çocuk baskısı, çok saçma değil mi? Sevecek adam mı kalmadı dünyada, ilgini gösterecek her şey mi tükendi, zevkle vakit geçireceklerin tamamı çuvala mı girdi, yaşamımız bu kadar mı değersiz? Çocukla geçireceğin zamana kendi hayatın denebilir mi? Oy oy oy...

Pazar, Kasım 25, 2012

Bisikletten Düştüm :(

Cumartesi bisikletten düştüm :( Kendimi sohbete kaptırmış, tek elimi bırakmış, elimle bir şey gösteriyordum; birden yokuşa geldik, ben de frene bastım. Yerinde kalan el ön fren olduğu için, yokuş aşağı güzel bir uçuş gerçekleştirdim, neyse ki takla atmadım. Çürük, sıyrık, delik ve oyuk gibi çeşitli tiplerde yaralanmalarım var. Özellikle sol elim acıyor, sanırım iyileşmesi epeyce zaman alacak :(

Öğretmenler Günü

Bu dünya kurtulacaksa, bu yalnız eğitimle olur, eğitim de ancak iyi öğretmenlerle. Mesleğinin hakkını veren tüm öğretmenlerin ellerinden öpüyor ve kendiminki de dahil olmak üzere tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyorum. 

Üniversitede eğitim verdiği için kendinin öğretmen olmadığını savunan, öğrencilerine ilişkin böylesi bir sorumluluk taşımadığını söyleyen biriyle tanışmıştım. Yazık... Başta kendi ülkemiz olmak üzere, dünyada öğretmenlerin düşürülen değerlerine aldanmış olacak ki öğretmenliği kendine yakıştıramıyordu anlaşılan. Oysa ben gurur duyuyorum. Nitekim öğretmenler günü vesilesiyle canım öğrencilerimden birinden aldığım mesaj, niye mesleğimle gurur duyduğumu hatırlatıyor: 'Öğrencisini ötekileştirmeden hepsine eşit davranabilen ve verdiği değeri hissettirmekten hiçbir zaman çekinmeyen bir öğretmen olduğunuz için teşekkür ederim. Hayat iyi ki sizinle yollarımı kesiştirdi. Öğretmenler gününüz kutlu olsun ve yüzünüzden o sıcak gülümsemeniz hiç eksik olmasın. Öğretmene değer veren topluma kavuşabilmek ümidiyle...'
-Öğretmene değer veren topluma kavuşabilmek- ne de yerinde ve aslında ne de üzücü bir dilek. Türkiye'nin durumu gün geçtikçe kötüleşiyorsa sebebi gün geçtikçe kötüleşen eğitimimiz, değersizleşen ve değersizleştirilen öğretmenlerimiz. Nitekim Başöğretmen Atatürk her zamanki inanılmaz ileri görüşlü haliyle seslenmiş öğretmenlere: 'Öğretmenler; Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri, yeni nesli sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek kararkterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir... Sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır.' Bu işi bu zamana kadar kotaramadık, acaba bugünden sonra başarabilir miyiz? Ümidim az ama denemekten başka çarem yok...

Cumartesi, Kasım 24, 2012

Black Friday

Efendim, vesileyle Black Friday gününü de bu topraklardayken görmüş olduk. Şükran gününün ertesi günü -Cuma'ya denk geliyor- 'Kara Cuma' olarak adlandırılıyor ve çoğu dükkan ekstra indirimler yaparak, geceden kapılarını açıyor ve genel olarak Christmas alışveriş çılgınlığı böylece başlamış oluyor. Gittin gördün mü, kalabalıkta ezilme tehlikesi atlattın mı derseniz, tabii ki hayır derim. Neden mi 1) alışveriş sevmiyorum. 2) kalabalık sevmiyorum. 3) ne alırsam alayım fark etmez kuyruk sevmiyorum. Söz konusu maddeler kara cumanın temel taşları...
Şuna benzer bir şey okumuştum geçen bayıldım: 'Sahip oldukları için şükrettiklerinin ertesi günü çılgınca alışverişe koşmak bir tek Amerika'da olur zaten'. İşte bu hesap ;) Canına yandığımın kapitalist ülkesi...

Cuma, Kasım 23, 2012

Thanksgiving

Şükran gününü harbi bir Amerikan ailesinde, Michael'ların ailesinin evinde geçirdim. Hindi, bal kabağı tartı ve bilimum çeşit şükran günü özel yemeği yedim. Şükranların sunulduğu duaya eşlik ettim. Antikalarla dolu oldukça enteresan bir ortamdı. Güzel bir öğleden sonraydı...

