Çarşamba, Aralık 27, 2006

yeni yıl süsü: bölümüme özel yeni yıl süsleri yaptım. Ana malzemesi CD, boyle onun parlak yuzeyini fon yaptım, ustune çizip, boyayip kestigim noel baba, cam agaci, can, kardan adam gibi figurlerden birini yapistirdim, arkasina parlak kirmizi kagitlar koydum, cd'lerin ustune de cesitli minik figurler cizdim. cok gusel olduuu:) bi resmini cekim de koyim di mi...

Perşembe, Aralık 21, 2006

Minik şeyleri seviyorum ben, insanların benim için yaptığı minik şeyler her şeyden anlamlı gelen… Bana bi kahve için ayrılan vakti, benim için harcanan emeği, benim uğruma gelinen yolu, ufak sevgi gösterilerini, bana özel yazılmış iki satır notu, sesimi duymak için gelen telefonu, düşünüldüğümü bilmeyi, bunlar beni sevindiren, daha ötesi değil… Pahalı hediyeler değil ki değerli olan, ne olacak 5 dakikanı ayır, bastır bi kaç yüz milyonu, kap gel şöyle en markalısından, en havalısından bi şeyi. Bu mudur yani? Mesela şimdiye kadar aldığım en güzel hediyelerden biri hamurlardı Hakan’ın verdiği, muhteşem bi fikir, beni ne kadar tanıdığının bi göstergesi, kafa patlattığı belli... Sonra Nergis’in benim için durduk yerde yaptığı kolyeydi, Caner’in koleksiyonuma eklensin diye getirdiği bardakaltlığıydı mutluluk veren. Özlem’in hakkımda söyledikleri… Süleyman’ın beni neşelendirmek için, programını ertelemesi, Demir’in arabam olmadığını düşünüp beni okuldan almayı teklif etmesi, Pelin’in yazdığı notlar, geldiği yollar, beni yalnız bırakmadığı yıllar… Mazhar’ın benim için yanında getirdiği mandalina, ısmarladığı dondurma… Turgay’ın alışverişteyken rastlayıp aldığı inek kumbara, Kadem’in benim için demlediği çay, yaptığı pasta, ikizler ve Aslı’nın doğum günüm için yaptıkları sürpriz video çekimi, Mutlu’nun kaybettiğim dizliklerimi yenilemesi, Nilay’ın beni okula getirmek için erken kalkması, Taylan’ın onca yolu benim için gelmesi, Volkan’ın bana kendi elleriyle bir anahtarlık yapması, Özlem’in beni Pucca’ya benzetip ona dair bir hediye vermesi, Gözde’nin üşenmeyip benimle köpek gezdirmesi, Kuthan’ın beni o çocukla yalnız bırakabilmek için tuvalette oyalanması, babamın saati öğrenmem için kesip yaptığı karton saat, Tuğba’nın uzerinde voleybol oynayan bi kedi resmi olduğu için bana getirdiği tişört, arabamın camına iliştirilmiş o gül…
21 Aralik bugun ve sonunda sonbahar geldi... tamam her daim tatli bir ilkbahar havasi yasamak kotu muydu, hayir, ama su kitligi basladi canim, bize su lazim, topraga su lazim, ekinlere, meyvelere, sebzelere... hem sonbahari, kisi yasamasak ilkbahar, yaz bu kadar guzel gelmezki:) 4 mevsim yasanan bi ulkede oldugum icin mutluyum, ayrica biz "ulkemiz 4 mevsimin de yasandigi ender ulkelerden biridir" diye diye buyutulmedik mi, bunu okumadik mi ilkokul kitaplarimizda, ha soyle ya, yag yag yagmur...

Salı, Aralık 19, 2006

nasi tatli bi uyku bastirdi anlatamam. yatak odasindakiler haricindeki uyumalarin ayri tadi oldugunu savunanlardanim ben. (bunu benden baska savunan var mi bilmiyorum ama olsun:)) boyle, insanlar etrafimda konusurken o mutfaktaki sandalyeleri yan yana dizip, sıkıs tepis yatmak inanilmaz zevkli, sonra koltukta tv'nin karsisinda uyuklamak, veya millet sohbet ederken hafif hafif kaykilip basina bi yer bulur bulmaz gözleri kapatmak. ah aah ustune bi battaniye veya bi hirka da olur. kolunu da yastik yaparsin... ayrica kitaplarin uzerinde, kalem elinde, masada kestirmenin keyfi de baskadir. iste tam bu moddayim, sızmak istiyorum sandalyede, basimi masaya dayamak, usutume meryem'in şalını almak, hem polar bişi, nasi da sicak tutar kimbilir...

Pazartesi, Aralık 18, 2006

kablosuz fare & klavye:
is yerimde kablosuz fare ve klavye kullaniyorum. kullanmaya basladigim gunden beri tek dusuncem, ne muhtesem bisey oldugu. ayagina bacagina kablo dolanmaz. fare belli bi noktada kablosu yetmedigi icin tikanmaz. al klavyeyi kucagina, yaslan arkana, yaz babam yaz... ee peki simdi niye bunlari soyluyorum. cunku biraz evvel bilgisayarim kitlendi, daha dogrusu ben oyle sandim, birdenbire imlec hareket etmemeye basladi, hakkaten de dunya kadar program acikti, hah dedim catladi bilgisayar, yeniden baslattim, ama nafile. geri acildi ama farede tık yok. bittik dedim, isin icinden nasi cikarim... o sirada cok sevgili kurtaricim, oda arkadasim, teknik servisim, karın doyuranim, kahve getirenim, moral duzeltenim, kisaca herseyim:) "pilleri bitmis olabilir farenin" dedi. klavyedekileri cikarip denedim (ki farenin altindaki pilleri cikartmak icin pillerin yarisi kadar bir deligi kullanmak zorundasiniz ve bunun nedeninin insanlara eziyet etmekten ya da fareyi parcalamamak uzere sabirlarini olcmekten baska mantikli bi aciklamasi olamaz gibi gorunuyor.) neyse bi baktim fare calisiyor, ortada kitlenen bi bilgisayar degil, pili bitmis bi fare varmis anlayacaginiz! ee tutunki gece ya da bir sey yetistirmeye calisirken bitti pil çötönk diye. veyahut allah muhafaza bi yakisikli delikanliyla chatlesirken, tam randevuyu baglayacakken:) simdi oldugu gibi salina salina bufeye gidip, hazir gitmisken kendimi sakinlestirmek icin bi kac cesit biskuvi ve icecek alamam ya her zaman... ohoo... bunun "pil yakinda bitecek" uyarisi verenleri varmis, hani hani benimki niye vermiyo?!*

Çarşamba, Aralık 13, 2006

Voleybol:
voleybol oynamaya basladim universitede, takim ogrencilerden olusuyor, calistiran da ogrenci, antremandan bir kesit sunuyorum:
-sen suraya gec, sen öne kay, sen soyle gel!
ve bana dönerek
-hocam siz böyle buyrun
:) :) :)
2 haftadir gidiyorum, isinmaya basladim millete, sevimli tipler var, kiz erkek karisik antreman yapiliyor, erkeklerin servis ya da smaclarini karsilamak zorunda olmadigin, özellikle arkan dönükken, 180 km/hr hizla gelen bir topa kafa atmadigin(!) sürece karma antreman iyi bişi. eglenceli tipler var, 1-2 kisi disinda herkes kendi halinde, zararsiz, duzenli devam etmeyi dusunuyorum, bakalim...
kalp, acı
dünya, hüzün
göz, yaş dolu...

ne anlamlı sarki sözüymüş bu, simdi fark ettim Emel Sayın söylerken...

Pazartesi, Aralık 11, 2006

ne kadar da anlamsızlaşıyor herşey bir anda, o gelen telefonla, damlalar birikmiş buğulu gözlerinle bir acil servis koridorunda buluyorsun kendini. koşturmaya başlıyorsun... hissetmiyorsun karninin acıktıgını, fark etmiyorsun ateşinin çıktığını, bir boşluk hissi sadece, o olmazsa ne yapacagin takiliyor arada aklina, gozlerini bir daha acmazsa, bir daha konusamaz, seni tanimaz ya da ayaga kalkamazsa. ne aptal islerle ugrastiginin farkina variyosun muhtemelen, ne kucuk ayrintilarda dolandiginin. kim kime ne demis, o pembe kazak ne de güzelmis, cumartesi hangi filme gidilseymis... onunla ettigin son kavga geliyor aklina, niye uzdum diyerek kendini yiyorsun, acsa gozlerini, bir duymaya baslasa seni neler diyeceksin kimbilir, ne cok sevdigini soyleyeceksin, o gun ki sozler icin ozur dileceyeksin belki. "gel oturup birer kahve icelim" dedigi geliyor aklina, oturmamistin, hani acelen vardı ya. dalga gecmisti senle, "senin hep acelen var ne de olsa, gel otur karsima" yine de reddetmistin sen, kapatip kapiyi gitmistin, onun son kahve teklifi olabilecegini hic düşünemeden. ölmemeli kimse vakti gelmeden, onu buyutenler bu dunyadan göcmeden, buyumeden, evlenmeden, ogullarini damat, kizlarini gelin yapmadan, kizi icin acilmis guvenli kollar, oglu icin sefkatli bir gogus bulunmadan, onlari teselli edecek birer aileleri olmadan, torunlarini gormeden, dede olmadan, ihtiyar sifati yakistirilmadan, aralarindan ayrilacagin fikrini herkes kabul etmeden, biraz olsun o fikre alisma sansi vermeden, bir hoscakal diyemeden, son sevgi sözcükleri kulagina fisildanmadan.

Cuma, Aralık 08, 2006

İyi Olan Kazansın:
Dun gozetmenligim vardi yine, Matrix'teki siyah parlak pardosuyu cekmis Trinity edasindaydim:D Gozluklerimi taktim (yoksa degil kopya mopya gormek, bebelerin yuzlerini zor gorurum) diger gozetmen arkadasim Turgay'la beraber o koca amfiye daldim, ben Armageddon filmindeki uzaya firlatilip dunyayi kurtaracak astronatlarindan biriyim, Turgay'da olsa olsa Red Kit'in Rintintin'i edasinda. Bebeler bi hayalkırıklıgı yasadi biz girince, gecen sinavlarina da Turgay'la beraber girmistik, artik bilmiyorum benden mi Turgay'dan mi cekindiler:) Biraz sonra hoca geldi, kagitlar dagitildi. ve ben soyle dedim; "iyi olan kazansin". ne de olsa kopya cekmek sanattir. tabii kopya yakalamak da:) ben kulvar degistirdim yeni, yakalama alanindayim artik ve ne yalan soyliyim bu kulvardaki isimi de sevdim. ustelik en iyi gozetmen, en iyi kopyacidan olur diye bi iddaam da var. o kadar rahatki gormek, elini suraya koydu, gozunu soyle cevirdi, basini bu yana egdi, hepsinin anlami kayitli bende. ayrica eger ogrencileri taniyorsam, hatta bi kere sinavlarina girdiysem, is iyice kolaylasiyor. grup grup biliyorsun kopya ekiplerini, ona gore hareket ediyorsun. neyse iste boyle:)

Perşembe, Aralık 07, 2006

Ali Abi:
ve bir kaç ay önceye ait bir konuşmasından kesit.
-ya hocam senin adın neydi, bi turlu ezberliyemiyom, sel'li mel'li bişidi ama.
ya var ya ben karımın adını bile aylarca ezberliyemedim. en sonunda ayıp oluyo diye tül'lü bisiydi diye, perdeye bakip hatirlamaya calistim. oyle ezberledim tülay'i.
Ali Abi:
Bugun bana yaptigi uyari:)
-siz bardakları hep burda unutuyonuz hocam, toplayıp atacam hepsini camdan aşaa, ha!
not: "bura"yla kastı da mutfak:D

Çarşamba, Aralık 06, 2006

Ali Abi:
Sevgili arkadasim Demir'in bir "ali abi" fanı haline gelmesi ve istegi uzerine bir ali abi klasigine yer vermek istiyorum. bi oglen tatilinde bi arkadasimla bolume geldik, odada oturup kahve icicez ama ne mumkun, ali abi yerleri viledalamis, ayak izi cikma durumundan oturu bize engel olma cabasinda. gelin diyologa girelim. henuz bolum kapisindan giriyoruz...
aa- nereye, iceri mi gireceyniz?
s- evet ali abi
aa- hıı, yerleri yeni sildim, odaniz ıslak.
s- peki, biz yavas yavas gideriz, icecek bisiler alana kadar kurur.
aa- cık, olmaz, surda giriste oturun.
s- odadan bardak almam lazim.
aa- var mutfakta bardak, onlan icin.
s- ama zaten kahve odada. onu almam lazim.
aa- cık, cay icin.
s- kahve iccez ali abi.
aa- o zmn ortadaki kahverengi taslara basarak yuruyun.

ve biz iki arkadas seke seke kahverengi taslardan yuruyerek gittik odaya, ali abi gözetiminde:D

Cuma, Aralık 01, 2006

Program yukleme:
Meryem isyan etti, "bosluk" yazisinda kitlenip kalmış olmama. O yuzden acilen bir yazi eklemem lazim. Bu sebeple söz ettiğim yazi dizisinden birini ele alana kadar hemen anılara bakiyorum. Ve dunden bahsetmeye karar veriyorum. Dun dogru duzgun masamda oturamadim, neler mi yaptim. sabahtan aksama kadar bilgisayar laboratuvarindaydim. bebe belik önüne geleni yuklemesin diye bilgisayarlarda bi program yuklu. aslinda cok faydali bi program ancak, program yuklemek gerektiginde bi eziyete donustugu kesin. benim de 40 tane bilgisayara bi program yuklemem gerekiyodu iste dun. bu arada yukleme proseduru su sekilde:
1) bilgisayari ac,
2) belli basli tuslara bas,
3) acilan kutuya sifreyi gir,
4) bilgisayari yeniden baslat,
5) programi yukle
6) bilgisyari kapat.

bu islemleri 40 bilgisayara uygulamak haliyle 2 saatimi aldi. ogleden sonra da dersim vardi, cocuklarin basindaydim, aksama kadar. anlayacaginiz yoruldum. ama guzel bir aksam aldi yogunlugumu ;)

Çarşamba, Kasım 29, 2006

Boşluk:



Bizzat:
Yeni bir yazi dizisine baslamaya karar verdim. Bizzat “ben”i anlatcam. Biraz zorlayacak beni ama olsun, gerçekten kıymetli olacak. Uzerinde yazmayi dusundugum konulari asagiya yaziyorum, sunun hakkinda da konusmalisin tarzinda bi oneriniz varsa bekliyorum. Sonra da basliycam bi ucundan yazmaya, umarim tamamlayabilirim…
*Tanrı:
*Hayat:
*Mutluluk:
*Aile:
*Aşk:
*İş:
*İnsanlar:
*Hayvanlar:
*Zevklerim:

*Para:
*Siyaset:

Ali Abi:
sabahın 9'u, kahve almaya gitmişim mutfaga.
-hocam siz aslen matematikci miydiniz?
-evet ali abi
-peki sayisal lotoyu cozebilir misiniz?
-ali abi o cözulcek bişi diil.
-cozulmez di mi, hıı

Salı, Kasım 28, 2006

Ali Abi:
Cok fazla su ictigimi goren Ali abinin yorumu:
-sizin baursaklar da iyi calisiyo anlasilan, pöprek de bööle (elleriyle yüzen böbrek taklidi yaparak) su icinde yüzüodur heralde.