Perşembe, Kasım 22, 2012

Homesick

O gün bugün işte! Ev hasretinin ciğerimi cayır cayır yaktığı gün bugün. İlk haftadan sonra toparlamıştım kendimi, şurada geçireceğim kısıtlı zamanın keyfini çıkartmaya odaklanmıştım. Aradaki binlerce kilometreyi, şimdi atlasalar gelmelerinin alacağı onlarca saati bilmezlikten gelmiştim bir nevi. Ara ara yoklayan hafif sızıyı olağan karşılamış, yoluma bakmıştım.

Sonra, dün gece yatınca soğuk yatağa, yalnız başıma, çok acıdı içim. Bırak uyanık geçirdiğim saatleri, o kollarımın arasında olmadan uykuya bile keyifle dalınmadığını, gece doğru dürüst uyunmadığını fark ettim. Kesik bir uykuyla sabahı ettim, sonra uyandım; bu sabaha uyandım, kabusların etkisiyle mutsuz, bir o kadar kızgın uyandım. Ve işte o an, annemin kahvaltı sofrasında olmalıydım. Onun yaptığı çayı yudumlamalı, sevdiğim peyniri bilip de getirdiği masanın kenarında oturmalıydım. Beni sakinleştirmesine izin vermeli, kendimi kollarına bırakmalıydım. Aklımı kurcalayan konuyu babama sormalı, yeryüzünde alınabilecek en doğru cevabı tek celsede o sofrada duymalıydım. Kardeşimi kızdırmalıydım sofradan domates çalarak ve köpeğimizle oynamalıydım. Kahvaltıdan sonra kocacığım ‘kahveni iç de kalkalım’ demeli, dostlarımın yanına gezmeye çıkmalıydım. İlk dostumu, en hakiki dostumu, kardeşimi de kandırmalı, evden çıkarken onu da yanıma almalıydım.

Kalbim en ağır metale dönüştü sanki bugün,
Ben taşıyamaz oldum.
Kan dolaşmaz, nefes alınmaz oldu,
Ben buralara dayanamaz oldum.

Salı, Kasım 20, 2012

Good News

Haberler iyi;
Amerikalı doktor koleksiyonuma bir yenisini daha ekledim.
Oldukça sempatik bir hoca. İşbirliği yapmaya da gönüllü :)

Pazartesi, Kasım 19, 2012

Yürüyüş

Havalar bir dengesiz burada, geçen hafta kazak ve üstünde montla donarken, bugün tişörtle gezdim sokakta. Türkiye'ye döndüğümde en çok neyi özleyeceğimi biliyorum burada: yemyeşil çevreyi. Doğanın sonbaharı karşılayışı temasının hakim olduğu yine de güneşin eksik olmadığı uzun bir yürüyüş yaptım bugün. Fotoğraflar yürüyüşten, tıklayınız büyütmek serbest :) Sol alt köşedekiler kuruyup dökülmüş yapraklar ve benim en sevdiğim şeylerden biri, onların üzerinden yürüyüp çıtırtılarını dinlemek :D

Pazar, Kasım 18, 2012

Cum Cum Cumartesi

Bugün Galleria'ya gittik. Biraz gezdik. Fotoğraftan göreceğiniz üzere çamlar, ışıklandırmalarla yeni yıl havasına girilmiş, ortadaki de atlıkarınca ama bilmem hep mi var yoksa yeni yıl için mi...
Galleria'da Great Wraps'ta yedik. Benim tercihim her zamanki gibi tavuktan yana oldu, Chipotle Chicken Wrap yedim. Biberli peyniri seviyorum, Pepper Jack'in olduğu bir dürüm seçtim, azıcık yandım ama güzeldi. Haagen'dan pecan butter ve kahveli dondurma da cabasıydı. Yeri gelmişken söyleyeyim pecan cevize oldukça benzer, ama bana sorarsanız daha güzel bir şey. Kendisini beğeniyorum, bildiğim kadarıyla Türkiye'de yok, olsa da yesek :) 

Gelelim Cumartesi gecesi eğlencesine (!) sinemada Skyfall'u izledik. Bu filmden sonra tekrar fark ettim ki ben bu tip standart Hollywood yapımlarından iyice sıkıldım. Bir kere Daniel Craig'i beğeniyoruz iyi hoş, ama bana göre James Bond'a az daha karizmatik biri lazım. Craig'i en beğendiğim film Golden Compass'tı lanet olasının devamı çekilmedi. Oysa ben pek beğenmiştim :S Neyse Bond filmine geri dönersek ben pek etkileyici bir hikaye bulamadim ya da bu Bond filmleri hep böyle az fikir çok hareketti de ben mi fazla yaşlandım kestiremiyorum. Keyifle izlediğim son Hollywood filmi neydi hatırlamaya çalışıyorum, Hangover? Sherlock Holmes? Bir listesini yapayım sevdiğim filmlerin, şöyle bir uygulama yok mu: ben sevdiğim filmleri gireceğim o bana başka hangi filmleri sevebileceğime dair öneri getirecek. Bunu müzikte yapıyorlar aslında, kesin film için de yapılabilir. Var mı böyle bir program bilen?

Cumartesi, Kasım 17, 2012

Sıkıntı


Zaz'la Les Passants döngüsüne girmek, tek şarkıyla sabahı etmek, şarap içmek, karanlıkta oturmak ve internetteki tüm varlığını yok etmek için ne de uygun bir gece :(

Perşembe, Kasım 15, 2012

Analar neler doğuruyor

Analar neler doğuruyor köşemizde Adam Levine var. Kendisi Maroon 5'ın solisti. Bilmem meşhur oldukları ilk şarkı o mu ama ben bu Maroon 5'ı This Love şarkısı çıktığından beri severim, dinlerim. Neredeyse 10 yıl olmuştur sanırım. Yalnız televizyonla haliyle kliplerle pek işim olmamasından mıdır nedir bilmiyorum bu adamın ne ara bu kadar güzelleştiğini kaçırmışım. Nitekim eskiden böyle değildi, olgunlaştıkça güzelleşmiş, 79'luymuş ancak yerine oturmuş :) Gelmeden Moves Like Jagger klibinde kendisinin en güncel halini görmüş ve şok olmuştum. Burada da The Voice ses yetenek yarışmasının jürisinde karşıma çıkmasın mı. Diyeceğim o ki güzele bakmanın sevap olduğunu bildiğim için kendisini ilgiyle izliyorum...
Not: Kocacığımın bu gönderiye cevap verip vermemesine göre benim takipçim olup olmadığını da vesileyle anlayacağız. Testimiz başlamıştır...

Zabaha kadar danz

Sabaha kadar açık marketler var burada. Küçükken, Amerika'ya ilk geldiğimde bu işe vurulduğumu hatırlıyorum. Market de sadece sebze-meyve marketi değil. Ayakkabısından, kıyafetine, araba lastiğinden, oyuncağa kadar geniş bir ürün yelpazesine sahip. Hala iddia ediyorum ki sabaha kadar açık market konseptini Türkiye'ye ilk sokan yaşadı! Kırar parayı kırar!

Çarşamba, Kasım 14, 2012

Erken Yeni Yıl Coşkusu

Christmas'dan mütevellit yeni yıl coşkusu erken başlıyor buralarda. Ben de kapıldım heyecana ve yeni yıl için el emeği göz nuru kartlar hazırlamaya başladım. Hatırlarsanız* bol bol neşeli kağıt, karton, renkli kalem, kurdele vs. almıştım. Akşam onlarla uğraştım. 4 çeşit örnek fotoğrafta :) Gerçi kırmızı kartonu unuttuğumuz için yeşil olan henüz bitmiş sayılmaz. Ona da diğerlerinin altındaki gibi 3. bir kat yapacağım. Daha çoook fikirler var aklımda, elimde de malzeme; keçeler var, kurdeleler, kumaşlar, tabii yapıştırmalar, iğneler ohoo :) Bakalım...

* http://kendicapimda.blogspot.com/2012/10/cenneti-buldum-magazalarnda.html

Salı, Kasım 13, 2012

Bir Bilim Adamının Romanı

Bugün sevgili dostum Turgay'dan azar işittim. Kendisiyle birbirimize kitap tavsiyelerinde çok bulunuruz. Kim bir yazarı, bir romanı sevdiyse hemen kapıp ötekine getirir. Alper Canıgüz'ü onun sayesinde keşfettiğimi hatırlıyorum. O da İlhami Algör'ü benim sayemde, sanıyorum. Peki niye mi azar işittim? Okuyup da ona tavsiye etmediğim bir kitap için: Oğuz Atay - Bir Bilim Adamının Romanı. Hesapladım onu tanımadan evvel okumuşum, 10 yıl önce falan, sanırım sebep budur önermemiş olmamdaki. Suçumu biraz olsun affettirmek namına buradan duyuruyorum :) Okuyunuz efendim, sıkıcı ismi siz korkutmasın :) Tahmininizden keyifli bulacağınız bir kitap...


Pazartesi, Kasım 12, 2012

Son Aşk

Blog düzenleme işine devam... Ebedi aşkıma ithafen yazılmış, blogda yer almış aşk notlarını 'sonaşk' diye etiketledim. http://kendicapimda.blogspot.com/search/label/sonaşk adresinden ulaşılabilir, önceki kayıtlar düğmesine basa basa en eski tarihliye gidip günümüze gelmek daha anlamlı. Şöyle bir göz attım da, ne de güzel seviyorum ben ya :)

Pazar, Kasım 11, 2012

Zamir

Türkçe'de 'o' zamiri cümle içinde yalnız Atatürk kasdediliyorsa büyük harfle yazılır diye öğrenmiştik küçükken. Nitekim internette de yukarıdaki resmi buldum, 1988 TDK imla kılavuzunda bu kuralın olduğuna dair. Şimdi TDK web sayfasına göz attım, sadece 'Özel adlar yerine kullanılan "o" zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.' şeklinde bir uyarı* var. Anlaşılan ben küçükken Türkçe daha güzelmiş, tıpkı Türkiye'nin daha güzel olduğu gibi. Daha vefakarmış, ne de olsa O Türkçe'yi var eden, Türkçe konuşma hakkını bize veren, Türkiye'yi Türkiye yapan kişi...