Pazartesi, Kasım 27, 2006


Mavi Gece:
Ehe bunu ben tasarladim, nasi olmus:) neyse diecegim o ki, 1 aralik cuma, manhattan'dayim beklerim. mavi giyinmeyi unutmayin:)

Cuma, Kasım 24, 2006

Tiyatro-Oskar:
Tiyatroya gittim gecen aksam, "eyvah yine karisti", diger adiyla "oskar". sabri özmener oynuyodu, aslinda severim kendisini. konu olarak da oscar filminin konusuna sahip, ortada para, mucevher ve ic camasiri dolu 3 cantanin karismasi, ayrica karisan kizlar var. aslinda icerigi de iyi, ama yine de tavsiye etmiyorum. biraz fazla bagira cagira, yapmacik oynuyolardi kisaca. duyduguma gore "dönmedolap" iyiymis, sinasi de oynuyomus. bakalim bir de onu deneyecegim...

Çarşamba, Kasım 22, 2006

gitmedigim filme övgü: DEJAVU
insanin bi filmi izlemeden yaptigi yoruma ne kadar guvenilir bilmiyorum ama, yapicam yine de. dejavu diye bi film geliyo yakinda. 22'sinde girdi amerika'da gosterime. fragmanini izledim, hosuma gitti. dejavu olayi basli basina guzel bi konu bence. dejavu yasadigimi dusundugum de olur arada. neyse ilgililer buyursun http://dejavu.movies.go.com/ bu arada fragmanindan birkac cumle aktarayim:

It's a phenomenon known as dejavu.

You arrived at a place you've never been, but it feels familiar.
You look into the face of a stranger, and you feel like you've known her, all your life.
Dejavu is believed by many to be a trick of the mind, but the truth is far more extra ordinary.

If you think it's just a feeling, go back and look again...
Babil:
Geçen hafta Babel'e gittim, sinemaya. Hakikaten guzel bi filmdi, kacmaz diyorum. ben bu yonetmen amcayi (Alejandro González Iñárritu) "paramparca asklar ve kopekler-amores perros" filminden tutmustum zaten. burda da iyice bayildim. bunun ustune bi kosu "21 Gram" filmini de izledim, geriye kaldi "11 Eylul", onu izlersem tam olacak.

Babil'e donersek, filmde caresizlik duygusunu taa icimde hissettim diyebilirim. bi ara "yeter ulen!" diye kalkip bagirmak geldi icimden. inanilmaz etkileyici sahneler vardi, aslinda bahsetmek isterim ama izlemeyenler icin filmin zevkini öldürmek istemiyorum. bu sebeple sadece özeti vermek yerinde olur gibi geliyor:

Faslı iki cocuk babalarinin tufegiyle oynarken bir deneme yapmak icin yoldan gecen bir otobuse ates ederler. iki cocugun bu bilincsiz davranisi, 3 ayri kitada, birbirinden uzak bambaska hayatlar suren farkli insanlari, hic beklenmedik bir sekilde bir araya getirecektir. otobuste yolculuk eden amerikali bir cift, sagir bir japon genc kiz ve babasi, meksikali bir dadı ve faslı cocukların hayatları, bu beklenmedik kaza sonucu oldukca degisir. (http://www.beyazperde.com/film/3234)

anlayacaginiz bir nevi kelebek etkisi ya da farkli hayatlarin kesisimi... Maeve Bincy'nin kitaplarini okuyanlar bilir, hani herkes kendi hayatinda suruklenirken bi noktada bi sekilde kesisirler. Paramparca Asklar ve Kopekler ve 21 gram da ayni sekildeydi, sanirim Bincy gibi Iñárritu'nun da tarzi bu.

Biraz da yonetmene kulak verelim, Babil icin neler demis:
“Yüreğimi ve aklımı işgal eden düşünce ve duyguları ifade ederek kendimi arındırma ihtiyacından ‘Babil’ doğdu Yakın ve uzak ülkeleri derinden etkileyen, sonuçta bireysel trajedilere yol açan acı verici paradoksları anlatmak istedim”

“Babil” ‘Nereden geliyorum?’ sorusunun değil, ‘Nereye gidiyorum?’ sorusunun cevabını arayan bir film. Babil’i çekmeye başlarken insanlar arasındaki farklılıkları konu alan bir film yapma düşüncesinden yola çıkmıştık. Bizleri ayıran fiziksel sınırları ve dil engellerini anlatacaktık. Ancak süreç ilerledikçe bizleri birleştiren sevgi ve acı gibi kavramlar üzerine bir film yamakta olduğumuzun farkına vardım. Bir Japon ile bir Fas’lıyı mutlu eden şeyler farklı farklı olabiliyordu, ama sonuçta tüm insanların yaşadığı çaresizlik duygusu aynıydı. (iste bu caresizligi oyle guzel vermiski, perde karsisinda kivraniyosunuz resmen, oyuncularla beraber) Bence ‘Babil’in çekimlerinin en güzel yanı, farklılıkların yanısıra ortak duyguların da altını çizen bir öze sahi olmasıydı”


gidiniz görünüz dostlar, hatta yetinmeyip diger filmlerini de izleyiniz...

Salı, Kasım 21, 2006

Arkadaslarim Arasi Evlilik Vakasi:
Dun yalan yazi yayinladigimi bildirir, tum okuyucularimdan özür dilerim:) ya hep boyle oluyo bana, hangi arkadasimi unutsam, bana onu hatirlatcak biseyle karsilasiyorum pesi sira. dun sadece 1 arkadasimin evlendigini soylemistim ya, yalan! benim 1-2 yaslarimdan beri tanistigim bi arkadasim vardi, o evlendi 2 yil evvel. sanirim onu evlilik meselesinde göz ardi etmemin sebebi, kendisinin evlilik icin yaratilmis bir havasi olmasi. hani kiz 15 yasinda da evlense, yadirgamazdim herhalde. neyse bu arada ne oldu da arkadasin aklina geldi derseniz, annem dun, bosanacaklarini soyledi:( nedir kardesim, bu bosanma sıklıgı, boyle "al-at" konseptinde evlilikler gorunce korkuyorum valla. mezara kadar surmeli kardesim evlilik dedigin, yoksa niye evleniyosun alla allaa. babannemle buyukbabam gibi olmak istiyorum ben, 85 yasimda, elimdeki torbalari almak icin kırıs kırıs ellerime uzanan 90'lik kocamin yanagina bi opucuk kondurmak istiyorum. annanemle dedem gibi olmak istiyorum, ondan evvel ölürsem, fotografimin onunde bir kırmızı gül ve "seni çok özlüyorum" yazan bir kücük not bulmak istiyorum. annemle babam gibi olmak istiyorum, her allahın gunu opusup koklasmak, kucaklasip sakalasmak...

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Faithless'ten Insomnia'yı dinliyorum, ya bi sarki bu kadar mi guzel olur! cok seviyorum ben bu sarkiyi ya! buraya hakkinda yeni bi yazi ekliycek kadar cok seviyorum. kulakligim kulagimda normalde pek yuksek sesle dinlemeyi sevmesem de, bu sarkida sesi kısamiyorum. once ufaktan kıpırdamaya basliyor icim, sonra yukseliyor, yukseliyor ve fıskırıyor sanki:) tabii bu noktada ben de yerimde duramiyor, oynayip duruyorum, sanirsiniz bir pazartesi sabahı universitede degil, bir cumartesi gecesi techno partideyim:D Faithless'ı seviyorum, Insomnia'yı daha cok seviyorum... bu yaziyi 2 dakika bile boyle muzige dayanamayan, hatta bu sarkilari "durmadan aynı dımtısı tekrarlıyor" seklinde yorumlayan sevgili dostum Asli'ya ithaf ediyorum...
Yakın Arkadas Nisani:
Cumartesi yakin bi arkadasim nisanlandi. lisede beraber soru cozdugumuz, ayni voleybol takiminda top pesinde kostugumuz, bizden 1 yas buyuk olmasina ragmen genelde ablaligina soyundugumuz, yerden bitme, seker kiz. simdiye kadar sadece 1 arkadasim evlendi ama onunla tanistigimda buyuktu zaten, yani birlikte buyuduk diyemiyorum ve zaten 4 yas buyuk benden, dolayisiyla onun evlenmesini bu kadar yadirgamamistim. Cumartesiyse bi tuhaf oldum, nerdeyse agliycaktim, -aman da benim kucugum buyumus de nisanlaniyomus da- filan diye. tabii bunun yani sira, -kizim millet erkek arkadas yapti, uzun zaman cikti, onun O olduguna karar verdi ve bunu cumle aleme duyurdu, sen napiyon- diye bi kisim dusunce de gecti:) bu yazimi, sezen aksunun cok anlamli bir eserinin bir kisim sozlerine yer vererek bitiriyorum:D

Tanrım tek başına koyma kullarını
Yalnızlığa ancak sen dayanırsın
Güzel çirkin deme sen kayır yine
Bir munasip koca her birimize
Hasretini çekmislere
Tazeyken dul kalmışlara
Alı gülü solmuşlara
Ver ver ver ver
Gökte uçan kuşlara
Kurumuş kocamışlara
Boynu bükük kalmışlara
Ver ver ver ver
Hey tanrım bana üç tane
Üç de yetmez beş tane
Bes de yetmez yedi tane
Ver ver ver ver
Ver allahım ver

Salı, Kasım 14, 2006

Ali Abi:
burda calisan, temizlik, getir götür ve cay-kahve meseleleriyle ilgilenen bi ali abimiz var, kendisi alem bi insan. bu bloga girmeyi coktan hak etti aslinda da, ben erteledim onla ilgili anilarimi yazmayi biraz. neyse bugunki diyologumuza yer vererek basliyorum cin alinin maceralarina.

iki yandan topladım bugun saclarimi, uzadi ya toplaniyo artik. sabah sabah geldi, soyle bi bakti bana ali abi, bisiler mırıldandı agzinda, anlamadim efendim dedim. bu bi iki kere tekrarlandi, megerse, benim boyle vikinglere benzedigimi soyluyormus:) sonra yetinmedi, arkasi dönükken, tekrar söylemeye basladi biseyler, yine anlamadim once, sonunda onu da soylettim, "genelde ilkokul bebeleri toplar böyle saclarini, neyse canim iyi olmus, hani degisiklik olmus iste size de" dedi :D komik adam ya, daha anlatirim ali abi'den...
akşamdan kalma:
7:45te cikiyorum evden sabahlari ve bu sabah 7:35'de uyandim. telefonun alarmini ertelemeye calisirken kapatmisim anlasilan. bi gözümü actim, saate baktim ve firladim yataktan. gece ictigim rakilari unutup boyle bi firlamayi yapmamam gerektigini akil edemedigimden, sarsildim haliyle biraz. hani boyle zamanlarda basın normalden agirdir, gözler bulanik, dilin damagin kurumustur, hatta butun cildinde bi kuruma söz konusudur, kafan dumanlı, refleksler zayıf, sanki beyninin verdigi hareket emirleri 2.bi merci tarafindan onaylaniyordur, bu 2.merci de dosyalari genelde beklettiginden dusundugunu aninda gerceklestiremiyorsundur, oyle bi haldeyim. sirf rakı icip, karistirmadigimdan, mide saglam allahtan, bi de onla ugrasmaya gerek yok. ama agir hareket etmem de fayda var, lakin 10 dakkam mevcut cikmak icin, millet yollarda beni bekliyo, bekletememek lazim hele bi de sogukta. velhasil hazirlanip ciktim, basariyla bu aksamdan kalmaligi da atlattim. kremlendim bol bol, suya da yuklendim, saat 10 itibariyle gayet iyiyim.

gelelim geceye, dostlarla bulustum, babamin tabiriyle askerlik arkadaslarimla. ozlemisim. acaip bi yere gittik, masalarda izgaralar var, her masanin kendisine ait, bir nevi ocakbasi. koy domatesleri, kofteler yaniyo abicim, su eti cevirsene, hakanım biraz tuz atsana, murat kekigi verir misin, doldur rakıları, ya kenan bi 35lik daha mi istesek, olur valla abicim iceris, ee o zaman şoyle birer de kanat soyleyelim, of of biber cok aciymis, yandim... tarzinda konusmalar var masada. ee fasil ekibi (darbuka, keman, kanun, klarnetten olusan cingenemtrak bi ekip) bizim boyle icip eglendigimizi gorur de yanimiza gelmemezlik eder mi... usustuler basimiza, aplam sen ne istiyosun, sizin icin ne calayim, diye diye epeyce bi sarki soyledik, bu arada adam bana urfali misin diye sordu, nasi sarkilar tercih ettiysem artik, ya da urfali bi tipim mi var acaba:) en son antep de yapmistik bu ekiple raki muhabbetini, gecen kisti, epey gecmis ustunden, neyse daha nice geceler diliyorum boyle keyifli...

Pazartesi, Kasım 13, 2006

aklima esenler:
canım sıkıldı, oda cok sıcak bunaldım, disarda yagmur yeni bitti, gunes cikti ardindan, disari cikmak geldi icimden, biseyler tıkmak istiyorum agzima, al cüzdani firla disariya...büfeye gittim, kitkat aldim, yenisi cikti bitteri , aklimdaydi ne zamandir denedim fena degil, bir de ayıcıklı jelibon yanina. bu kadar disarda durmak az geldi, asagidan dolanarak gideyim bölüme...ayaginda botlar var, rahat rahat girebilirsin camurlu sulara, bu bakimdan iyi de, bu botlarda cok agir be kardesim, hic sevmiyorum bot isini, hep lastik pabuc giymeliyim. yaz kis samoa isterem, samoa isterem. abi inanamiyorum adidas'in artik samoa cikartmadigina, baska bi tane daha bilmiyorum onun kadar guzel gorunen ve rahat bi modelini adidasin. aptal adidas, hatta ADİdas, ögg...bu arada bu laf attigin botlar da kendinin degil ya neyse, annen yeni botlarini sana bagisladi, bakti senin cikip alacagin yok kendine. ya zengin olsam yapacagim ilk sey ne biliyo musunuz? kendime alisveris icin bi adam tutmak, boyle benim zevkimi, bedenimi bilen bi adam. o yapsin alisverisi benim yerime. hatta dolabima bakip, "hımm buna bu sezon bot almak lazim, bir de kot alayim, bir beyaz bluz, sunun uzerine giyecek bir sey bulamiyordur, yesil de bi gomlek alayim" filan dese... hadi cok zengin oliim ben... aslina bunun prgorami yapilabilir. bi kereye mahsus tüm dolabindakilerin bilgilerini girersin. iste boyle cins cins, renk renk, tarz tarz. o sana kiyafetleri gruplar, cesitli kombinasyonlar olusturur, renk ve model uyumunu göz önüne alarak. sonra her yil modaya göre güncellenir. yeni kiyafet aldikca girersin bilgisini. azaldikca silersin. uyari verir gerekince, "hic koyu renk corabiniz kalmadi" diye. sonra butun magazalari tarar, koyu renk coraplarini gösterir sana fiyatlariyla, pıt pıt 2 tusla secersin istedigini. kredi kartindan cekilir eve de kargoyla gelir. yess! bana gore yuzyilin bulusu bu:) bana bakin fikrimi calip da yapan olursa telif hakki isterim ona gore... hatta gelin satayim da yapin hemen. cok para da istemicem, programi bana bedava verin nerdeyse yeter...
Dolaplarimi duzenledim gecenlerde, şiir dosyalarımın birinin icinde 13-14 yaşlarımda yazdığım şiirlerimi buldum, hatırlıyorum ortaokuldaydım hoşuma gitti, bi iki tanesini paylaşayım dedim...

Korktuğu okunuyor gözlerinden,
Anlatıyor gözleriyle kortuğunu neden,
Susmayan tabancalardan,
Kurşunlardan namlulardan fırlayan.
O da istiyor savasın bitmesini,
O da istiyor diğerleri gibi.
Yine de tek yapabileceği beklemek savaşın bitimini,
Ya da ölüm vaktini...

Not: ne savaşı beni etkilemişti hatırlamıyorum, düşünmek lazım, 94-95 yıllarında ne vardı. hatta bunu okurken hatırladım, bir de savaş konulu hikaye yazmıştım o zamanlarda, Anne Frank tadında. bir kız çocuğunun savaş sırasındaki aşkını anlatıyordu. Aşkı ne cabuk kesfetmişsem, aynı yıllara ait bir de böyle, belli ki yaralı bir kalpten fırlamış bi şiir var:

Saçlarım alev rengi değil belki,
Gözlerim de renkli.
Seviyorum seni ölesiye,
Yetmez mi?

Cuma, Kasım 10, 2006

En uzun bayrak direğini dikmişler Hacettepe'ye, o kadar uzunki, üzerindeki bayrak 8x12 olup, 96m2’miş. Bilkent'ten bile görülüyor. Muhteşem dalgalanıyor. İnanın dalgalandığını her gördüğümde tüylerim diken diken oluyor. Bugünse yarıya indirilmiş o bayrak. Daha bir başka duruyor. 10 Kasım bugün, hüzün bayraktan bile okunuyor. O'nun ( "o"nun sadece Atatürk ve Allah için kesme işaretiyle ayrıldığını öğrendiğimde 7 yaşındaydım. O'nun ne kadar büyük olduğunu düşünmüştüm.) ölümünün 68. yılı...
Canımı verdiğimde ayağa kalkacağını bilsem, düşünmeden veririm gerçekten. Sirenler çaldığında tekrar beynime üşüştü yaptıkların. Herhangi bir insanoğlunun yapması imkansız gibi duran onlarca şeyi başarmışsın. Mucize olmalısın. Kaç yıl geçti doğumundan, değil ülkemize, yeryüzüne bile geldiğini sanmıyorum senin benzerin bir tane daha. Kurduklarını korumak bile bu kadar zorken, nasıl yaptın bunları akıl sır erdiremiyorum.
Seni saygı ve özlemle anıyorum Ata'm...
Bi fıkrayla bu yazimi noktalamak istiyorum,
Erdogan uluslararasi bir toplantiya katiliyor. Herkes ulkesinin basarilarini anlatiyor. Hepsi soyledikten sonra Amerika basbakani hepsini bastiracak olan, haberini patlatiyor. "ölüleri diriltebiliyoruz" diyor. Erdogan da altta kalmamak icin "biz de saniyede 100 km kosabiliyoruz." diyor. Erdogan Türkiye'ye geri döndügünde ise, topluyor danismanlarini söyledigi yalani anlatiyor. Amerika basbakani haftaya gelecek, ben ne yapacagim diye soruyor. Sonunda danismanlardan birinin aklina bir fikir geliyor. ve söylüyor:
- Basbakan geldi mi, Anitkabir'e goturur, madem ölüleri diriltebiliyorsunuz, Atatürk'ü diriltin dersiniz. Diriltemezse sorun yok, eger diriltmeyi başarırsa, yine sorun yok cünkü siz zaten saniyede 100 km hizla kosarsiniz.

Perşembe, Kasım 09, 2006

örgü mücadelem

Örgü örüyorum ben, atkı atkı! hem de selanik cinsi (cins mi deniyo, model mi, çeşit mi, bilemedim ya neyse) örgü:) 1-2 hafta oldu baslayalı, mehter takımı edasinda 2 ileri 1 geri yapiyorum. örüyorum, bozuk olursa söküyorum, bu arada sökmeyi kolay bişey sanmayin, sökmek demek, geri örmek demek, yani diyelim 1 satır (buna satır denmedigi kesin, örgü de satır diye terim olur mu yahu, nerden geliyosun sen, öğretmen misin nesin?!) geri gitmeniz gerek, 1 geri örüyosunuz, sonra bi de düz örüyosunuz, yani 2 satır örüp, ancak basladiginiz noktaya dönüyosunuz. ilmek(iste örgüye ait bi terim, en azindan bişi biliyomusum, iyi iyi) kacti mi bittiniz, nitekim ben cok yapiyorum, boyle sisin ucundan gidiveriyo. gitti mi pıt pıt, 3 satir iniyo o. yakala yakalayabilirsen. bu ne demektir, 3 satir geri ör, sonra da 3 yukari, yani bi ilmek kacirdim mi basladigim noktaya geri donmek icin 6 satir örmem gerekiyo, zaman tuttum (matematikciyim ya, bayilirim herseyi hesaplamaya) bi satir 6-7 dakikada örülüyo. gecen gun yarım saat kadar bi bos vakit buldum öreyim biraz dedim. 2 satır=15 dak ördüm ve bi ilmek kacirdim, 3 satır indi, bu durumda örgüyü elime aldigim noktaya getirmek icin 3 geri + 3 ileri = 6 satır. 6*7 dk= 42 dak ihtiyacim oldu. 2 satir da baslangicta gittigim dusunulurse, ilmek kacan ana geri dönüsüm 1 saat demek oldu. e benim toplam yarım saatim vardi. hehehhe, hala bu kadar hesaptan bunalip okumaktan vazgecmediyseniz, sizin de anlayacaginiz gibi, örgüyü elime aldigim andakinden daha geride bırakmıs oldugumu anlarsiniz. atkiya bi bakiyosun kisalmis:D iste oyle...

Pazartesi, Kasım 06, 2006

Masanın Öbür Yanı:
Kaç kez o koca amfide sınava girmisimdir, ne diferansiyel denklemler, soyut matematikler, real analiz sinavlari vermisimdir. kopyalari siralara islemis kucuk kucuk, sınavdan önce gerekirse kullanmak icin kucuk kagitlar hazirlamis, kimin nereye oturacagini dakikalarca tartismis, her kaş göz isaretini kodlamis, hangi cebe hangi bolumun kopyasini koymanin daha iyi olacagini dusunmusumdur. o sinava hangi asistanin girecegini, yer degistirip degistirmeyecegini, hangi hocanin goz actirmadigini hesaplamisimdir. ogrenciydim ya kopya benim isimdi. bugunse gozetmenlik yapan benim, kopya cektirmemek oldu bu sefer isim. kopya ustasi oldugumdan, herkesin planini anlamak o kadar basitlesiyor ki, cok komik gercekten... yine de cok hırpalamadim cocuklari, uyardim sadece... ve devam etmelerine izin vermedim, dikildim tepelerine:) cok tuhaf bi durum gercekten masanin obur yaninda olmak, herhalde cocuklarima izin verirken de benzer duygular yasayacagim, onlar gitmek isteyecekler babamin deyimiyle "barlara, pavyonlara", ben olmaz diyecegim, buyudukce de azcik azcik verecegim... hehehe dunyanin kurali bu desenize:D

Cuma, Kasım 03, 2006

Ölü böcek mevsimi:
bu ne ya! penceremin önündeki taşta abartmiyorum 15 tane irili ufaklı böcek leşi mevcut. bi iki gün önce ölmekle ölmemek arasında kararsız kalmış bi tane ateş böceği su bardağımın kenarında cambazlık yapiyodu. bugun sabah geldim, cayimi koydum, maillerimi kontrol ediyordum, kanı donmak üzere olan uyuşuk sineğin teki tur attı burnumun dibinde. 2 dakka geçmedi, fincanı agzima götürdüğümde bizimkinin fazla dayanamadığını fark ettim, ölcek yer mi yok, bak git pencere önünde mezarliginiz var, benimkinin cephesini begenmiyosan oda arkadasim meryem'inkine git. meryem'in mezarligi daha populer ustelik, hem meryem de alisti artik, gecen gun bi tanesinin can cekismesini izliyodu ilgiyle. bakiyorum şimdi yeni bi yer bulmussunuz kendinize, klavye üstü! klavye böcek mezarligimizin, E ve S harfleri dolmuştur, geri kalan tuşların üstü hala boştur bekleriz kardeşim, buyrun, utanmayin...

Çarşamba, Kasım 01, 2006

30 yaz gördün daha, 30 kış sadece...

30 yaz gördün daha, 30 kış sadece, 5’ini hatırlamıyorsundur bile… 2 ay önceydi, damatlığın içinde, alkışlar arasında, ömrü boyunca seninle birlikte olacağına inanan sevgilinle el ele salona giriyordun. Annenin gözlerindeki yaşlar çok farklıydı şimdikinden, seviniyordu bir yandan o zaman. Oysa şimdi toprağın altında bedenin… Üstelik aldığın kurşunlarla delinmiş, kanamış, canın kim bilir ne çok acımış...
Dün karşılaşmış arkadaşlardan biri seninle otobüste, Pazar birlikte yemek yeriz demişsiniz… Önümüzdeki hafta neler yapacağını anlatmışsın. Oysa önünde değil artık o hafta. Sen “gelecek yıl”ın, “ertesi gün”ün, “bu yaz”ın anlamını kaybettiği bir yerlerdesin muhtemelen. Hala küçük bir çocuğa aitmiş gibi görünen kara gözlerinle şaşkın şaşkın bakıyorsun belki de etrafına, kim bilir.
Fotoğrafımıza bakıyorum ben de burada, hani senin gece geç yatmana rağmen sabah üşenmeyip, onca yolu geldiğin, çimenlerde yayıldığımız, denize girdiğimiz o gün çekilmiş fotoğraf. Adımla hitap etmiştin bana o gün, şaşırmıştım. Keyfimi yerine getirmek için ne çok uğraşmıştın. Hararetle bir şeyler anlatıyorsun belli ki. En az 10 kişiyiz fotoğrafta, ben buradayım hala, Murat da, Hakan da… Sen yoksun oysa. Yüzemeyeceksin bizimle bir daha.
Fasıl gecesi de hala aklımda, tokuştururken rakı kadehlerini, kim bilir neyin şerefine içiyorduk. Neden “hayat”ımızın şerefine içmek gelmez ki hiçbir zaman aklımıza. Yaşamazsak ne anlamı kalır ki sahip olduğumuz şeylerin… Ne tuhaf en değerli şeyimizin, bu kadar ucuz olması, bu kadar kolay kaybedilmesi.
Nerden bilebilirdin, giderken o yolda, adamın silahını çıkarıp seni vuracağını, sen eve dönerken alacaklarını düşünüyordun belki ya da haftaya kadar yetiştirmen gereken işleri, telefon faturanı, kuru temizlemeden alınacak ceketi, buluşmak üzere söz verdiğin, bir türlü buluşamadığınız arkadaşını, eşine çiçek almayı, babana uğramayı, henüz adresini değiştirmediğin için annenlere giden mektuplarını almayı…
Kalanlara ne demeli Koray, onlar ne yapsın? Gözpınarları kuruyana kadar ağlasalar, gözyaşlarının tamamı aksa dindirir mi acılarını? Sevecek başka insanlar bulsalar, doldurur mu yerini? Seninle birlikte abin de gitmiş, hangi kalp böylesi iki koca acıya dayanabilir ki? Torunlarını sevmeyi bekleyen ailen, bunu nasıl kaldırsın? Sanmıyorum anneciğin sakinleştiriciler olmadan ayakta kalsın…
Bu arada aramak gelmiyor kimseyi içimden, kime ne diyeyim, “başınız sağ olsun”ların biraz olsun olur mu faydası, tanımıyorum bile kimseyi, gruba posta atsam ne olacak? Bakabilecek misin maillerine? Ne kadar çok başsağlığı dileyen var görebilecek misin? Kaçı görev icabı yazmış ya da telefona sarılmış sayabilecek misin? Arayanların kaçı seni tanıyor? Kaçı tanımadan bile gerçekten üzülebiliyor? Ve seni tanıyan kaç üzgün ne telefonuna ne posta kutusuna saldırıp, seni kendince bir yazıyla uğurluyor...