Cuma, Kasım 09, 2012

Verilecek Tarifler

2-3 gündür evdeki internet bağlantısı berbat, bloga bir şeyler yazmaya niyetlendiğim her seferde bağlantı koptu, böylece ben de ister istemez günleri atlamış oldum bloga not düşmeden. Internetteki sıkıntıyı New York'u vuran Sandy kasırgasına bağladım kendimce, bakalım ne zaman geçecek...

Blogum bir nevi 'günlük'e dönüştüğü ve ben durmaksızın yiyecek içecek paylaştığıma göre bari hayra geçeyim diyorum. Nasıl mı? Tarif vererek :) Burada yemekten zevk aldığım ve dönüşte kendim de Türkiye'de yapmayı planladığım şeylerin tariflerini not düşeyim. Aklımdakiler:
1) guacamole
2) macaroni & cheese
3) cevizli, pekmezli tavuk

Detaylar zamanla :P

Çarşamba, Kasım 07, 2012

Amerika'da Seçimler

Amerika bugün (dünya) başkanını seçti. 1 aydır ben kampanyalara şahit oluyorum, kimbilir Amerikalılar ne kadardır dinliyor. An itibariyle demokratlar yani Obama kazanmış görünüyor. Ancak bunlar sadece tahmin ve durum da epey çekişmeli. Obama, Romney'den iyi diye düşünüyorum ve bu gidişe seviniyorum...
Not: Pazar günü içki satılmayan marketten sonra bugün yeni bir şok yaşadım. Bugünki seçimlerde hakimlerini de seçtiler. Hakimlerin partileri var anlayacağınız, partilerine göre seçiliyorlar...

Salı, Kasım 06, 2012

Yediğim içtiğim benim olsun

Jason's Deli'de yedim bugün. Fark ettim ki Amerika humusu keşfetmiş. Geçen Niki's de de vardı sanıyorum, hadi orası Yunan lokantası dedim. Sonra komşuda rastladım, bugünse Jason'ın yerinde.

'Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat' dedin mi benim blog boş kalır. Size de sadece yiyip içtiğimi anlatıyorum gibi gelmiyor mu?

Neyse biraz da içtiklerimizden bahsedelim. Hatırladığım kadarıyla ilk kez 2011 yaz tatilinde yine buralarda tanıştığım Samuel Adams'ın biralarıyla aram iyi. O zaman içtiğim çeşitleri neydi hatırlamıyorum. Ama bu sefer OctoberFest'e özel dönemsel çeşidini, Winter Lager'i, Boston Lager'i, Old Fezziwig Ale ve Creamy Stout'u denedim. OctoberFest versiyonunu, Boston Lager'i ve Winter Lager'i sevdim, Creamy olan fazla isli geldi, mümkünse bir daha almayayım. Old Fezziwig Ale de ağır geldi biraz, Creamy'den iyi ama diğerlerinin yanında tercih etmem.

Yiyip içtiğimin dışında beni şoka uğratan bir şey söyleyecek olursam, Pazar günleri kilise günü diye Cumartesi akşamdan başlayarak içki satmıyorlarmış en azından bu bölgede, biz Pazar akşamı dahi alamadık. İnanılmaz! Türkiye şu haliyle Amerika'dan daha ileri. Geriye gitmeyeceğini buralara benzemeyeceğini umuyoruz. Hastanelerin üzerindeki haç resimleri, paranın üzerinde 'Tanrım sana güveniyoruz yazıları' beni delirtiyor...