Cuma, Ekim 27, 2006

msn space'ten cektigim yeter! tasiniyorum ordan. nedir kardesim gunlerce okuyuculardan uzak. uyardim olmadi, ayarlarini tekrar duzenledim olmadi, deli etti beni. bundan boyle mekanim burasi. gerci burda okuyucu kısıtlaması yok galiba, neyse bizde halka aciliriz artık napalim... millletimize hayırlı ugurlu olsun. aktardim eski yazilari da ay ay... aralık 2005'teki ilk yazimdan bugunki dahil tum yazilarimi bulabilirsiniz arsivde. her ayı tek bi yazi gibi kaydettigimden biraz uzun oldu ama idare etceksiniz, tepesindeki degil de yazinin icindeki tarihleri dikkate alirsiniz bi de eskileri okursaniz.. kurdele nerde kurdele, keseyim...

Gittiğinde o kadın...

Gittiğinde o kadın, yalnız kalacaksın, çalmayacak telefonun eskisi kadar, aşk mesajları gelmeyecek cebine. Telefon edebileceğin kimse de olmayacak canın sıkıldıkça, güzel sözler duyup moralini düzeltebileceğin, çılgın sözlerini duyup güleceğin, saflığıyla dalga geçebileceğin kimse... Başın ağrıdığında okşamayacak kimse şakaklarını, öpmeyecek alnını. Elin kesildiğinde yalnız kendi canın acıyacak, yanında canı en az seninki kadar acıyan biri daha bulunmayacak. Belki annen, ama o da o kadar uzaktaki haberi olmayacak. Senin aç olup olmadığını umursamayacak kimse, senle beraber yemek için saatlerce aç kalmayacak. Kâğıtlar, makas, uhu ve renkli kalemlerle uğraşılıp hazırlanmış aşk mektupları bulamayacaksın bir zarfın içinde. Kimse arabasının yanından geçeceğin için, 1 saat erken gelip kalp yapıştırmakla uğraşmayacak arabanın camına. Evine geldiğinde onu bulamayacaksın, evinin anahtarını çoktan teslim etmiş olacak sana. Beceriksiz ve yavaş da olsa, sana salata yaptığını göremeyeceksin, sen kestikçe domatesleri bir yandan yemeyecek artık kimse, durmadan sarılıp sana, hızını kesemeyecek sen yemek yaparken. Gizliden girmeyecek hiç bir zaman içeriye. Sabahları 6'da kalkıp, yarım saat için onca yolu gelecek, sen uyurken sessizce koynuna girecek kimse de olmayacak haliyle. Seni gördüğü için zıp zıp zıplayan, dans eden, mutluluktan uçan biri olmayacak etrafında. Tek karşılaşacağın her zamanki sakin, sıradan "merhaba". Reyonlarda kahve fincanlarını görüp, hoşuna gideceğini düşünen, "baş başa kahve içeriz, ay ışığında" diye sana onları hediye eden biri olmayacak, kimsesiz kalacak kahve fincanların. O fincanlara değen dudaklar onunkiler olmayacak bir daha, cama çevirip koltuğu, ayaklarını altına alıp, omzuna yaslamayacak başını. Ne harika kolların var senin demeyecek, ne güzel gözlerin var, ellerini çok güzel yıkıyorsun ya da ne güzel 79 diyorsun diyen olmayacak. Seni durmadan arkadaşlarına anlatan, sabahtan akşama, akşamdan sabaha senin hakkında konuşan, seni düşünen, senle ilgili hayaller kuran, buluşmanız için durmaksızın plan yapan… Babaannesi sormayacak seni daha fazla, yanılmışsın kızım diyecek, teselli etmek istercesine ve silecek artık içi gülmeyen gözündeki yaşları, geriye doğru düzeltirken senin için uzattığı saçlarını… İlk karşılaştığınızda neler hissettiğini anlatmayacak sana bir kez daha, -ilk görüşte aşka- rastlar mısın acaba bir daha? Çimenlerde koşturmayacak, sırtına atlamayacak, havaya zıplayıp göbeğini çarpıştırmayacak. Etekle oturmayı beceremiyor diye gülemeyeceksin. Yürürken duvarın üstüne çıkmayacak, elini tutmanı istemeyecek, yarışmayacak senle birasına. Biraları onsuz içeceksin… Bak gördün mü giderse bira borçlarını ödemek zorunda da değilsin. Yardım etmeyecek bavulunu toplamana, bırakmayacak seni otobüse, el sallamayacak arkandan. Şehre geri dönüp dönmediğini yalnız arkadaşların umursayacak, onun haberi bile olmayacak. Her gittiği ülkeden kart almayacak sana. Şifrelerinde adını da doğum gününü de kullanmayacak, değiştirecek hepsini... Getirdiği yemek önlüğünü kullanmana da gerek kalmayacak. Yaptığın yemekleri başkaları yiyecek, yemeği yaptığın ellerini başkaları öpecek. Resimlerini senin için çizmeyecek, “ben ona resmen aşık oldum” şarkısını söylemeyecek sana. Ya da bir türkü ezberlemek için dakikalarca uğraşmayacak, telefon açıp o türküyü söylemek için kasmayacak. Pazar sabahları eskisi gibi bir tabak eksik koyacaksın masaya, kurabiyeleri getiremeyecek, çünkü gelmeyecek bir daha. Evine yürüyerek gelme hayalleriyle yanıp tutuştuğu için sana kiralık daire arayan kimse olmayacak, zaten taşınmana gerek de kalmayacak. Yalan söylemek zorunda olmayacak kimseye, yalnız doğrularla yaşayabilecek, zor durumda kalmayacak, annesiyle tartışmayacak, babasından izin koparmakla uğraşmayacak, yalvarmayacak kardeşine. Parklarda, apartman aralarında yediği sandviçten o kadar zevk alan birini bulamayacaksın belki bir daha; aşka dair forward mailler de, mailboxında. Ya da öpüşen sincap fotoğrafları. Powerpointte hayali tatil sunumları hazırlayan kişi çıkacak hayatından, kavgalarınızın hayalini kuran o çatlak. Ofiste oturup film izlemeyecek seninle. Sinemaya gittiğiniz için o kadar mutlu olan birini bulamayacaksın muhtemelen. Tozlu cama isimlerinizin baş harflerini yazıp, ortasına bir kalp iliştiren, bunun fotoğrafını sana yollayan biri… Getirdiğin çiçekler solmasın diye her gün suyunu değiştiren, güneşe göre yerini ayarlayan, ona aldığın çikolatanın kabını saklayan… Cep telefonunda kısayoldan silecek seni, 1 numaraya başka birini koyacak, senin kadar sık arayacağı başka birini bulacak, sen aradığında çalan melodiyi değiştirecek ve gözüken o kırmızı kalbi de silecek. Usulca çekip gidecek hayatından, başka biriyle yaşlanacak, göz rengi tahmininden farklı çocukları olacak, torunlarını omzuna alan başka bir adam, başka birinin hayatında ışıldayacak. Ve senin hayatında olmayacak daha fazla bulaşıkları öpüşerek yıkayan, odaya çekilmeden çayın altını kapattın mı diye soran… Senin için, planladığı gelecekten uzaklaşmayı göze alan… Yarım kalacak senin için örmeye başladığı yeşil atkı, tamamlanmayacak hiçbir zaman…

Cuma, Ekim 20, 2006

arkası yarın: "Hayatın İçinden" bölüm no:10-SON

3 ay sonra...
- Neyse ya sen beni boşver, senden, seninkinden naber? dedi Arzu konuyu kapatmak istercesine.
- Bi problem yok bizde, iyi gidiyor herşey. Boşuna değiştirmeye çalışma konuyu, beni değil seni konuşucaz. dedi Selen, Arzu'nun kaçma çabasını bastırcak şekilde. Birbirlerini 3 aydır görmüyorlardı. Önce Selen çıkmıştı yurtdısına tatil icin. O geldiginde ise Arzu gitmisti. Bir kac kez telefonda gorusebilmislerdi. Cızırtılı telefon gorusmelerinden 2 carpici nokta cikmisti. Birincisi Ece'yle küstükleri, ikincisi ise o evli adamla olan ilişkisinin bittiğiydi. Yurtdışına çıkışı da her zamanki gibi kaçmak içindi anlaşılan. Selen üzülmüştü iki habere de. Gerçi sevinmesi gerekiyordu, en azından bu çarpık ilişkinin bitişine. ama arkadaşının kırılan kalbini düşündükçe üzülmemesi elde değildi. Konuya Ece'yle girmeye karar verdi.
- Ne şimdi kızım sizin derdiniz, niye bozuştunuz Ece'yle? Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyordu.
- Ya inanki konuşmak istemiyorum bu konuyu. Biliyorsun Ece, Yavuz'la müstakbel kocasının arasında kalmıştı. En sonunda da tatile çıkmaya karar vermişti kafa dinlemek icin. İkisinden de ayrılacaktı. Sanki bunları söyleyen o değilmiş gibi devam etti, ikisiyle de konuşmaya. Biliyosun Yavuz benim yakın arkadaşım bi noktadan sonra ister istemez bulaştım işin içine. Derken sarpa sardı işte. Birbirimize girdik. Ağır sözler söyledik. Şimdi de -meraba-meraba- başka bi şey yok.
- Haydaa! diye söylendi Selen, elini dizine vurarak. Oldum olası anlayamazdı iki hemcins dostun kavgasını. Gerçi bi kere başına gelmişti. Ama bambaşka bi mevzuydu o. Kavgayı çıkaran Selen olmamıştı, küsen de, o sadece düzeltmeye çalışmıştı aralarını, hepsinin bir yanlış anlaşılmadan ibaret oldugunu dusunuyordu, ama sonunda yorulup bırakmıştı. Herşeyin belli bir enerji karşılığı oldugunu dusunuyor ve duzeltmeye calistigi bu iliskiden, alacagi bir enerji olacagina inanmiyordu. Ustelik düzeltmek icin harcadigi da cabası.
Sıyrıldı düşüncelerden ve ister istemez
- Ben sana söylemiştim. dedi. Girmeyecektin aralarina, of Arzu, hiç akıllanmıyorsun!
Arzu'nun başını önüne egdigini gördü, onu kırmak istemiyordu. Ama geç kaldıgını hissetti, yine de zararin neresinden dönerse kârdı. Konuyu değiştirmek istedi, bu mevzuya sonra dönecekti.
- Pekala kapatalım bu konuyu, sonra yine döneriz. Ayrılık meselesini anlat. Nası kapandı o konu?
- Aah! işte o konu öldürüyor beni! İzmir'e biletimi almıştım, hatırlıyor musun, senle görüştüğümüz son gün. Ama bunu söylemedim bizimkine. Sürpriz yapmak istedim. Gittim otele, son bir kez karısını kontrol ettim, iş yerini aradım, ofisindeydi, kapattım telefonu. Oda numarasını buldum bizimkinin. Çıktım odaya, tıklattım kapıyı ve "oda servisi" dedim. Araladı kapıyı belinde sadece bir havlu vardı. Daldım içeri ve sarıldım boynuna. Şaşkınlık içinde yüzüme bakıyordu. Bir kaç saniye içinde kavradım olayı. Yatakta onu bekleyen bi kadın vardı. "Sevgilim" diye seslendi. Dondu kaldı, ne yapacağını bilemedi, çarptım çıktım kapıyı ben de. O gün bugündür konuşmadık bi daha.
- vay be! bir türk filmi edasında bitirmişsiniz ilişkiyi. sana bişey söyliyim mi? bence iyi olmuş. yoksa iyice süründürecekti bu seni. temizinden, herifin de kıymet verilcek biri olmadığını anlamış şekilde bitmiş.
- Evet evet ben de aynı şekilde düşünüyorum. Geçti gitti... hiç düşünmedim zaten yurtdışındayken de, aklıma bile gelmedi, bi süre sonra...
- Ece napiyo peki şimdi?
- Onun bi kankasi var Berrin diye, bilmiyorum tanıştın mı? Neyse işte onla karşılaştım gecen gün. Naptı, ne etti diye sordum. İyiymis. Erkeklerin ikisini de çıkarmış hayatından. Kendine bi çeki düzen veriyomuş. Mezun olmuş ve bi işe başlamış. Bu aralar da hayatında kimse yokmuş. İş-ev-arkadaşlar arasında gidip geliyomuş. İşte öyle.
- İyi iyi sevindim onun adına. Küslüğünüz konusuna daha detaylı eğilcez. Ama şimdi kalk da biraz dışarı çıkalım. Karnım acıktı, bişeyler yer içeriz.
- Tamam.
- Aaa! unuttum söylemeyi! Pınar sevgili yaptı kızım kendine. Tanıştım ben, çok tatlı biri!
- Aaa! hadi ya! çok sevindim. ben sana söyliyim, evlenirler onlar...
- Hoppalaa, daha tanımadan etmeden nerden biliyosun.
- Biliyorum biliyorum. Elmanın sapı, üzümün çöpü diye kimseyi beğenmedi Pınar bunca yıldır, bunu beğendiğine göre bi hikmet var. Ben bekliyorum 6 aya evlilik kararını , bak görürsün. dedi Arzu bilmiş tavırlarıyla. Güldü Selen;
- Ne diyim olabilir, hayırlısı. Dur dur bi iki haberim daha var. Evlilik diyince geldi aklıma, Bahar evleniyo bir kaç ay içinde.
- Siz tanıştınız mı çocukla?
- Evet, Pınar da ben de sevdik. İyi birine benziyo. En azından çok kıymet verdiği belli.
- Ozan naptı? Ohoo amma çok konu birikmiş, kurumuş kalmışım, dedikodusuzluktan. dedi Arzu kikirdeyerek.
- Yok onda bir şey, o son kızdan da ayrıldı, hani sarışın olan, 5 ay filan çıktılar işte. Gönlüne göre birini bulamadı yaa, üzülüyorum valla.
- Suat?
- İyi, yerinde keyfi, bıraktığın yerde, bi gelişme yok onun da hayatında. Eski karısı aramış geçen gün. Şaşkındı biraz. Öyle havadan sudan konuşmuşlar. Peki ya Gamze'den haberin var mı? Döndü Türkiye'ye, bitirdi geldi okulu. Bil bakalım hangi güzide şehrimize taşınıyo?
- Nolcak İstanbul'a taşınıyodur.
- Evet. dedi Selen dudaklarını büzerek. Üzülüyordu Gamze'nin gidişine, gerçi buralarda da iş bulmasının zor olduğunu biliyordu. Hem en yakın arkadaşı da ordaydı Gamze'nin. Orada daha mutlu olurdu muhtemelen. Tüm bunları geçirdi aklından dalgın bakışlarla.
- Hadi hazırım ben. dedi Arzu rujunu sürerken. Kalktı Selen koltuktan.
Kapıyı kilitledi Arzu, Selen kaç yıldır bu kapıyı çaldığını düşündü, kaç kez Arzu'nun bu kapıyı kilitleyişini izlediğini. dostlarından uzaklaşmanın ne korkunç bir şey olacağı fikri dönüp duruyordu kafasında ne zamandır, ya o bu şehirden gitseydi, ailesi, arkadaşları, sevdigi, alistigi yerler... Aykut ona başka şehirde yaşama hayallerini anlattığından beri, durmadan bunlar geliyordu aklına... o sırada trafik ışığına takıldı gözü.
- Arzu koş koş yeşil yandı, geçelim karşıya diye çekiştirdi Selen Arzu'yu.
Karşıya geçtiklerindeyse koluna girdi Arzu Selen'in, başladılar yürümeye, nerede yiyeceklerine karar vermeye çalışarak.
- İkizleri de mi arasak dedi Selen. Belki bu taraftadırlar, bizimle gelirler yemeğe.
- Tamam dedi Arzu. Onlarla da görüşemedim, geldiğimden beri. Arayalım tabii...