Pazartesi, Kasım 05, 2012

Blog

Blogumu düzenleyeme başladım. Aklımdaki temel program şu şekilde:
1) MSN Space'ten Blogger'a taşınırken, yanlış hatırlamıyorsam, geçmiş tarihli gönderi girme seçeneği yoktu. Space'teki tüm yazılarımı ilk gönderi olarak girmiş, sonra devam etmiştim. O seçenek çıktığında ise her bir ayı tek yazı olarak yeniden girmiştim. Tahmin edilebileceği üzere gün gün girmek ciddi bir iş yükü. Şimdi buradaki anti-sosyal hayatımı fırsat bilip onları gerçek günlerine geçiriyorum. Eylül ve Ağustos 2006'yı hallettim, geri kalan 8 ayı da yapacağım.
2) Etiket işi ben blog kullanmaya başladıktan sonra çıktı, etiketsiz yazıları etiketleyeceğim.
3) Bilmem imkan veriyor mu ama etiketleri düzenleyip sınıflandırmakta da fayda görüyorum.
4) Bir ara başlıksız girmiştim yazıları, başlık giriş kısmını kapattığım için, o kısmı getirmiyordu bile ekrana. Onlara başlık koymak istiyorum, çünkü şu an kullandığım en popüler 10 yayın uygulamasında başlıksız şeklinde gösterdikçe kıl kapıyorum.
5) Gençliğimde konuşma havası vermek için Türkçe'yi katletmişim, şu an bu durum beni üzüyor, oturup Türkçe'lerini düzeltmek istiyorum eski yazıların.
6) İçerik kontrolü yapmak istiyorum, gerekirse bir parça sansür uygulayabilirim. Çünkü blogum çeşitli kaynaklarda ismimle eşleştirilmiş durumda. Artık anonim değilim. Gerçi hala kişi bazında kısıtlama fikrini silemedim de kafamdan. Şurada blogla ilgili kafa yorduğum konuları yazmışım. 2 yıldır pek ilerlememişim görünüşe göre http://kendicapimda.blogspot.com/2010/07/blog-post_26.html . Geçenlerde yedeklemiştim, bir o var (en azından öyle sanıyorum). Bir de tema değiştirince yok olan google analytics verilerini yeniden eklemek için temaya kod eklemiştim. İki işi halletmiştim en azından.

Not: Büyük çaplı bir temizlik ve eşya taşımanın ardından taşınma işi neredeyse bitti. Artık kuzenle aynı evdeyiz ve ben üst kata taşındım :)

Pazar, Kasım 04, 2012

Dünün pişmanlığı




Dia de los Muertos (Day of Dead): Aslen Meksika'ya ait olan bir gün. Ölülerin günü. İnsanların kaybettikleri sevdiklerini çeşitli sanatsal süslemeler yaparak, dans ederek, çoğunlukla onların sevdikleri yiyecek ve içecekler eşliğinde yaptıkları anma töreni ya da kutlama diyelim. Okuyarak ve video izleyerek geldiğim nokta bu. 

'Dünün pişmanlığı' ise bu aktiviteyi kaçırmış olmak. Meksika'da değil belki ama en azından buradaki versiyonuna katılmak bile ne güzel olurdu. Bana birebir Turgay lazımdı. Onun yanında Caner de olsa güzel olurdu. En çok onlarla çıkardı keyfi :( 

Bana anti-sosyallikten basmaya başladılar, aha şuraya yazıyorum. 1 aymış demek ki dayanma sınırım.

Cumartesi, Kasım 03, 2012

Günlerden Cuma

Günün başarısı: Zekai'nin doktor olması

Günün yemeği: Five Guys Burgers and Fries'da Cheese Veggie Burger. Bu kadar meşhur burgercide köftesiz tercih yapmam çoğunluğu şaşıtmış olsa da ben seçimimden memnundum.

Günün aktivitesi: Sinema'da Argo filmini izlemek. Aslında Hotel Transylvania ya da Wreck-It Ralph animasyonlarından herhangi birine gitsek daha memnun olurdum. 

Argo da kötü değildi. Hollywood aromalı, dozunu pek kaçırmadan Amerika'lıları öven, biraz tükaka İran diyen ve Ben Affleck'i lüzumsuz kahramanlaştıran standart bir yapım. Konusu gerçek bir olaya dayanıyor. 1980'de İran'da şahın devrilmesiyle başlayan olaylardan kaçan 6 Amerikalı diplomatik personelin, bir film çekimi numarasıyla ülkeden çıkarılmasını anlatıyor. Gitmeyin diyebileceğim bir film değil. Kısıtlı konusuna rağmen heyecanı dorukta tutmayı başarmışlar.  

-SPOILER İÇEREBİLİR- (Spoiler'ın Türkçe'si ne acaba, bilen varsa yorum yazabilir mi? 'Henüz izlemediyseniz filminizin tadını kaçırabilecek bilgi verebilirim - Dikkat' şeklinde çeviriyorum :P)- Bu heyecanın bir kısmı aslında biraz saçma, örneğin çok önemli bir telefonu bekleyen adamlar sokağa yemeğe çıkıyor, telefon çalarken kapının önünde beklemek zorunda kalıyor, tam da arayan telefonu kapatırken telefonu açıyorlar gibi. Özellikle havaalanı kontrolünde hiç bir işe yaramayan pasaj sahnesi niye vardı, hele hele orada niye kim vurduya gitmek için fotoğraf çektiler gibi sorular da geliyor aklıma. IMDB puanı 8.4 görünüyor şu an, tahminim 6.5'a düşeceği yönünde. Az kafa dağıtalım, şu yağmurlu havada napalım, sinemaya gidelim, azıcık gerilelim, 80'lere dönelim diyenlere iyi seyirler efem...

Cuma, Kasım 02, 2012

Chicken Masaman with Avocado

Bugün bir doktorla daha tanıştım :) Beraber öğle yemeğine çıktık. Surin West'te Thai yemeği yedik.  Ben tavsiye üzerine avokado ve kaju fıstıklı, masaman soslu tavuk  denedim. Geldiğimden beri yediğim en orjinal ve güzel yemekti diyebilirim...

Yarın önemli bir gün, Zekai doktora tez savunmasına girecek ve ben artık 1 aydır çektiğim bu stresten* kurtulacağım.

* http://kendicapimda.blogspot.com/2010/12/biraz-daha-az-empatik-olamaz-mym.html

Perşembe, Kasım 01, 2012

Halloween

Vee bir aydır hazırlıkları süren Halloween geride kalır.

Ana haber bülteninin başlıklarını sunuyorum:
  • Akşam ufaklıkların kostümlerini giymesiyle, bol bol fotoğraf çekerek başladı.
  • Uğur böceği olmuş bir köpek bile vardı.
  • Akşam yan komşunun bahçesinde kurduğu masalardaki ikramlarla -ki benim için ev yapımı bira, cips ve chili ile- devam etti.
  • Karanlık bastırınca iki ufaklık vagona oturtulup sokakta yürüyüşe geçildi ve 'Trick or Treat?'lerle şekerler toplandı. 
  • Yan komşunun haricinde de bahçesinde ateş yakmış ikramda bulunan komşular vardı, onlardan biriyse bodrum katını çocuklar için korku tüneli olarak düzenlemişti. Muhtemelen hem büyükler hem küçükler için en harika ev oydu.

Çarşamba, Ekim 31, 2012

Biberli 29 Ekim :(

Dün 29 Ekim halk tarafından kutlanmasın diye barikatlar kuruldu, kutlamaya gelenleri taşıyan otobüsler şehirlerinden çıkarılmadı, çıkmayı başaranlar Ankara'ya sokulmadı. Eski meclisin önünde buluşup yürüyüş yapacaklara biber gazı ve tazyikli su sıkıldı. Evet evet! Bahsi geçen 29 Ekim - Cumhuriyet* Bayramı!

*TDK: Cumhuriyet
Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi. "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'tür."

Pazartesi, Ekim 29, 2012

Arkasından ağlar mısın, yoksa kutlar mısın?

Ağla Türkiye'm ağla, yan derdine! Gittiğin yol, yol değil! Görmüyor musun? Nasıl da düşürüyorlar bizi birimize. Kardeş kardeş yaşarken; din olması gerektiği gibi yalnız kulla Allah arasında kalırken; özgürce konuşurken, düşünürken hepimiz, geldiğimiz noktaya bak da ağla! Her geçen gün bileyliyorlar bizi. Yan Türkiye'm, yan derdine! Böyle giderse başaracaklar, bizi birbirimize parçalatacaklar! Dıştan yok edemediler bizi, içten yapacaklar...

Düşün, sanatçılar, sanatseverler din düşmanı ilan edildiler, yıkıldı heykeller, dünyanın önünde eğildiği Fazıl mahkemeye verildi misal. Askerler, ömürlerini ülkelerine adamış, o fedakar askerler birer birer hapse tıkıldı. Gazeteciler susturuldu. Dünya kadar insanın hayatını kurtaran doktor çürümeye terk edildi hapiste, ispatlanmamış suçu için adalet beklemeye. Bırak gerisini, ülkeyi düşmandan kurtaran önder hain ilan edildi göz göre göre. Hayvanseverler din düşmanı oldular. Bilim adamları da. İçki içenler din düşmanı oldular, oruç tutmayanlar da... Oysa yalandı! Oruç tutanların, başını örtenlerin Cumhuriyet düşmanı oldukları kadar yalandı en az. Bölüyorlar bizi, çokça bölüyorlar, devamlı bölüyorlar, durmaksızın bölüyorlar...

Onlar Cumhuriyet düşmanı olurken, biz din düşmanı oluyoruz. İşin kötüsü sadece sözlerle sınırlı kalmıyor, yaftamızı yürekten hissetmeye başlıyoruz. Değişiyor davranışlarımız, her geçen gün azalıyor hoşgörümüz. 'Öteki'ler artıyor. Medya yapıyor çoğunu, arkasında dağlar kadar faktör var, say say bitmez; kim bilir bir kısmı eldeki verilerle tahmin bile edilemez. O yüzden işin bize düşen kısmına odaklanmalı. Kutuplaşmamalı, düşmemeli bu tuzağa. 