Perşembe, Ekim 19, 2006

Basit yaşayacaksın

bi yazi buldum dostlar, hislerime tercüman olan... hareketlerime anlam veremeyenlerin beni anlamasini saglayacak. "bu kız deli", ya da "daha cocuk" diyenlere derdimi anlatacak. mutlulugumun kaynagini bulmalarini saglayacak bi yazi.

Basit yaşayacaksın.
Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.

Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.

El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.

İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.

Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.

Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.

Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün

“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.

Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.

Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.

Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...

Çarşamba, Ekim 18, 2006

sezen aksu sever

seviyorum lan sezeni var mi yan bakan... sevmeyenler de nesini sevmiyor, nasıl sevmiyor anlayabilmis değilim:) sıkkın canlara, yaralı yüreklere, aglamak isteyenlere birebir. ustelik kırmızı sarapla iyi gider...

Salı, Ekim 17, 2006

dvd: aman tanrım!

dostlar dun annecigim eve gelirken film kiraladi. jim carrey'nin tanri oldugu film: bruce almighty! ya ne guzel filmmis. aslinda icinde acaip seyler barindiriyo. filmin konusunu bilmeyen var mi? soyle bi alinti yapalim:

"Bir çok seveni olmasına ve güzel kız arkadaşına rağmen TV muhabiri Bruce Nolan (Jim Carrey) , hayatın ona karşı adil olmadığına inanmaktadır. Hayatında geçirdiği en kötü günün ardından, Bruce kızgınlıkla Tanrı'yı hayatını mahvetmekle ve evreni iyi yönetememekle suçlar. Bunun üzerine Tanrı (Morgan Freeman) yanıt verir… ve daha iyisini yapıp yapamayacağını görmek için tüm güçlerini Bruce'a bağışlar. Jim Carrey bir haftalıgina Tanrı olur."

gelelim filmin akla takilanlarina:
tanri morgan freeman mesela, siyah mi siyah:) helal olsun kim boyle sectiyse...
sonra tanri elektrikci, temizlikci, her işi kendi yapiyo.
tanrinin herkesin istegini yerine getirmesi mumkun diil, nitekim herkesin dilegi olan "piyangoyu kazanma" gerceklestiginde, adam basina $17 dusuyor:)
tanrinin dunyayi birakip gittigi olabilir. ornegin, bruce tanri tatile cikar mi diye sordugunda, tanri ona "karanlik cag diye bisey duydun mu?" diyor.
tanri, corbasini kasede ikiye ayirip, kendini tanri gibi hissettiginde bruce'a soyle diyor, "kasenin icindeki corbani iki yana ayirmak mucize degil buyuculuktur, gercek mucize 2 iste birden calisan yapayalniz kadinin gelip cocugunu kursa da goturebilmesidir."
tanrı'nın özgür iradeye hic bir etkisi yok. bunun bir sonucu olarak da kendini sevdiremiyor kimseye zorla. hatta filmde bu bruce'un kendini kiz arkadasina yeniden sevdirme cabasinin bosuna olmasiyla anlasiliyor.
tanri kosedeki kör dilenci olabilir;) hatta film boyle bitiyor...

Cumartesi, Ekim 14, 2006

sıkıntı

aaay, acaip bi sıkıntı, bunaltı var ben de dunden beri, havadan mıdır sudan mıdır, hasta mı oluyorum? bak saat 4u geciyo, gunlerden cumartesi, ne bi gıdım is yaptim ne bi adim attim bi parca gezdim. hic yani, mal gibi oturuyorum...neyse bari kopegi gezdirim, yagmur var ama olsun, erimeyiz herhal...

Salı, Ekim 10, 2006

loitumaaa

http://www.youtube.com/watch?v=vjvVBCNcL_A "loituma" midir nedir hastasi olduuum... sabahtan aksama ve aksamdan sabah kadar dinleyebilirim. hatta super bi sekilde soyluyorum da, tamam sozler tutumuyo ama olsun:) dadabibi bipba dubidumabi bippa dumama...

Pazartesi, Ekim 09, 2006

sipeyse tehdit!

fark ettim ki, gunlerdir sipeyscigimi benden baska kimse goremiyomus. nasi olur yaw. kime sorsam "evet gorunmuyo" diyo. acilmiyomus, bozukmus, gunlerdir giremiyolarmis, bilmem ne. hey kahrolasi sipeys! seni kimse okuyamayacaksa gider bi deftere yazardim di mi ama?kendine gelsen diyorum... bak sana yarina kadar mühlet! sabah geldigimde butun arkadaslarim tarafindan gorulmeni istiyorum... yoksa külahlari degisiriz...

Cuma, Ekim 06, 2006

cici mandalina :)

mandalina yedim, yılın ilk mandalinasi! mandalina cok guzel bi meyve bence. hem sekli sevimli, hem rengi guzel, hem de yemesi rahat, tadi da cabası:) kokusu da ayri hos. ustelik kışın habercisi, ayni zamanda portakalın da yolda oldugunu hatirlatiyor. portakalin favori meyvesi oldugu bendeniz de bu durumdan cok hoslaniyorum tabii. simdi hep beraber dogaya bize verdigi ve verecegi mandalinalar icin tesekkur edelim:D mandalina agaclarina da ayrica tesekkur etmek istiyorum huzurlarinizda. bi kere harika bir goruntu olusturuyorlar, hic bi suru mandalina agacini bir arada goreniniz o turuncuyla, yesilin uyumunu fark edeniniz, o agaclari oksayip seveniniz oldu mu:) cicii ciicii cicii mandalina, canım mandalina, guzel, tatli, harika mandalina...

Salı, Ekim 03, 2006

cok calismam lazim cok

allahim ne cok sey yapmam gerekiyooor!!! pazar üds var, hani su girmem gerektigini basvurularin bitmesine saatler kala fark ettigim sinav. bugun sali, dun aksam oturup biraz bakayim dedim, cogunlukla kivrandim basinda, birazcik da calistim. sonra yattim... bugun okula gelip, eski sinav sorularina bakayim dedim, baktim da, bööö! sanirim bikac ay evvel baslamam gerekiyomus calismaya, 3-5 gun kala baslamak biraz komik kacmis. neyse bu arada buyuk ihtimal yarin bir de tez gorusmem var, onu napicam, hocaya ne gostericem belli diil :S bi bööö de ona... AB projeleri ve daha bir suru uluslararasi konu hakkinda gerekli dokumanlari duzenlemeli ve web sitesine koydurmaliyim... 3 kere bö! böö böö böö!!!

Pazartesi, Ekim 02, 2006

kitap: yaralı melekler

"Yaralı Melekler" diye bir kitap okudum, Barbara Gowdy'e ait. hosuma gitti, etkilendim... hatta oyle ki, okurken uyuyakaldigim ve sabah uyanir uyanmaz devam ettigim oldu. dun gece de sonlandirmak icin 2 saat durmadan okudum, gozlerimi kapattigimda 3'u geciyordu. cok tuhaf seyler hissettim okurken. bazen güldüm, düsündüm, kızdim, agladim... aslinda oyle etkileyici bi konusu yoktu ama karakterler oyle iyi cizilmistiki, hani sokakta gorsem tanirim ya da nerede ne tepki vereceklerini bilirim...

arka kapaga bir göz atalim:
Yaralı melekler, dengesiz, öfkeli bir baba ve dünyaya küsmüş bir annenin yanında büyüyen 3 kız kardeşin şaşırtıcı, ürkütücü öyküsü. şişman ve iyi yürekli Norma, zayıf ve öfkeli Lou, erkeklerle kolay ilişkilere giren Sandy; sırlarla çevrili bir aile ortamında, babalarının kabaran öfkesi ve bütün gününü televizyon başında, viski içerek geçiren annelerinin ilgisizliği arasında, kendi kendilerini ve birbirlerini koruyan, kollayan, büyüten, birbirlerine müthiş bağlı3 genç kız. Tek amaçları hayatta kalmak. Annelerini hayata küstüren babalarının yaşamını saptıran sırrı öğrendiklerinde ne yazık ki trajik son çok yaklaşmıştır.

iste o annenin ilgisizligine, kizlarini oylece kimsesiz birakmasina deliriyor, babanin dengesizligine, kizlarina kaldirdigi ellerine lanet ediyor, Sandy'nin yaptiklarini ayipliyor, bir yandan kiziyor ama safligina verip aciyor, Lou'nun her an bir delilik yapmasindan korkuyor, Norma'yi sarip sarmalamak, "ben seni seviyorum" demek istiyorsunuz okurken. iste oyle bişi...

yeni bi kitapta bulusmak dilegimle...

Cumartesi, Eylül 30, 2006

fasulyem

hakan k. gecenlerde bi konserve hediye etti bana. "ac ve ustundeki talimata gore sula" dedi. actim sulamaya basladim. aradan 10 gun gecti, kocaman tombis bi fasulye cikti icinden ve uzerinde "seni cok ozledim" yaziyo. evet yanlis okumadiniz, o cikan fasulyenin uzerinde bu yazi var. fasulyenin kabugu soyuldukca bu yazi ortaya cikti. hehhehe cin işi capon işi. yapmis adamlar:)www.ilgincurunler.com adresinden benzeri urunlere bakabilirsiniz. orda da yumurtalar filan var icinden yazi cikan. dusunsenize ciktiginiz is gezisinden elinizde bu hediyeyle donuyosunuz, kiz suladikca bi bakiyo icinden -seni ozledim- cikiyo. kaparsiniz valla kizin kalbini:):) ya da dogum gununden 10 gun once veriyosunuz. dogum gunune -mutlu yillar- yazisi cikiyo. hehehhhe:D erkek olsam kesin yapardim. aslinda bu cinsiyetteyken de yapabilirim, neden olmasin...

Cuma, Eylül 29, 2006

hatırla bunları

"İyi ol, fakat cok iyi olma. Birazcik huysuz ol, ama cok degil. İcinden geliyorsa dua et, eger sana rahatlik veriyorsa arada bir kufur de et. Etrafindakilere karsi mumkun oldugu kadar dostca davran, musfik ol. Eger bir gun kotu davranmani gerektirecek bir durum karsisinda kalirsan, bagir, cagir, kır, dök ve unut. Her zaman gülümse, dudaklarından tebessüm eksik olmasın, hatta bu bazen acıtsa bile. Her zaman ve her yerde eline geçen tüm saadeti yakala, en ufak bir parçasının bile kaçmasına müsade etme.
Yaşa, her seyden önce yasa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş oldugun için laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar talihli isen, bütün kalbin, ruhun ve vücudunla sev...
Hayatını o sekilde yasa ki, her an kendi kendinin elini sıkabilesin ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa ufak bir şey yap ki, geceleri yaklaşır yaklaşmaz örtülerini üstüne çekip kendi kendine -ben elimden geleni yaptım- diyebilesin."

Perşembe, Eylül 28, 2006

hapşırık

blogundaki tum yazilarini okudugum, ayriyetten bloga baslamamin yegane sebebi olan hakan arkadasimis hapsirikla ilgili bi yazi yazmis bloguna, ben de ona bi yorum getirdim, onu da buraya koyayim dedim:

"hapsırıkla ilgili benim de bi hikayem var, zannimca hakancim sana daha evvel anlatarak rezil olmusumdur, ama oldu olcak arkadaslarin da ogrensin, hatta sonra da burdan kopyalayip kendi bloguma yapistirim de duymayan kalmasin.efenim bendeniz universite yillarimdan birinde, acaip zor bi mat sinavina calismaktayim, tabii ki sinav ertesi sabah ve sabah olmasina 2-3 saat ya var ya yok. acaip uykum oldugu icin tamamen defterin uzerine kapanmis vaziyette calisiyorum, hani olur ya boyle bi gozum direk kapali, yanagim iyice ezilmis, agzim yamulmus, neyse, birden hapsirdim, noldu dersiniz, kafam bir karis kadar masadan uzaklasti ve güüm, caktim alnımı masaya. aglasam mi gulsem mi bi muddet bilemedim, ama cok da dusunmedim, cunku haliyle halime yarildim:) dusunsenize kafam sismis, noldu diye soruyolar, hapsirirken masaya carptim diyorum:) heheheeeheh :D"

not: okurlarimin beni birakip onu takip etmesinden korktugum icin uzun zamandir gizledigim hakanin blog adresini bgn paylasmaya karar verdim:
http://www.blogcu.com/bacak/ ama soz verin, beni de okuyacaksiniz...

Salı, Eylül 26, 2006

Yağmur ve Pazartesi

pazartesi sanki kendi guzel bir gunmus gibi, bir de yagmur getirmis yaninda...
uzgunum "25 Eylul 06-Pazartesi" seni benden baska cok az insan seviyordur, emin olabilirsin... ama ben seviyorum, cikis saatim gelmesine ragmen hala yagmur yagmasina, ustelik arabamin olmamasina ve kutuphanede inip emek'te epey bi yol yurumem gerekmesine ragmen seviyorum... emek'ten tunali'ya gitmek icin surunecek, muhtemelen arabalarin uzerime camurlu sulari firlatmasini izleyecek olmama ragmen seviyorum...