Cumhuriyet hepimizin bayramı! Kürt'ün, Ermeni'nin yani Türk'ün! Cumhuriyet hepimizin bayramı! Bu topraklardaki Müslümanın, Hristiyanın, ateistin. Bu ülkede insan gibi, medeni bir şekilde yaşamak isteyen herkesin bayramı, beynini biraz olsun kullanmak isteyenlerin, dinini gösterişle, yalan dolanla değil yürekten yaşamak isteyenlerin bayramı...

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

Dolunay, Dolu-ay

Ve bir ay biter. Taşınma için paketleme yaparak gün geçer. McAlister's Deli ve bir düzine Krispy Kreme Doughnuts'ın içinde bulunduğu yorucu ama lezzet dolu bir gün geride kalır.

Pazar, Ekim 28, 2012

Ne Yiyorum?

Nerede Yaşıyorum?, Nerede Çalışıyorum?, Nerede Oturuyorum?'lardan sonra yeni bir soru cevapla karşınızdayım. Çok fazla dışarıda yemiyorum aslında. Çoğunlukla ev yemeği tüketiyorum. Sağlıklı yiyeceklerle haşır neşir olduğum için mutluyum, ayrıca Amerika'dan Türkiye'ye taşıyacağım kiloların popomdansa bavulumda gitmesini tercih ederim zaten. Yine de arada farklı yerlere gitmekten zevk alıyorum. 

Şöyle bir gözden geçirdiğimde Starbucks, Arby's, Subway gibi tanıdık lezzetlere takıldığımı görüyorum birer kere. Birkaç kere de Chick-Fil-A, ha bir kere de Don Pepe'de Meksika yemeği vardı. Geçenlerde besin zincirime yeni bir halka ekledim: Purple Onion. Salaş bir burgerci.

Görüldüğü gibi pek farklı tadlar denediğim söylenemez. Ancak önümüzdeki hafta öğlen yemeklerinde kampüste ufaktan gezintilerle yeni yerler keşfetmeyi planlıyorum. Kampüste de yengeç, kurbağa bacağı ya da ne bileyim portakallı ördek falan beklemiyorum farklı derken. Maksat değişiklik olsun. Gerçi saydıklarımı da denedim, bulsam yiyeceğimden değil, bir ihtimal yengeci yerim, kurbağayla ördeği tutmamıştım, sümüklü böceği de tutmamıştım vesileyle bunu da tarihe geçireyim.

Cumartesi, Ekim 27, 2012

Beyin Fırttırması

Bugünün ağırlıklı etkinliği bir proje fikri için beyin fırtınasıydı. Gerçi benim beynim enerjisinin çoğunu sosyal bilimleri savunarak harcamak zorunda kaldı. Sonunda pes edip sessizliğe gömülmedim de değil. Gerçi pes etmem sonucu değiştirmedi, proje fikrine şüpheyle yaklaşıyorum hala, henüz kafama yatmadı...
Bir diğer gelişme de benim gözüme kestirdiğim seminerlerin yanı sıra katılabileceğim, fakültenin derslerinin saatleri ve sınıflarıyla beraber listelenmesi işi oldu. Bu zorlu kısmı, buradaki yegane arkadaşım Zekai büyük çabaların ardından halletti. Fikir de onundu zaten. Ayrıca yazmadan duramayacağım, kendisi bana üniversitenin renkli ve büyük bir haritasını getirmiş. A4'e çekilmiş siyah beyaz fotokopinin fotokopisi haritamdan sonra ilaç gibi geldi...

Cuma, Ekim 26, 2012

Boo at the Zoo


Bu akşam halloween vesilesiyle hayvanat bahçesinde idik. Her tarafı süslemişler, oyunlar vs. hazırlamışlar, 'trick or treat' alanı kurmuşlar, çocuklar masa masa dolanıp şekerlemelerini alıyorlardı. Tabii ki ben de elimde bizim ufaklığın kabak çantası şeker topladım...

Perşembe, Ekim 25, 2012

Cenneti buldum mağazalarında

Başlığa bakan çoğunluk kendimi giyim kuşam dükkanlarında kaybettiğimi sanacak ama ben kendimi Hobby Lobby'de kaybettim. Sanat, sepetle ilgili ne isterseniz var. Kendime yüz bin çeşit kağıt, karton, kurdele, yapıştırma, iğne, düğme falan aldım. Sağda gördüğünüz yığın gerçekten benim malzemelerin fotoğrafı. Türkiye'de bulamam bunları. Hepsini de indirimli reyonlardan seçtim, indirim reyonlar arasında dönüyor belli ki. Haftada minimum bir kere uğranmalı, indirimler kaçırılmamalı. Of çıldırdım mağazada çıldırdım. Şimdi bu aldıklarımla saatlerce uğraşıp, kim bilir neler yapacağım. Yeni yıl, doğum günü, yıl dönümü kartları, parti süsleri, çok heyecanlı :D Hobby Lobby'den önce, aynı konseptteki Michaels'ı favori mağazam ilan etmiştim. Geçen sefer değil ondan bir önceki geldiğimde keşfetmiştim orayı, ama Hobby Lobby'den sonra pabucu dama atıldı. Bir de kumaş dükkanı var, orası da çok güzel, kumaş da almak istiyorum, kumaş kurdele de kullanıyorum nasılsa çalışmalarımda. Yaşasın Arts & Crafts! :D

Çarşamba, Ekim 24, 2012

Reklam

Yalnızlıkla ilgili yazı yazar mısın bloguna, günlerdir bu reklam çıkıyor gezdiğim sitelerde.
Sağ olsun bu ısrarla, ayarlayacak sonunda bana birini...

Salı, Ekim 23, 2012

Sanat / Sergi

Bugün sanatsever kimliğimle karşınızdayım. UAB Visual Arts Gallery'de Luba Lukova'nın 'I have a dream' isimli sergisini gezdim. Sizlerle beğendiğim birkaç eseri paylaşacağım efem. Favorilerim sırayla Barış, Savaşa karşı eğitim,  Beyin yıkama, Mahremiyet...

 Barış
 Beyin yıkama
 Mahremiyet
 Savaşa karşı eğitim


Pazartesi, Ekim 22, 2012

Pazar

Pazar her yerde Pazar...

Pazar günleri pazartesi alır beni.
Pazar günleri elimdeki balık gibi.
Gözlerini görürken ağlamak gibi.
Kıymetini giderken anlamak gibi.
Haftanın sonu bir nakarat gibi.
Haftanın sonu hep aynı sözleri.


Pazar, Ekim 21, 2012

Sabahtan Akşama

Geldiğimden beri ya alarmla uyanıyorum ya da gürültüyle. Bir keyifle kendiliğimden kalktığım olmadı. Dün gece umutlarım büyüktü, bu Cumartesi istediğim kadar uyuyacaktım. Ama no! Sabahın 8'inde bir kabusla uyandım. Bilmem benden başka böyle mide bulandırıcı şeyler gören var mı rüyasında. Kek yiyorum büyük bir iştahla ve koca kekin yarısını bitirdikten sonra ağzımda çıtırdayanların meyve vs. parçası değil, canlı böcekler olduğunu görüyorum. Iyy! Bir uyandım saat 8, tabii az çok uykumu almış olduğum için de bir daha uyuyamadım. Bakalım Pazar ne olacak, kesintisiz uyuyup gönlümce uyanabilecek miyim?

Cumartesi sabahından öğleden sonrasına geçersek, eve az daha uzak bir outlete gittik bugün. 

Akşam yemeğini de Chick-Fil-A'de yedik. Şimdilik tavukta favorim Chick'n Strip'le kendisi...


Yemek sonrası için de bir filmimiz var efenim. Sırf sizler izleyip helak olmayın diye biz izledik. Hijacked (2012) uzak durunuz, ne 5 kuruşunuzu ne 5 dakikanızı ayırınız, denk gelirseniz koşarak uzaklaşınız. Buraya posterini koymakla bile vakit kaybedemem o kadar :)

Cumartesi, Ekim 20, 2012

Spanglish


Benim tabirimle 'sempatik' filmler kuşağında bu gece Spanglish'i izledik. Film çok tanıdık geldi, ama bir türlü de izlediğimden emin olamadım. Aslında öyle başka bir filme benzemeyek, orjinal bir film falan değildi ama yine de izlemişlik hissinin kaynağını çözemedim. Geçenlerde de Mall Cop izlemiştik, o da aynı kuşaktandı. Vakit geçirmek isterseniz izlenebilir. 10 üzerinden 5-6 filan gönlümden kopar, veririm. Ama tabii bu puanlar sinema düşkünleri için 1-2 puan az olarak hesaplanmalı. Benim gibi yufka yürekliden düşük puan çıkmıyor...

Cuma, Ekim 19, 2012

Kitap-Kütüp

Bugün kendimi kütüphanede kaybettim. Ben kütüphaneyi, kitabı filan pek seviyorum ya. Yiyecek içecek ver, bana mısın demem günlerce kalabilirim. Doktora danışmanım benim kütüphaneden kitap aldığımı görünce, sanırım tek sen kaldın kütüphaneye giden diye dalga geçmişti zamanında. Bir de ben öyle bilgisayardan tarama yapmayı sevmiyorum, hani hususi Ali-Veli'nin kitabını arıyorsam eyvallah da, gezmeye gittiysem (ki giderim) kendi reyonlarımı buluverip, onların arasında dolanırım. Eğil kalk, tek tek isimlerini okuyorum, renkleri, tasarımları filan, ooo işte kendimi kaybettim diyorum ya boşa değil. Fotodaki kitaplar bugün seçip göz attıklarım, bunlardan 6'sını devam etmek üzere ayırttırdım...