Pazartesi, Eylül 25, 2006

şerefsizlere şarkı

kardesim, arabasinda bi cd buldu, 2-3 gun once. ici tam turkce eller havaya sarkilariyla dolu. hande yener'ler mi istersin, gulsenler mi oyle bisey. bu arada bu ikisi arasindaki goruntusel farki bilsem de seslerini ayirt edemiyorum. hele hele geri kalan sarkicilari muhtemelen hic bilmiyorum. basladik dinlemeye cd'yi, tabii sardi bi sure sonra, cunku bi sekilde kulak asinaligim olusmus hepsine, hem de hizli hopbidi hopbidi parcalar. iclerinden biri acaip dolandi dilime, tum hafta sonu soyledim. hani boyle "kapi acik, arkani don ve cik" iceriginde insana kendini iyi hissettiren sarkilar vardir ya, onlardan biri bence. ozellikle serefsiz kelimesini kullandigi kisim, insanin hayli icini bosaltmasini sagliyor. sarkicisina da baktim internetten demet akalin'mis. bu guzide eserin sozlerinin bir kismini paylasmadan gecmek istemedim...
'Kapında deli gibi özledim aşkı Gözümde yıllar yılı geldi gitti yaş Kalbimi kapatmışım sen gibilere Sen de kendin gibi bir şerefsize aç Bittim gözün aydın bittim helal olsun Uğrunda harcadığım yıllar haram olsun'

Cuma, Eylül 22, 2006

Çantamdakiler

bugun "cantamin icinde genelde neler oluyo?" konusuna yogunlasmak istiyorum. onem sirasiyla gidelim...
1) telefon: bildiginiz cep telefonu. sony-ericsson marka dandikten bişi, videodur, fotograftir yok oyle ozellikleri. cok guzel arama yapar, msjda da cok basarilidir. son zamanlarda tepesinde annemlerin aldigi kokoş bi mor elma süsü sallanmaktadır. hani var ya söyle ipin ucunda minik bişi, onlardan.
2) cüzdan: yillardir ayrilamadigim cuzdanimi, bu yaz bir kenara koydum, artik parcalanmisti. dogum gunumde hediye gelen gucci cuzdana gectim, ay nasi havali, nasi kadinsi, elime hic yakismiyo:) nerde benim o koyu renkli erkek cuzdanim, ittire kaktira koyardim cebime, bu yenisi cebe de koyulmaz artik.
3) ekstra kart ve bozuk para cüzdani: iste bu yeni cuzdan nedeniyle cantamda tureyen yeni bir yaratik. kartlar ona sigamadigi ve o cuzdanda mantigini bir turlu kavrayamadigim bir sekilde bozuk para kismi olmayisi nedeniyle kullanmaya basladigim, ustu işli sevimli cici bisey. oyle cici bisey sende ne ariyo derseniz, cevabi tabii ki hediye:) sebit'ten tatli melek & filiz almislardi ben ayrilirken. 

4) anahtarlar: evimin anahtarlari, bölümün anahtarlari, (bir zamanlar arabamin anahtarlari da vardi...)
5) flash disk: her an her yerde lazim olabilir dusuncesiyle...
6) kalem: bak bu da cok lazim oluyo, notlar içün. bi de ben boyle durduk yerde bişiler ciziktirmeyi seviyorum ya, karalama yapmak geciyo ya sık sık icimden, iyi geliyo iste ona.
7) dudak koruyucusu: kuruyo da pembiş dudaklarım ondan :)
8) naneli seker: mint olur, rocco olur, veyahut sakız olur, ama genelde bu tarz bişi de bulunur.
9) mendil: kagit mendil, kolonyali mendil bunlarin bulunmasi da iyi oluyo, ancak "kac kere lazim oldu, vermedin" demeyin, cunku bitince yenilemem aylar alabiliyo...
ay 10'a tamamliyim diye kastım, bişey daha bulayim... heh!
10) toka: saclarim uzadi ya biraz, gormemisin saci olmus, tutmus toplamis tarzinda takiliyorum, o sebeple cantama 1-2 toka da atiyorum.

Perşembe, Eylül 21, 2006

hamur

dun aksam eve gittim, once kopegi gezdirdim, sonra geleneksel cay saatimizde biseyler yiyip ictim, ardindansa hakan'in bana aldigi hamurlardan renk renk kapip mutfak masasina getirdim. gunlerdir aklimdaydi hamurlarla oynamak. bi suru sey yaptim, yildiz, papatya, kadin, fare, yilan, gul, kurdele, kus ve cok cesitli soyut nesneler. annem de katildi bana. o da bi suru sey yapti. ama o eserlerinde cesitli renklerde hamurlar kullandi, oysa ben -duzeni seven insan- renkleri karistirmak istemedim. "hamurlarimi karistirma" diye soylene soylene yaptim biseyler, o da "oyleyse al oyuncaklarini git evimizden" seklinde cevapladi beni. bazen onun yaptiklarini kiskandim, benzerlerini yaptim. o bicak kullanmaya baslayinca hamurlarinda, kostum ben de bi catal kaptim. bazen de kiskancligi bir tarafa birakip yardimlastim. turuncuyu istedi vermedim, kirmizi istedim vermedi. ana okulundan iki arkadas gibiydik, cok eglenceliydi:) yaptiklarimizin resmini cektik, uzunca bi sure mutfak masasinda sergiledik, yatmadan once de bozduk. tekrar tesekkurler hakan:)

Salı, Eylül 19, 2006

pazartesi(ler)

pazartesi cok tuhaf bi gun aslinda. genelde sevilmez, hafta sonunun ardindan geldigi icin. bendeyse tuhaf ama pozitif bi duygu uyandiriyo. her seyi duzene sokma, yarim kalmis isleri toparlama, öz elestirini yaptiginda ortaya cikanlari duzeltme imkani, yeni bi hafta yeni bi baslangic, "hersey guzel olacak" hissi... bir seylere yeniden baslama firsati guzeldir, bu yuzden pazartesiler de.

Cumartesi, Eylül 16, 2006

zâhir II

(editörün notu: yazarımızın 11 Eylül tarihli zâhir adli parcasinin okunmasi bu yazıyı okumak icin ön koşuldur...) cok artistim di mi:)
Zâhir ruyamdan sonra, sanki "ama o sadece bi ruya" diye dusunenlere inat, somut birsey oldu dun. yillardir zâhirin sokagindan her gectigimde onun evine, arabasina, oralarda olup olmadigina bakarim. ne yalan soyliyim oldukca sık gectigim bi sokak aslinda. hatta bi de itirafta bulunim, cogu zaman yolumu uzatip da gectigim bi sokak. gerci nerdeyse son 6 aydir yolumu degistirmiyorum onun icin. ama yolum dustugunde de kendimi bakmaktan alikoyamiyorum. ordan her gectigimde, acaba bi gun bu sokaktan kafami onun evine cevirmeden gecebilecek miyim, yoksa ömrümün sonuna kadar onu gozleyecek miyim diye dusunurdum yillardir. dun sokaktan gectim, sokak bitti, caddeye kadar geldim. ve o an fark ettim. cevirmemistim kafami ilk defa, dönup evine, ışıklarına, arabasina bakmamistim, umutlanmamistim o sirada asagida merdivenlerde olur mu diye. gidip bi içki alayım kendime, yüreğimin özgürlüğünün şerefine :)

Cuma, Eylül 15, 2006

sabah sabah

Gunaydin gunlukcum ve gunluk takipcilerim,
bugun sabah erken kalktim. ruyamin etkisiyle guzel bir hisle uyandim. ruyamda denizin ortasindaydik, teknede, ama birden teknenin 3 kati buyuklukte dalgalar gelmeye basliyodu, gok kararmis, deniz koyu lacivert bi hal almisti. epey tırsıyodum tabii, teknenin devrilmemesi söz konusu degildi, karakterimdeki yoğun çobanlıktan ötürü, pek tabii diger insanlari nasil kurtaracagimi dusunuyodum. "sen nasi kurtuluyosun?" demeyin, ben kurtulurum, boyle durumlarda her zaman kendimi kurtulmus bilir, milletin derdine duserim. isin kotusu millet bunu istemese de. sanirim beni bundan dolayi sevmeyenler var. neyse napalim biz de buyuz iste. begenmeyen benle denize acilmasin kardesim. bak konu dagildi, neyse toparliyorum tekne-dalga olayini kavradiniz. dalga bi geliyo, bi şekilde bizim üstümüzden bize zarar vermeden geciyo. ama yine de bi tedirginligim soz konusu. 2-3 derken annemle kardeşim korkmayi birakip, dalganin icindeyken yukari dogru yuzmemi soyluyolar. ben dibe dogru yuzuyormusum. neyse onu deniyorum. o koskoca 10-15 metrelik dalganin icinden tepesine yuzuyorum, gökyüzüne dogru. bi cikiyoum ucundan, gunes var ve deniz mavi. iste super hissettim o an, korkum kalmamis, ustune ustluk harika bi hava bulmustum. iste o an uyandim... camı actim, hava superdi. kopegi gezdirmeye karar verdim, pembe cici esofmanlarimi giyip, ciktim. yazin sonunun geldigi belliydi. serin ama gunesin yuzunu saklamadigi bi havaydi. tek tük kurumus yapraklar gordum. bi yaz daha bitti dedim kendi kendime. iste oyle...

Perşembe, Eylül 14, 2006

çeviri-man

dakikalar sonra okuldan cikicam ve özgürlügüme kavusucam, tabi yarin sabah 9'a değin. geldigimden beri buradaki en yogun günümü gecirdim. dun aksam hoca turkceden ingilizceye cevirmem icin bi yayin vermisti. tum gun kabusum oldu. ingilizceden turkceye cevirmek ne kolay seymis kardesim meger. bi de ne anlamini ne ingilizcesini bildigim dunyalarca istatistiksel terim vardi icinde. of oof. ama bitirdim, kendimle gurur duyuyorum. ustelik de gun sonuna yetistirdim, yoksa kalip tamamlayacaktim. ole olee oleee!!! şak şak şak şak...

Çarşamba, Eylül 13, 2006

ormanda yürüyüş-düşünüş

ogle tatilinde yalnizdim, hizlica yemegimi yedim her zamanki gibi. kutuphaneye gidecektim yine, ama cikarken teslim etmem gereken kitaplari yanima almadigimi fark ettim. kutuphaneden vazgecip dolanmaya karar verdim. once yemekten artan donerlerimi vermek uzere kediler cenneti nacho'nun oraya yurudum. donerleri biraktiktan sonra, edebiyatin oradaki o cok sevdigim merdivenlerden asagi inmeye karar verdim, sonra hazir buraya kadar gelmisken bi eski bolumumun onune ugrayayim dedim, ve hazir oraya gitmisken de yine sevdigim o daracik yol ve kopruyu kullanarak sosyal bilimlere gectim. kaldirimi tutturmus bolume donerken, daha yarim saate yakin vaktim oldugunu fark ettim. ve karsi tarafa gecip buldugum ilk acikliktan beytepe ormanlarina daldim. asagi dogru yurudum, yurudum yurudum, hani su gölü gorene kadar yurudum. güzel güneşli bir günde dogayla basbasaydim, az kaldi nirvanaya varacaktimki soyle dusunmeye basladim, ulan bi ormanin icindesin ve yapayalniz yol aliyorsun, acaba su an yaptigin -doganin enerjisini kendine alma, agaclara sevgini gosterme, hayatın ne güzel oldugu konusunda yorumlar yapma, göl manzarasinda buyulenme- islerini bir kenara birakip endiselenmeli misin? hizlica sunlar gecti aklimdan,

ne gibi problemlerle karsilasabilirsin?
a) kendi / ormanin yol actigi: olası sorun ayaginin kaymasi, bi cukura dusmen vs... telefonunu kontrol et, tamam yaninda, bişey olursa telefon açarsin, düşün; yardim istemen gerekse geldigin yolu anlatabilecek misin? cevap evet. tamam bastigin yere biraz daha dikkat ederek devam edebilirsin.
b) baska insanlarin yol actigi: herhalde hic bir sapık yoktur ki burda, bi genc kiz dusse de ormana ben de ona saldirsam diye bekleyecek. ayrica samoalar var ayagimda, kosarak kacabilirim. silahli olursa nah kacarsin. çüş! naptin, silahli adam, koca ormanda tam senin bulundugun yere gelecek, sana garezi olacak, filan filan, abartmayi kes devam et.
c) hayvanlarin yol actigi: ayi aslan yoktur heralde buralarda, nolacak yaw, en kötü bi köpek sürüsü çıkar karsına, bu durumda naparsin, buyuk ihtimalle senin bir hayvan sever oldugunu hissedecek ve sana dokunmayacaklardır. tutki saldirgan bi çete, hmm, agaca tirmanabilir misin? evet tirmanabilirsin, daha evvel zevk icin tirmanmistin kac kere, heralde can havliyle tepesine cikarsin. ayrica sesin saglam deli gibi bögürürsün hayvanlari korkutmak icin ve pek tabi sopa! yerlere bak, ohoo dallar var koca koca, hem de zebil. tamam ya köpekten de zarar gelmez. devam et...

tam butun ihtimalleri saydigimi dusunup, korkusuzca göle dogru yürüme karari almistim kiii, kötü bir koku geldi burnuma, cok yakında ölü bir seyle karsilasacagimi tahmin ettim. biraz daha ilerledim ve ne göreyim yerde bişi var, içi yendiği ve çürüdüğü için nerdeyse sadece postu ve kemikleri kalmis. yakina gittim iyice, kocaman patileri var, tabi pati denirse. kopek olamayacagini fark ettim, kurttu o. bu kadar dogayla temas yeter dedim. bi kurtun dişleriyle de temas etmek istemezsin degil mi dedim ve döndüm.

ormandan ciktim, bari surdaki cimenlerde filan dolanayim dedim bölüme yürürken. aralara derelere girdim, unutulmus yerler buldum. talihim dönerse ve kötü emellerime alet etmek icin tuzagima bi delikanli dusurursem, nerelere götürebilecegimi biliyorum artik:)

Salı, Eylül 12, 2006

zâhir

Paulo Coelho okuyuculari el kaldirsin! Epey el goruyorum havada. Ben de varim onlarin arasinda. ışığın savascisinin el kitabi, veronika ölmek istiyor, simyacı, piedra irmaginin kiyisinda oturdum agladim gibi eserlerini okudum. gecende de ZAHİR'i okudum, hani su son kitabi. beklentim biraz yuksek oldugundan olsa gerek, muhtesemdi diyemeyecegim ben. her ne kadar cok guzel elestiriler aliyor olsa da. aslina bakarsaniz burda kitabi yorumlamak yerine, zahir kavramiyla ilgili bir yazi yazacagim.

Zahir, kelime anlami olarak gözle görülen, somut, acik demek olsa da, yazarimiz Zahir'i insanin icindeki ukde, hep gerceklestirmek istedigi bir hayal, yillardir olmasi icin dua ettigi bir sey veya bir turlu nedenini bulamadigi icin kendi kendini yedigi bir terkedis, kisaca insanin icinde kalan ve sonsuza kadar yasamaya mahkum olan o huzursuz edici sey olarak tanimliyor. ornegin roman kahramaninin "zahir"i onu bir gün hic bir sey soylemeden terk eden karisi. karisini cok ozlemiyor belki, hatta belki o kadar kiymet de vermiyordu. ama bir turlu gidisinin sebebini bilememek, hayatinin her aninda onu dusunmesine sebep oluyor...

simdi zahir'i olanlar el kaldirsin. cok di mi? eminim coktur. benim bile bildiklerim var bikac tane. Hani bi kiz var Hakan'ın sevdigi, o iste bence Hakan'ın zahiri... hep konustuklari, ayni sehirde bulunacaklari icin heyecanlandigi, aradigi, aramayi kestigi, aradigi icin kendine kizdigi, aramamaya söz verdigi, tekrar aradigi, tekrar kendine kizdigi, icin icin elbet bir gun gelecegine, geri donup, onun kiymetini anlayacagina inandigi kiz. veya Ozan'in eski sevgilisi, ona olan aşkı hic bitmeyen, ustune kimseyi sevemedigi, hayatinin geri kalaninda kimseye deger verememesinin nedeni, her yeni kiz arkadasin dudaklarinda onun sozlerini, gozlerinde gözlerini arayisi. dönüşü olmayan yol... bi erkek var hani, Pinar'in beraber olsalar nasil olacaklarini bir turlu bilemedigi, hem olmali diye dusunup, hem olmamali dedigi. belki bir "arkadasimin aşkısın" vakasi oldugundan, belki beraber olamayacaklari acik ve net goruldugunden unuttugunu iddia etmenin kolay oldugu, ama icerlerde bir yerde duran her zaman. telefonda arayanin o oldugunu bildiginde ellerinin titredigi. bir gun, belki bir gun gelecek ve devamini getirmeden "seni sevdim, seni cok sevdim" diyecek diye bekledigi. Bilge'nin eski sevgilisi var hani, bir gün hiç bir sey yokken, "ben gidiyorum" diyen sevgilisi... -sorun sende degil, benle ilgili demesine ragmen- Bilge'nin icindeki hic bir seyin bitmeyisi. boyle bir terkedise ragmen onu sevmekten vazgecememesi... yillar evvel onu kollarina alip sıkıca saran o adam zahir, Arzu icin de. ayni sehre dustuklerinde gorustukleri, uzerinden yillar gecmese, tum o yasananlar yasanmamis olsa, o bodrum aksaminda kaldiklari yerden baslayabilseler... bir gun cikip gelmesi "ikimiz de unutalim gecen seneleri" demesi icin umut beslenen insan. ve ben; yillardir icimi yaralayan, yuregimi kanatan, onlarca kez "hayır"ını duydugum ama vazgecemedigim, ustune kimseleri sevemedigim, her iliskimde sozlerini aradigim insan. ömrümü birlikte gecirebilecegime inandigim kisi. her gece telefonun calmasi icin bekledigim, birlikte birseyler icme teklifi icin ölüp ölüp dirildigim. umudu bile ellerime hep kisitli birakan... bir yandan arayip, diğer yandan sadece arkadasca aradigini söyleyen, ama beni öpmekten vazgecemeyen... aşkımın her azalışında, aslinda haince bir sekilde, bir cumleyle gunumu aydinlatan, kalbimi yumusatan, ondan vazgecmeme izin vermeyen. hep daha fazla acı cekmeme neden olan bencil insan...

zahiri gördüm dün ruyamda, aslinda aylardir yoktu aklimda, ama aklimda olmamasi yok oldugu anlamina gelmiyordu. aklimi dolduran sey beni birakip giderse su yuzune cikacakti belki de. onu daha fazla sevmedigimi anladim ruyamda, geliyordu, dusunun geliyordu diyorum, yillardir 1 dakika gormek icin yanıp kavruldugum, tek guzel sözüne kurban oldugum, bana gelmesinin tek hayalim oldugu, sonsuza kadar beraber yaşamayı umdugum, sadece gönül eglendirmek icin kirk yilda bir araya geldigi biri olmak icin bile can attigim adam cikip geliyordu ve ben bunca yildir asla olamadigim bir cesurlukta davraniyor ve geri yolluyordum onu. intikam degildi asla, hic bir sey hissetmiyordum. intikam kinden gelir. kin de aşktan. daha evvel yazmistim hatta bi yazimda. nefret etmek, ona karsi bir sey hissetmemek degildir. hani bi söz var. "kalbimden kalbine yok bile kinim - bence artık sen de herkes gibisin." iste bu cumlenin kuruldugu andir, herseyin bittigi an. kalbinden o adama ait herseyin silindigi, gözyaşlarinin rüzgarla ucup gittigi. artik hic bir sekilde umrunda olmadigi. onun acı cekmesini istemedigin, mutlu olamayasin diye dua etmedigin, kendini mutlu gostermek icin yalandan bir gulumseme takinmadigin zaman...

herkesin zahirini bulması ya da duruma göre kaybetmesi dilegimle...

Pazartesi, Eylül 11, 2006

hayvanlari asagilayan gerizekalilara ithafen

geziyodum internette, photo.net'teki muhtesem doga fotograflarinin icinde kaybolmustum, bi tık, iki tık derken su sayfaya atladim: http://philip.greenspun.com/dogs/george
bi yazi vardi hayvanlarla ilgili, paylasmadan gecemeyecegim...
"We patronize them for their incompleteness, for their tragic fate of having taken form so far below ourselves. And therein we err, and greatly err. For the animal shall not be measured by man. In a world older and more complete than ours they move finished and complete, gifted with extensions of the senses we have lost or never attained, living by voices we shall never hear. They are not brethren, they are not underlings; they are other nations, caught with ourselves in the net of life and time, fellow prisoners of the splendour and travail of the earth." Henry Beston, circa 1925

Cumartesi, Eylül 09, 2006

annemle dialog

"babamla dialog" konulu yazima gosterdiginiz yogun ilgiye tesekkur eder, kosemde bir de annemle diyalogumuza yer verecegimi bildiririm...
ertesi gun misafir vardir, mutfakta haril haril is yapilmakta, ancak aksamin bir körü olmustur, islerin yetismeyeceginden korkulmaktadir.

KIZ- sen simdi bunca isin arasinda yarin bi de kuafore gidersin.
ANNE- yok yarin gitmiycem, Cuma gidicem.
KIZ- iyi de yarin Cuma.
ANNE- aa oyle miii! ben bugunu persembe saniyodum.
KIZ- ...

Çarşamba, Ağustos 30, 2006

love is ... II

aşk; yüreğinin tam ortasina saplanmış hançerdir.
aşk; boğazındaki düğümdür.
aşk; kuruyan dudaklardır.
aşk; dile dökemediğin sözcüklerdir.
aşk; karın ağrısıdır.
aşk; hayal kırıklığıdır.
aşk; gözyaşıdır.
aşk; uykusuzluktur.
aşk; acıdır.
aşk; tek kişilik bir şeydir.

bunlar da sakıza yazilamayanlar...

Pazartesi, Ağustos 28, 2006

kitap "onu seviyordum"

dun "onu seviyordum" diye bi kitap okudum, anna gavalda'nin ilk romaniymis. hafif bulacagimdan korkarak almistim, ama guzelmis. icinde cok bisey yoktu, bir o kadar da cok sey vardi. "bu ne demek lan?" derseniz, soyle cevap veririm, konusu enteresan degil, ama duygular guzel verilmis... ilginc bulmuyo ama yine de okumaktan keyif aliyorsunuz... konusuna gelirsek:

yillarca kimseyle dogru duzgun iletisim kurmayan kayinpeder, oglunun aldatip terk ettigi gelinini ve torunlarini alip baska bir eve goturur, kadinin bu olayi atlatmasi icin ona yardim eder, bu arada kendi aldatma hikayesini onunla paylasir, yillardir neredeyse hic konusmamis iki insanin boyle bir paylasimi cok ilginctir gercekten. romanin icinde yogun olarak aldatmak ve ask acisi var haliyle. aldatanin ve aldatilanin psikolojisini gercekten guzel hissettirmisler. o kadar cok yer oluyor ki insanin kendini buldugu... oyle bi okuyusta bitireyim, kadin-erkek neler hissediyomus bu aldatma mevzusunda bi ogreneyim, bu is nasi yapilir, yakalaninca ne olur tecrube edineyim diyorsaniz okuyunuz. yok kitap okumadan konuyla ilgili daha detayli bilgi sahibi olmak istiyorsaniz, benim engin tecrubelerimden faydalanmak uzere msn'den bana basvuruyorsunuz :P

karisik kafalariniz netlestirilir, bogazinizdaki dugumler cozulur, "bu kadin ne diyor?", "bu adam daha ne istiyor?" seklinde aklinizi kurcalayan sorulariniza cevap bulunur, problemleriniz icin en gercekci, en az acılı cozum yollari bizde!

Cumartesi, Ağustos 26, 2006

babamla dialog

baba uyuklamaktadir, gozleri yari aciktir, dirsekleri masaya dayanmistir... bir seyle dalga gecercesine tonlamali ve hic kullanmadigi bir sekilde tepki verir. kiz sasirip bunu nerden duydugunu sorar:
-...
BABA- "yapma yauw"
KIZ- nerden duydun sen bu "yapma yauw"u?
BABA- televizyondan
KIZ- televizyonda kimden?
BABA- senden
KIZ ben televizyona mi cikiyorum?
BABA- hiç aklımdan çıkmıyosun.

ehe:) bilmiyorum disardan nasi gorunuyo, okuyunca da ayni etkiyi yapiyo mu ama, ben su an bile guluyorum:)

Cuma, Ağustos 25, 2006

3 kitap & 1 film

hatirlarsaniz 2 hafta evvel filan kutuphaneye gitmistim ucurumun kiyisinda diye bi kitap almistim, buraya da yazmistim... ertesi gun bi daha gidip 2 kitap daha aldim... dun itibariyle 3'unu de bitirmis durumdayim, bugun kosemde sizlere 3'den bahsedeceğim, hatta yetinmeyip bir de sinema filmi taniticağım. siz de bundan sonra kultur-sanat etkinlikleriniz icin benim bloguma basvuracaksiniz... oncelikle kitaplarin arka kapaklarini yansitalim kosemize:)

UÇURUMUN KIYISINDA:
Uçurumun Kıyısında, 3 adamın karşılamalarına dair kırık bir anlatı, rastlantı ve zorunluluk üzerine bir deneme, ya da erk ve adalete değinen bir polisiye olarak okunabilir. Ama bu kitap, her şeyden once giderek çıgrindan cikan bir dunyada hakikatin cekilmek zorunda bırakıldıgı son sıgınaga, akıl hastanesinin korunakli ortamına "içerden" yöneltilen, saygı dolu bir bakıştır. Ceza yasalarıyla tanımlanabilecek bir suç bulunmadıgını dusunen bir sorgu yargıcı, adalete hic inanmadigi icin hukuk ogrenimi goren bir katil ve "normal" iliskilerden korunmaya calisan bir gonullu surgunun karsilasmalari rastlantisaldir ve bir bulusma asla gerceklesmez.

TANRI GELİNİ SİBYL:
Tanrı acımasızdır. En insansal olmayan şeydir o. Vahşidir. Apansız vurur insana, tüm zulmünü ortaya çıkartarak. Ya da aşkını. Her şey gelebilir ondan. Tanrısal olan, insansal değildir. Yabancıdır, tiksindiricidir, deliliktir o. Uğursuz, tehlikeli ve sakınılmaz. Tanrı, rahibe ve aşık üçgeninin ortasında üç şey daha vardı: Lanetlenmiş bir adam, babası bilinmeyen bir çocuk ve keçiler...

UYKUNUN KARDEŞİ: (kitabın ilk sayfasından)
... sonuna kadar, uykuda geçirilen zamanın israf edildiğini ve bundan dolayı da arafta diğerlerine eklenecek bir günah olduğunu cesaretle savundu, çünkü ona göre insan uykuda ölü gibiydi, en azından gerçek yaşam değildi bu. Eski bir sözün uyku ve ölümü iki kardeşe benzetmesi boşuna değildi! Nasıl olur da diye düşünüyordu, bir erkek karısını ömür boyu seveceğini temiz kalple ileri sürebilir? Bunu belki gündüzleri gerçekleştirebilir, o da belki bir düşünce anı süresince. Hayır gerçek değildir bu söylediği, çünkü uyuyan bir kişi sevemez.

gelelim yorumlara, hmm ne desem, 3 kitap da fena degildi, aslinda enteresanlardi. ama 3'u de kacirilmaz ya da siddetle tavsiye edilecek kitaplar degillerdi. kitap bolumlerini yazmaktan, uzun uzun yorum yazmaya usendim:) geciyorum. ilgilenen ve kitap hakkinda detayli bilgi edinmek isteyen okuyucularim olursa, msnden irtibata gecsinler:)

heee, gelelim filmee, GARFIELD II !
üzgünüm ama bunu da siddetle tavsiye edemicem, aslinda vasat bile denebilir. birinciye gore kesinlikle kotuydu, halbuki ne umutlarla gitmistim...

tamam biliyorum yorum dedigin bu muydu dieceksiniz. aklimda uzun uzun yorumlar yapmak vardi, ama napim sıkıntı bastı, alla allaa, begenmegen okumasin kardesim. gitsin sinema dergisi alsin, gazetedeki kitap yorumlarina baksin. delirtmeyin adami!

Perşembe, Ağustos 24, 2006

su an ne isterdim?

tam ve net olarak su an istedigimi yaziyoruum, buyuk bahceli bi evin icindeyim, camlar yere kadar ve etraf goz alabildigine cimen, agac vs., disardan gelen tek gurultu fiskiyelerin sulama sesi, ev de soyle buyugunden, ustume gelmiyo hic bisey, ferah ferah, boyle acik bi renk, mesela beyaz ve kahve olabilir etraf... kocaman deri bi koltugun uzerindeyim, soyle 3 kisilik ama 5 kisinin sigacagi kadar buyuk. uzerimde efil efil bi elbise... bacaklarim sicaktan koltuga yapısmakta, ama sorun degil... elimde sise buyuklugunde bi bardak, ici buzlu kahve dolu, ama dondurmali mondurmali, oyle dandikten diil. ve esas olan tv'nin karsisindayim, ne acik bilin... foxkids!!! cizgi filmlere gomulmusum, cizgi film saati bitene kadar da kalkmicaaam...

not: demin hakana ne izlemek istedigimi soylerken, foxkids yerine kidsplus dedim iyi mi:) (kidsplus ney ki diyenlere cvbim kisaca benim eski firmanin urunu die cvp verebilirim)

Çarşamba, Ağustos 23, 2006

böög

yok yetmedi sabahtan yazdiklarim, daha yazasim var... hatta boyle bi patlayasim, sıkılasım, kendimden nefret edesim, saçmalayasım ve vs'nin oldugu bir takim duygu yogunlugu mevcut bünyemde. kazadandir diyenler bosuna nefes tuketmesinler, etkisi oldugu dogrudur ancak tek sebep o olamaz, cunku kazadan evvel de hissediyordum... ya bişiler oldu bana, extra sorumsuz davranislar sergilemeye basladim, ozellikle iş ve rotaract hayatımda. ayrica hic zamanimi bu kadar bosa harcamamistim... ben bu diilim, bu olamam. huzursuzum, hem de çok. ve ben rahatlık adamiyim. rahatlik severim. yani "rahatim kim ne derse desin, işler kenarda beklesin, onemli degil" degil, tam tersi ben herseyimi duzgun yapayim, once kendime saygimi kazanayim, sonra rahatima bakayim... biri beni silkelese kendime gelsem... neden boyle oldu ya? depresyonda miyim acaba? ama depresyonda gibi de hissetmiyorum. yani gayet de gülüp egleniyorum. hatta oyle ki bunca igrencligime ragmen niye kendimi kötü hissetmiyorum diye sinirleniyorum bile bazen... "şizofrenlige giriş" kisminda miyim acaba? aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa

Salı, Ağustos 22, 2006

trafik kazasının devami

ya ben dunki yazimda belirtmeyi unuttum, ama soylemeden gecilecek gibi degil... iste ben o gun geldim eve, hastane mastane ugrasmisiz, uzanayim dedim. soyle yuz ustu yayildim ve sıcramam bir oldu niye derseniz, güzel, beyaz, tombis gobegimden arı sokmustu! son arı soktugunda epey kucuktum, unutmusum acısını, epey yandı, sonra da deliler gibi kasinmaya basladi... bi sey daha var, hani simdi ben arabanin burnunu dagittim ya, arkasi saglam degil mi arabanin? cevaplari alayim, evet 1-2 kılın dısında hepiniz "eveet" diyorsunuz. ama yaniliyorsunuz. niye derseniz gerizekali cekici arabayi indirdikten sonra geri geri gidip araya carpmis. arkasi da yamulmus anlayacaginiz. bu arada gerizekali herif o kadar gerizekali ki arabanin anahtarini da kaybetmis, hatta gerizekali otesi bi sekilde anahtari aldigini bile reddediyo. neyse bak yazdikca kuduruyorum, gerek yok sabah sabah sinire. gulup oynayalim, kelebeklerle ucalim, kuslarla cıvıldayalım. lay lay loom...

trafik kazasi

kaza yaptim ben:( gecen hafta basinda, tam hatirlamiyorum gunlerden pazartesi olmali... edalaydim, "yemek bahane sohbet sahane", seklinde takildik, sonra ayrildik. ben galerianin ordan hacettepeye gitmeye calisiyordum... ama basarili olamadim, kala kaldim arada bir yerde, boyle asfalt parcalari, taş toprak yığını olan bir tepecigin uzerinde. baska bir arabayla carpistim. adamcagizin elmacık kemigi kirildi, benimse bel-boyun-kalca üçlemesinde agrilarim var... ayrica airbag saolsun acilirken kollarimi, agzimi, burnumu biraz zedelemis. ilk anlarda kollarim ve burnum deli gibi acirken, gecen gunler dikkatimi boynumda yogunlastirmami sagladi... iste boyle cok sıkıcı ve kotu bi durum... by the way tum ziyaretime gelen, arayan soran, mail atan arkadaslarima tesekkur ederim...

Pazartesi, Ağustos 21, 2006

Bodrum Bodrum

bir küçük pansiyon düşün deniz kenarında,
tahta masa ve sandalyeleri olsun, asmaların gölgesindeki bahçesinde,
kırmızı beyaz kareli kumaştan divanları, yastıklarla kaplı,
kahvaltını edeceğin ya da akşam üzerleri yayılıp kahve içeceğin...
deniz hemen önünde,
kumsalda minderler,
ağaçların gölgesi yetmiş, gerek kalmamış şemsiyelere...
ellerinde kitabın,
hafif bir meltem geziyor yanık teninde...
dost kahkaları duyuyorsun,
ikisi tavla oynuyor arkadaşlarının,
bir diğeri seni yüzmeye çağırıyor.
öteki elinde dondurmalar çabuk yiyin eriyecek diyor...
bir sevdiğim eksik diye düşünüyorsun...
özellikle hamakta uyuklayan aşıkları gördüğünde.
bir sevdiğim eksik...
akşam oluyor,
alınmış duşlar, yapılmış makyajlar,
herkes bodrum'a hazırlanıyor...
Tekila'cı da buluyorsun kendini,
mekanin adı gercekten "Tekila'cı",
ve tequilaya vuruyorsun kendini,
3-5-10 derken 15'i buluyor,
bir de birayla kafalar tam oluyor...
iyiden iyiye artmaya başlıyor gülüşmeler,
sesi yükseliyor masanın...
körfez'e geçiyorsun veya kule'ye,
biraz da orada devam ediyorsun...
sabaha karşı midye tava istiyor canın,
ama yine wafflecı da buluyorsun kendini,
kocaman bir waffle parçası, gözlerinin önünde, sığmaz dediğin bir ağza giriyor.
biri sana ikram etmeye çalışırken waffle'ı yanağına yapıştırıyor.
çikolata olmuş ağız burunlarla, girmiş kol kola, çizgiyi tutturamadan yürüyorsun dolmuşlara.
odanın kapısını açtığını bile hatırlamıyorsun.
hatta sabah kesin anahtarı zor buluyorsun...
sadece yatağın super geldigi var aklında,
zaten 2-3 saniye içinde de ilk rüyanı görüyorsun...

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

dun ve bgn

dün aksam odami topladim, kendimle gurur duyuyorum. odamı topladim derken, gorunurde odamda bi daginiklik yoktu da, detaya girdim biraz. kapimin arkasindaki kiyafet yiginiyle ilgilendim, ayrica askilardaki tum pantalonlarimi deneyip, terzi/ kardes/ arkadas/ verilecekler... diye grupladim. haa bi de bu isi gecenin bi yarisi 00:30-02:30 saatleri arasinda yaptim. annemin gozleri yasardi... neyse kapatiyorum bu konuyu, sadece bu gururlu animi sizlerle paylasmak istedim, biliyorum takipcileri var blogumun, onlar hatirlarlar icime dert olmustu o daginiklik, is plani isimli bi yazimda bahsetmistim hatta.

gelelim bugune, sekreteriyim bgn bolumun, inci abla izinde de her gun birimiz bakicaz yerine. bgn sira bende. anliycaginiz, telefon bakiyorum gerekirse milleti telefona cagiriyorum, bolumun icinde ordan oraya gidiyorum, bu arada 6. kez bolum icindeki tasinmami gerceklestirdim, eski is yerime laf atardim burda ordaki rekorumu coktan kirdim, baska baskaaa bölüme su ısmarladım, bi bilgisayar varmis formatlancak, onu bagladim filan, neyse iste oyle, oglene kadar oyle gecti vakit. oglen bizimkilerle (ozlem, caner, nergis) bulusacaktim, ama biraz da bu sekreterlik meselesi yuzunden bolume gec kalmak istemedigimden inmiyim dedim bilkente, hakanin yemek teklifini de geri cevirdim, bu arada ben de bikac red aldim. ornegin asistanlar teker teker dokuldu, yemege gitmedi hic biri, deliler mi neler anlamadim, kim ogle yemegi yemek istemez ki, ben 11de basliyorum yemek diye sayıklamaya. neyse naparsin, dustum tek basima yola. yemek merkezlerini dolasa dolasa gittim, begenmedikce bir sonrakini denedim. sonunda city centerda yemeye karar verdim, aslinda oldukca hosuma gitti, uzun sure olmustu ust katta, o hep takildigimiz balkonda yemeyeli. esiyodu da. ooh mis gibi, gonlume gore de bi yemek yedim, boyle makarna + sebzeli, ustu kasarli, besamel soslu tavuk. tek basima yedigim icin erkenden bitti yemegim. cunku normalde kimse yetisemiyo hızıma... bi suru vakit vardi ogle tatilinin bitmesine. harika! yalniz takilmayi oldukca seviyorum aslinda, yine bu hiz meselesinden ve insanlarin kararsizliklarini beklemek ve dinlemekten hoslanmadigimdan alisverise de tek basima cikmayi tercih ediyorum. gerci alisveris sevmem, ama kalabalik yapilanini hic sevmem... neyse, yemegimin erken bitecegini tahmin ettigimden, geri kalan vakit icin bi plan yapmistim zaten. [plan program insaniyim ne de olsa:) ] kutuphaneye gidecektim! ama dersle ilgili bisey icin degil, romanlara bakmak icin, bi kirtasiyede vakit gecirmeyi seviyorum bi de kitapcilarda zaten. gittim kutuphaneye, kitaplarin arasinda dolandim durdum, hic bisi taramadim, taramak istemedim, sadece bi iki ipucu buldum ve onlarin sayesinde aradigim kitaplara vardim. ona baktim buna baktim, toplam 3 tane kitap kestirdim gozume. sonunda da birinde karar kildim: Uçurumun Kıyısında (Gerhard Roth) şunların yazdığı arka kapakla dikkatimi çekti, oldu olcak onu da yazayım:

Uçurumun Kıyısında, 3 adamın karşılamalarına dair kırık bir anlatı, rastlantı ve zorunluluk üzerine bir deneme, ya da erk ve adalete değinen bir polisiye olarak okunabilir. Ama bu kitap, her şeyden once giderek çıgrindan cikan bir dunyada hakikatin cekilmek zorunda bırakıldıgı son sıgınaga, akıl hastanesinin korunakli ortamına "içerden" yöneltilen, saygı dolu bir bakıştır. Ceza yasalarıyla tanımlanabilecek bir suç bulunmadıgını dusunen bir sorgu yargıcı, adalete hic inanmadigi icin hukuk ogrenimi goren bir katil ve "normal" iliskilerden korunmaya calisan bir gonullu surgunun karsilasmalari rastlantisaldir ve bir bulusma asla gerceklesmez.
fena degil di mi? ilginc geldi bana. su akil hastanesinin tarif edilis sekli de suc ve cezanin yorumlanisi da, adalet-inanc meselesi de, -normal iliskilerin- tırnak isaretinin icine alinmasi da, hosuma gitti... okuyalim bakalim.

Salı, Ağustos 08, 2006

love is...

Son yazılarıma baktım da, hiç eğlenceli değiller, şöyle değişik bir şeyler yazayım bugün. Hani bir sakız var Şıpsevdi diye. Onun içinde "love is..." diye başlayıp aşkı tanımlayan cümleler vardı. Hah işte ben o sakızın içine yazılacak kıvamda cümleler yazayım kendimce:) hehhehehe:D

aşk; onun ne güzel oturdugunu, ellerini ne güzel yıkadığını, herşeyi ne güzel yaptığını düşünmektir...
aşk; o konuşurken onu izlemeye dalıp, söylediklerine dikkat edememektir...
aşk; uyurken onu izlemektir...
aşk; onun hastası olmaktır...
aşk; telefonda arayanın o olduğunu anladığında kalp atışlarının hızlanmasıdır...
aşk; birkaç saatliğine bile olsa ondan ayrılmak istememektir...
aşk; kollarında uyuma fikri için çıldırmaktır...
aşk; o istiyor diye saatlerce yürümektir...
aşk; onun huysuzluklarına katlanmaktır...
aşk; onun hayallerinin senin de hayallerin olmasına izin vermektir...

Pazar, Ağustos 06, 2006

tuhaf bi gün

dun eski evimizin oraya gittim, komsu, nilay diye seslendi bana, karistiriyodu artik isimleri... çam agaci carpti o sırada gozume bahcedeki, biz cocukken dikmişlerdi, oyun diye onun uzerinden atlardik. bir baktim 3'u gecmis, 4. kata gelmis boyu. bi tuhaf oldum... muratcan gecti uzaktan, biz ablayken dogmus, uzunca bi sure mahallenin en kucugu olmustu, simdiyse boyu 1.90ı bulmus, kizlari cildirtacak erkek bedenine sahip olmuş. bi tuhaf oldum... arkadaslarimla bulustum aksam, gulup eglenirken dusundum, nerden baksan 5 yil olmus tanisali. bi tuhaf oldum... if / manhattan / overall derken secip gittik birine, cok da degil aslinda bir kac ay evvel hoslandigim cocuk karsimda duruyordu, samoalari vardi yine ayaginda, gitar eline yine cok yakisiyordu. onunla tanismak icin nasil ugrastigim geldi bi an aklima, simdiyse merhaba bile demek istemiyordum, gelmedim göz göze, ne cok degismisim. bi tuhaf oldum... kızlar devam ederken eglenmeye, sabah erken kalkıcam diye ayrıldım yanlarından, üstelik henüz annem aramadan, kimse eve cağırmadan... eve gittim, hic alkol almamistim, o kadar gec saatte o kadar ayık olmaya, merdivenleri tutunmadan çıkmaya alışık degilim. bi tuhaf oldum... yaşlanıyor muyum nedir?